Ilgın Su, babası Ruhi’yi Su’yu anlattı: Hiç geç kalmazdı...

Ilgın Su: Odasına çekilir yalnız çalışırdı. Çalışma masasında türküler derlerken kullandığı teybi, bu türkülerin notalarını geçirmek için kullandığı bir kurşun kalemi, metronom dururdu. Bunun birlikte ömrünün iki üç bazen dört ayını türkü derlemek için Anadolu’da geçirirdi. Hayatı boyunca türkü derlemiştir babam.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Ruhi Su… 1912’de doğdu. Zor geçen çocukluk döneminin ardından müzik tutkusuyla yol aldığı hayatında sesiyle, sözüyle, sazıyla adaletsizliğe karşı itirazı olan bir sanatçı oldu. 1985 yılında aramızdan ayrılan Ruhi Su’nun adını ölümsüzleştirmek niyetiyle 1997’de Sıdıka ve Ilgın Su tarafından Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği kuruldu.

Ilgın Su, Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği'nin hem Ruhi Su Dostlar Korosu’nun rahatça çalışabileceği, hem de evrakların derlenip toparlanması ve düzenli bir şekilde dosyalanabilmesi için bir mekâna ihtiyaçlarının olduğunu paylaşmıştı. Tüm bu zorlu koşullara rağmen dernek, sanatçının sevenleri ve destekçileriyle 20 Ekim’de “Ruhi Su 2018 Şiir Ödülü ve Anma Etkinliği"’ni gerçekleştirecek.

Ilgın Su ile Ruhi Su’yu, aralarındaki baba-oğul ilişkisini konuştuk…

Size göre Ruhi Su nasıl bir babaydı?

Kırmızı çizgileri olan bir insandı. Konservatuvar yılları hatta daha önceden kalma disiplinleri vardı. Babamın mesafeli olduğu zamanlar olurdu. Geçinemediğimiz çeşit çeşit konu olurdu. Sonrasında tatlıya bağlanırdı. Sıcak biriydi ama babam.

Size kızdığı zamanlar da oldu öyleyse…

Çok hareketli bir çocuktum. Ama bir süre sonra artık kızmamaya başlamıştı. Babamın mesafeli bir kişiliği vardı, bir çocuk olarak hissederdim bunu.

Hep kızmazdı diye düşünüyorum…

Evet, babam şakacı biriydi. Özellikle çocuklarla arası çok iyiydi. Bir çocuk babama her şeyi yaptırabilirdi. Eğer bir çocuk babama sataşmıyorsa bile babam ona sataşırdı. Her yeri dağıtırdı çocuklarla. Öyle huyları vardı. Çok hoşuna giderdi. Annem de kızardı, Evde çocuk bir tane değil ki, derdi.

Böyle deyince siz, aklıma Füsun Akatlı’nın Ruhi Su ile ilgili yazdığı metindeki bir bilgi geldi. Ruhi Su, oyun ne demekmiş okula başladığımda öğrendim, demiş.

Evet, çünkü babam Van’da doğmuş. Sene 1912. Tehcirin olduğu, ortalığın kan gölüne döndüğü zamanlar. O dönem ortada kalan çocukları emirle askerlere veriyorlarmış. Babamı da Adanalı bir askere vermişler. Bu askere amca, eşine de yenge diyor. Fakat bu yenge babama çok eziyet ediyormuş. Bu duruma tanıklık eden bir komşu vesilesiyle babamı Dar-ül Eytam’a yazdırmış. Fransızlar okul diye kurmuşlar, daha sonra öksüzler yurduna dönüşmüş orası. Orada kalmaya başladığında, yaşıtlarıyla birlikte yaşamaya başladığında olmuş olmalı. Bu arada yurtta o dönem, hemen hemen her çocuğun adı Mehmet. Babam da “Mehmet” ismini alıyor.

Ilgın Su

Sizinle müziğe dair paylaşımları olur muydu?

Babam klasik eğitim alarak opera bölümünü birincilikle bitirdi. Bu tür insanlar kolay kolay başka müzik dinlemezler. Çünkü kafaları sürekli akor basar, bununla meşguldur. Babam başka başka müzikler dinlerdi, anlatırdı. Teker teker… Bir konçertonun ne anlama geldiğini, senfoninin nasıl oluştuğunu babamdan öğrendim.

Hoca olarak da görev yapmış bir dönem…

Konservatuvarın ilk sanatçılarından biriydi babam. Evet, daha sonra hoca olarak da görev yaptı. Kulak eğitimi verirmiş babam.

Sizinle de çalışır mıydı?

Hayır, biraz babamla çalışmak zordu. Babamın birçok öğrencisi oldu ama çok azı başarabildi.

Tahammül edemediği hâller var mıydı?

Gürültü. Yapmacıklık. Mesela biri gördüğünde, siz pirimizsiniz, deyince sıkılmaya başlardı.

Size sık sık nasihât eder miydi?

Ederdi, çok hem de. Dürüst ol, temkinli ol, derdi.

Babanızla ilgili gözünüzün önünden gitmeyen bir görüntü var mı?

Ağabeyimle tartıştım bir vakit, ben de sinirlendim. Yeni ayrılmıştım Kültür Bakanlığı’ndan da. Askerden yeni dönmüştüm. İş yerim AKM’deydi. Dibinde bütün sanatçıların buluştuğu küçük bir bar vardı. Bütün balerinler, devlet tiyatrosu sanatçıları genelde oraya giderlerdi, ben de giderdim. Kesmedi orada içtiklerim. Rakı sarın dedim. Sarıp verdiler. Aldım rakıyı, taksiye atladım. Annemle babam evde televizyon seyrediyorlar. Rakıyı bardağa koydum, başladım içmeye. Annem geldi, Oğlum böyle içilmez, dedi. Salatalık, peynir bir şeyler getirdi. Devam ediyorum içmeye… Haberler bitti televizyonda. İstiklâl Marşı çıktı, ekranda askerler filan sonra kapandı. Biraz sonra babam, "Yatmıyor musun oğlum", diye sordu. Yok baba, dedim. O dönem bıyık bırakmışım, içerken de sürekli bıyıklarımla oynuyorum. Babamın sesi duyuldu, Sıdıka! İçeride bir Enver Paşa var, onu git yatır, dedi. Annem gülerek yanıma geldi.

Babanızın sizi şaşırttığı zamanlar oldu mu?

Şaşırtmak derken aslında anlamaya çalışıp sonrasında alıştığımız yanları vardı. Mesela stüdyo çalışmaları döneminde hep gergin olurdu. Herkes bilirdi. Annem de bilirdi tabii. İkimiz de babamdan uzak dururduk. Babam da öyle uzak dururdu bizden. Çok sancılı dönemler olarak hatırlıyorum. Esasında biz alışmaya başlamıştık, hatta mahalle de alışmıştı. Babam sonuçta ses sanatçısıydı. Günde altı saat ses temrini yapardı.

Rutinleri vardı tabii…

Evet… Odasına çekilir yalnız çalışırdı. Çalışma masasında türküler derlerken kullandığı teybi, bu türkülerin notalarını geçirmek için kullandığı bir kurşun kalemi, metronom dururdu. Ha bir de Fatoş vardı. Kedimiz, bu kurşun kalem ile oynardı Fatoş. Bunun birlikte ömrünün iki üç bazen dört ayını türkü derlemek için Anadolu’da geçirirdi. Hayatı boyunca türkü derlemiştir babam. Belli saatte yatar, sabahları erken kalkardı. İster istemez evde kendisine uyulurdu.

Ruhi Su’yu bir insandaki hangi özellik ikna ederdi sizce?

Dürüst olması.

Dostları…

Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Aziz Nesin, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat… Çok isim sayılabilir…

Çok misafir gelirdi bize. Herkes onun huyunu bilirdi. Çocuklar ben yatıyorum, siz devam edin, derdi. Bu tür insanların evi biraz dergâh gibi olur… Çok insan birbirine gelip gidiyordu. Evlerde sohbet etmek en yaygın ilişki biçimiydi o dönem. Tabii birçok şairin, ressamın gittiği meyhaneler de vardı. Onlar bile en çok evlerde buluşurdu. O zamanın maddi şartları da bugünkü gibi zordu. Bir de bu buluşmalar için bazı özel günleri vardı. Mesela pazartesi günleri Sabahattin Eyüboğlu’nun evinde o dönemdeki pek çok ressam ve edebiyatçı buluşurdu. Çarşamba günleri Bertan Onaran’ın evinde daha genç bir ekiple buluşulurdu, hani 68 kuşağı denilen… Perşembe günleri Azra Erhat’ın evinde, cuma günleri Orhan Veli’nin pek muteber diye bahsettiği Nahit Hanım’ın evinde görüşülürdü. Nahit Hanım’ın annemin de çok yakın arkadaşıydı.

.

Bu buluşmalarda babanızı nasıl hatırlarsınız? Daha çok söz alan mı yoksa dinleyen olarak mı?..

Babam daha çok konuşan, dinlenen bir insandı. Böyle deyince hemen gözümün önüne Kemal Tahir ile Vedat Türkali geldi. Onlar da öyleydi. Her şeyden konuşurlardı. Müthiş konuşurlardı, çocuk aklımla dinlerdim ben de.

Babanızın, Ruhi Su olmasının hayatınızdaki karşılığı ne oldu?

Beni hep en arka sıraya oturttular, ki onlara göre boyum daha kısaydı. O zaman ortaokulda yaşadım bu baskıları. Öğrenci hareketlerinde karakola düştüğümde, sen şöyle kenara bir geç, hoş geldin(!), dediler hep. 12 Mart döneminde biraz böyle eziyet çektim.

Şu kapıdan içeri babanız, Ruhi Su girse ne derdiniz?

Babamı kızdırmak için, Her zamanki gibi yine geç kaldın, derdim. Oysa hiçbir zaman geç kalmazdı.