Kadın: Tiyatro ve hayat

Feminist tiyatro: Ötekinin sözü söylenmelidir. Çünkü artık dönem ötekinin dönemidir.

Google Haberlere Abone ol

Zeynep Kaçar

Sahnede temsil edilen toplumsal hayatta onaylanmıştır. Toplumsal hayatta onaylanmış olan da sahnede temsil hakkını kazanır. Tiyatronun sosyolojiyle ilgili en keskin bağlantısı belki de budur.

Antik Yunan tiyatrosu yazılı metne dayalı ilk tiyatrodur. Trajedi ve Komedi başlıklarıyla ikiye ayrılır. Komedi genellikle sistem eleştirisine yönelir. Trajedi ise daha çetrefilli bir yol izler.

Kahramanın iki açmazlı bir durum karşısındaki çöküşünü ele alan trajediler, soylu sınıftan kişileri merkeze alır. Kadere, Tanrılara, otoriteye, devlete, kendinden üstün bir güce karşı savaşan kahraman, yenileceğini bildiği halde mücadelesine devam eder. Ancak çöküşü kendi kişiliğinin zayıf yanı yüzünden gerçekleşir ve mutlaka gerçekleşir. Baş karakterin soylu sınıftan olması ise zorunludur. Çünkü ancak onlara bakarak kendimize bir ders çıkarabiliriz.

Alt sınıftan bir insanın sahnede temsil edilmesi mümkün değildir. Burada cinsiyetin bir önemi yoktur. Antik Yunan tiyatrosu ilginç bir biçimde kadınları da baş karakter olarak konu edinir. Antigone, Elektra vb. onlardan birkaçıdır. Pagan bir kültürün etkisi yadsınamaz. Yine de Medea dışında hiçbir oyunda karakterin kadın olmasının özel bir anlamı yoktur.

Hristiyanlıkla birlikte tiyatro, Ortaçağ'ı dinin yaygınlaşmasına aracı olmakla geçirir. Ardından gelen Rönesans, Avrupa insan profilini tamamen değiştirirken, bunun etkileri elbette tiyatroya da yansır. Shakespeare gibi bir deha tiyatroya yeniden büyük bir değer kazandırır. Ancak Shakespeare bugünden baktığımızda neredeyse kadın düşmanı bir yazardır.

Oyunlarında kadın karakterler, kendi doğalarına yenilmiş, ya aşırı hırslı ya aşırı güçsüzdür. Artık insan şekil değiştirmiştir. Aristokrasi neredeyse çökmüş, bilgi matbaayla birlikte yayılmaya başlamış, ticaret sayesinde dünya yeni bir gözle algılanır olmuş, kişisel çaba, girişimcilik önem kazanmış, yeni bir sınıf, burjuva sınıfı doğmuştur. Yine de tek tanrılı dinin kadınlara bakışı Shakespeare'in bakışını da etkilemiştir elbette.

O dönemde kadın karakterlerin erkek oyuncular tarafından canlandırılmasının bir sonucu olarak, kadın karakter sayısı erkek karakter sayısına oranla oldukça da düşüktür.

Betty Hennings, 'Nora' rolünde Betty Hennings, 'Nora' rolünde

19'uncu yüzyılla birlikte dünya neredeyse tamamen şekil değiştirir. İmparatorluklar çökme aşamasındadır, ulus devletleri kurulmak üzeredir ve sanayi devriminin eli kulağındadır.

Tam bu dönemde Henrik Ibsen "Nora Bir Bebek Evi" oyunuyla tarihin ilk feminist oyununu yazar. Kendisi feminist bir oyun yazmadığını söylese de, Nora, içine hapsolduğu dünyanın farkına vararak kendi yolunu çizmek isteyen ilk kadın karakterdir ve son derece başarılı bir metinle bizler Nora'yla birlikte bir umuda doğru yola çıkarız.

'FEMİNİZM BİLGİLİ KADINLARIN İSYANIYLA BAŞLAR'

Dram doğmuştur. Kendi çevresine karşı mücadele veren insanın, bir evin içinde geçen, düz bir zaman çizgisinde çıkış aramasının yeni dilidir dram. Elbette Ibsen Kuzey Avrupalıdır ve Nora'nın dünyası küçük burjuva sınıfının hikayesini anlatır. Ve feminizm bilgiye ve paraya sahip olan kadınların isyanıyla başlar Avrupa'da.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın ardından dram çöker. İnsana, geleceğe, hayata olan inanç çökmüştür çünkü. Ve birbiri ardınca pek çok akımla karşılaşır Avrupa tiyatrosu.

Absürd Tiyatro, Brehtyen Tiyatro, Vahşi Tiyatro, Varoluşçuluk, Mekanik Tiyatro, Grotesk Tiyatro vb. Cinsiyet bu pek çok türün konusu değildir. Önemli olan yeni insanı sorgulamaktır. İki savaşla birlikte parçalanmış insan, tiyatroyla bir araya getirilmeye çalışılır.

Cumhuriyetle birlikte Türk Tiyatrosu da Batılı tarzda tiyatro anlayışını benimser. Erdemli insan yaratma ülküsüyle hareket eder. Zamanla geleneksel Türk tiyatrosuyla Batılı tiyatronun dili birleşir.

Brehtyen tiyatro 1960'lar ve 70'lerin odağı olur. Cinsiyet sorunlarının neredeyse hiç ele alınmadığı bu yükselen zamanlarda, sosyal eleştirinin yanı sıra, aile dramları, devlet ve birey ilişkileri, küçük adamın açmazları, anti kahramanlar temel konulardır.

Adalet Ağaoğlu Adalet Ağaoğlu

Ne de olsa sosyal hayat dediğimiz tam da memur, köylü, işçi erkeğin merkezinde durduğu yerdir. Bu dönemde Adalet Ağaoğlu absürd tarzda yazdığı oyunlarla karşımıza çıkar.

Kadınları merkeze alan oyunlarında, kıstırılmışlık, bastırılmışlık absürd bir dille çok başarılı bir şekilde aktarılır. Sevim Burak da aynı yolu izler. Absürd dil kadını en iyi anlatan dildir onlar için. Ama iki yazarda da metnin odağında olan kadındır. Türkiye'de ilk defa kadınlar tiyatro metninin ana konusu olurlar böylece. Sosyalist bir dili tercih etmemeleri o dönemde sosyalizmin kadına bakışıyla da örtüşür.

'AVRUPALI YAZARIN DİLİ BİZİ ANLATMAYA YETMEZ'

Darbeyle birlikte tiyatro neredeyse ölmeye yatar. Ama 1990'lar çok kuvvetli bir yükselişle gelecektir. Devlet ve Şehir Tiyatroları tüm hakimiyeti elinde tutar. Ancak tam da bu dönemde yeni arayışlar içine giren genç tiyatrocular, bu kurumsal tiyatrolarda sahnelenemeyecek oyunları bulur çıkarırlar Avrupa'nın ücra köşelerinden.

Çevirileri yapılır ve küçük gruplar bugünkü alternatif tiyatronun ilk adımlarını böylece atarlar. Ama bu ülkenin yeni yazarlara ihtiyacı vardır söz söylemek için.

Köyden kente göç etmiş, kendine bir yer bulamamış küçük ezik adamın, travestinin, orospunun, asker kaçağının, bar fedaisinin hikayesinin anlatılma zamanı gelmiştir. Kim anlatacaktır peki? Avrupalı yazarın dili bizi anlatmaya yetmez.

Böylece 1990'ların sonunda Çingeneleri, sokak çocuklarını, kadınları, Kürtleri, serserileri, en kenara köşeye itilmiş olanın hikayesi anlatılmaya başlanır. Bugünkü alternatif tiyatro tam da bu dönemde doğar.

Kadın ötekileştirilmiş olan tüm grupların ortak paydası ve tek başına da çoğunluğudur. Kadını anlatan oyunlar yazıldığı ilk dönemde elbette bunun insanın hikayesi olmadığı savı yükselir. Bir oyunun tam ortasına kadını yerleştirmek en iyi haliyle deneysel bir çabadır, en berbat haliyle feminizmdir ve elbette feminist tiyatro butik bir iştir.

Çünkü beyaz, orta sınıf, eğitimli erkek dünyanın merkezi olmaya alışmış ve başkalarına yer açmak konusunda son derece çekimserdir. Ama bir kez sosyal hayata karışan kadını eve sokmak nasıl mümkün olmayacaksa, sahnede sözünü bulan kadını da susturmak mümkün olmayacaktır. Sahnede var olan, hayatta var olandır.