Cemal Süreya: Şarkısı beyaz, sesi yanık şair

Şair şiirsel sözü bazen bir yıkıntıdan alıp yeniden kurar ya da yeniden yaratarak daha önceden var olan benzerlerini aşar. Cemal Süreya bu şairlerin en başında gelir.

Google Haberlere Abone ol

Şairlerin neyi söyledikleri önemlidir. Ama neyi söylemedikleri de en az o kadar önemlidir. Çünkü dil bazı sözleri hayata doğru iterken bazı sözleri de içeri doğru geri çekerek bastırır. Şair şiirsel sözü bazen bir yıkıntıdan alıp yeniden kurar ya da yeniden yaratarak daha önceden var olan benzerlerini aşar.

Modern Türkçe şiirin birikimi göz önüne alındığında, betimlemeye çalıştığım duruma uyan isimlerin başında Cemal Süreya gelir.

Cemal Süreya 1931 yılında Pülümür’de doğmuş, 1938 Dersim isyanı nedeniyle küçük yaştayken ailesiyle birlikte sürgüne gönderilmiştir. Lise yıllarında aruz vezniyle şiirler yazsa da ilk şiiri 1953’te öğrencisi olduğu Mülkiye’nin (Siyasal Bilgiler Fakültesi) dergisinde yayımlanır. “Şarkısı Beyaz” adını taşıyan şiir, o günlerde yayımlanan şiirlerden dil, ses ve imge yapısıyla önemli farklılıklar gösterir. Yeni bir yönelime, yeni bir şiir anlayışına işaret eder.

c6

Ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti

Şehirler taş yürekliydi Şarkısı-beyaz

İnsanların büyük rüyaları vardı

İnsanlar bir ölümle öldüler ki

Sevgiler arasında şaşırıp

Bir unuttular ki deme gitsin.

Ben olanca kuvvetimle

Halatlara asılıyorum nafile

Ben ayrı düşmüşüm bir kere

Ayrı düşmüşüm insanlardan.

Bu yıldız tutmaz mavilikte

Ne deniz ne köpük kâr eder bana.

Arada bir ağlamak için

Onu kocaman ellerimle sevdim.

Ölüm daha saçlarına gelmemişti Şarkısı-beyaz

Saçlarını koynumda saklıyorum

Arada bir ağlamak için.

Ve suların altında mavileyin

Küstah bir çalparaydı ayağını uzatmış

Mesut hatırasına balıkların.

Ve kocaman küfürleriyle sarhoş

Yatardı yavaşlamış tüyleriyle

Gemicilerin öldürdüğü kuş.

Siraküzaya uğrayamadık

Torbadaki çakıllara baktım Şarkısı-beyaz

Benimkilerin üstünde üç tane hilal

Üç tane uzun hilal vardı, upuzun

Siraküza açıklarında bahanesiz bir yaz

Çalkandık durduk.

Ayıcılar geçti, mağlup insanlar geçti

Rüyalar darmadağındı Şarkısı-beyaz

Sonra dalgalar geldi dile

Sonra bir mavilik aldı her yerimizi;

Nasıl hatırlıyorsan dünyayı

öyle…

İKİNCİ YENİ'NİN İLK ÖRNEKLERİNDEN...

Şiir, İkinci Yeni dalgasının ilk örneklerinden biri olmasının yanı sıra Cemal Süreya şiirinin bir başka özelliğine daha dikkat çeker. Onda başından itibaren mevcut olduğunu gördüğümüz yerleşik olanı, sürmekte olanı değiştirerek, yenileyerek eskitme, öylece aşma anlayışı zaman içinde kökleşir, gelişir. Bu da Cemal Süreya’nın daha başında yeni şiirin, eski şiirin içinden doğacağını düşündüğünü gösterir bize. Bu ilk yayımlanan şiirde bir önceki kuşağın, Garip şiirinin sesi, ritmi fark ediliyor, ama yine de şiirin bütününe hâkim yeni bir ses var. Cemal süreya’nın başından itibaren etkilendiği, kaynak aldığı kendisinden önceki kuşaklara ait Türkçe şiir birikimi Garip’le sınırlı tutulamaz. “Üvercinka”daki (1958, Yeditepe) kitaba adını veren şiir de dahil Cemal Süreya modern Türkçe şiirin içindeki bütün yenilikçi eğilimlerden, yanı sıra halk şiirinden de etkiler alarak kurar yeni şiirini. Halk şiirinden örneğin Karacaoğlan’dan etkilendiğini söyleyebiliriz.

Belki en iyisi “Üvercinka”yı, hazır yeri gelmişken bir daha okumak…

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden

En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu

kesmemeye

Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma

Yatakta yatmayı bildiğin kadar

Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler

Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının

Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde

Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor

Bütün kara parçaları için

Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o

Onunla daha bir değere biniyor soluk almak

Sabahları acıktığı için haklı

Gününü kazanıp kurtardı diye güzel

Birçok çiçek adları gibi güzel

En tanınmış kırmızılarla açan

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü

Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse

değerlendiremez

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek

İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar

Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar

Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna

diziyorlar

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası

Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki

Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok

Aklıma kadeh tutuşların geliyor

Çiçek Pasajında akşamüstleri

Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor

Bütün kara parçalarında

Afrika hariç değil

Ancak onu yenilikçi yapan, İkinci Yeni’nin öncü şairleri arasına yerleştiren özelliği, kendisinden önceki şair kuşaklardan aldığı etkiyi onları da eskitecek, aşacak, var olanı değiştirecek biçimde oluşturduğu poetik anlayışıdır.

Cemal Süreya’nın şair olarak doğumu; örneğin İkinci Yeni dalgası içerisinde kısa zamanda önemli isimler olarak yer alacak İlhan Berk, Turgut Uyar ve Edip Cansever’den farklıdır. Bu isimlerin üçü de İkinci Yeni’ye, daha öncesinde yazdıkları şiirleriyle birlikte, yani bir şiirsel deneyimle beraber yönelmişlerdir. Oysa Cemal Süreya için durum farklıdır. O İkinci Yeni dalgasının, deyim yerindeyse tam ortasındadır. Ya da en önünde diyelim. Dalga aslında onlarla başlar. Onlardan biri de Ece Ayhan’dır. Ama o da Cemal Süreya’dan sonra adım atar şairliğe.. Daha sonra başka isimler (ki başta Edip Cansever, Turgut Uyar İlhan Berk vardır) dalgaya doğru yaklaşırlar… Sezai Karakoç, Gülten Akın, Ülkü Tamer de o isimlerdendir…

“Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü” ya da “Fırat suyu bütün bir bölgeyi /Takma adlarla dolanmak / Zorundadır” demişt olsa da söylediklerinin yanı sıra söylemeyip diliyle geri bastırarak çektikleri de çoktur... Bazı konularda nerdeyse bile isteye suskunluğu tercih etmiştir. Belki de konuşursa dinlenmeyeceğini düşündüğü için baştan aldığı bir önlemdir suskunluk. Şu dizelerde de dile getirilen bu değil mi: “Yarana tuz basar gibi / Sızlattın kendini için için / Acını göğsüne gömmeyi / Daha çocukken öğrendin / İşte o bastırılmış acıyla / Soluklandı kostak şiirin.”

Yine de Cemal Süreya sırlarını da, yaslarını da şiir söz konusu olduğunda ya da şiire aktarmak konusunda ketum davranmamıştır. Kişisel yaşantısına ait yası ve varoluşuyla ilgili sırlarını, çocukluk anılarını şiirine işlemesine karşın başına gelen trajediyi, başka mecralarda konuşmaktan kaçınmış olduğu söylenebilir belki.

Ancak bu bir gerilim şiirlerine yansır. Şu dizeleri öyle okuyabiliriz: “Sen ki şiirin kilit diliydin / İmgeyle gerçek arasında / Gidip gelen pericik / Sen Cemal Süreya / Benzersiz ve depreşik / ‘Bir misillemeydin’ dünyaya.”

ÜSTÜ KALSIN İRONİSİ

Bakmayın İlhan Berk’in  söylediklerine: “Bir gün bana babasından bahsetti. Babası sürgünlerde öldüğünde, amcası babasının beyninden bir parçayı avucuna koymuş, bu trajediyi anlattı bana. (…) Sonra Cemal’in hayatını düşündüm. Ahmed Arif, Kürt olduğunu fark etmiş, fakat Cemal bunu hiç fark edememiştir. Cemal Süreya şiirinde acı yoktur, tragedya yoktur. Müthiş ihtişam vardır.”

İlhan Berk bu saptamasında yanılmıştır. Belki de yanılmak istemiştir? Oysa Cemal Süreya şiirine bütün öyküsünü aktarmıştır. Bugünden bakıldığında önemli bir sorunun kaynağıdır aslında İlhan Berk’in sözleri. Çünkü Cemal Süreya kendi kişisel öyküsünü, tarihini şiirinde fevkâlâde incelikli bir biçimde dile getirmiştir. Ama Berk de dahil görmek istenmemiştir diye düşünebiliriz… Ne denebilir? Belki yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Cemal Süreya’nın bir özelliği olarak kimi trajik olguları yumuşatarak dile getirmesinin yanılgıya yol açtığını söyleyebiliriz.

Ancak yine de kimi yakın arkadaşları görmezden duymazdan gelmiş olsalar bile örneğin Ülkü Tamer’in şu dizeleri tam tersini dile getirir: “Cemal: / Atlas Okyanusu’nda Fırat’ın Salı / Zap Suyunda Alp çiçeği”

c3

Cemal Süreya’nın var olanı ironi de katarak değiştiren ve yeniden yaratan tutumunu yansıtması bakımından “Üstü Kalsın” şiiri de iyi bir örnektir.

Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat

Fena değildir...

Üstü kalsın...

Ama asıl annesiz büyümüş bir çocuk oluşunu dile getirdiği şiir; annesizliği sevdiği kadının sevgisiyle, aşkla aşmak istemesini haykırır adeta. Erotik bir şiirdir, ama daha çok acıdan kıvranan birinin, yoksunluğuna çözüm arayışını ifade eder. “Beni Öp Sonra Doğur Beni”dir şiirin adı:

Şimdi

utançtır tanelenen

sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan

gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan

çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan

gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı

sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru

fildişi: rüzgârın tavrı.

Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında

denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum

bütün heykeller arasında

karabasan ılık acemi

- uykusuzluğun sütlü inciri -

kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü

beni öp, sonra doğur beni.

Bu şiirdeki yoksunluğunu değiştirerek yumuşatması gibi bir başka şiirinde de sürgünlüğünü göçebelik olarak dile getirerek bir tür uzlaşma alanına çeker kendini… Ama mesafesini de koyarak yapar bunu: “Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk”

Aslında bu dizeler, aynı zamanda ikinci kitabın (1965, De) adı olan şiirin başlığının neden sürgün değil, “Göçebe” olduğunu da açıklar.

Sen sık sık gülen gülerken de

Sevecen bir Akdeniz çizgisini

Sol yanına ağzının

İliştiren çocuk özenle

Yabana mı atıyorum yani seni

Yabana mı atıyorum saat altı buçukları

Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını

Değil, değil bunların biri

Gözlerimin gemileri kuş istiyor

Açılıp kapandıkça sevdam

Kapanıp açılıyor bir mavi

Şahmaran süt istiyor kefeninden

Üç aylık ölmüş çocukların

Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber

Ay kana kana batıyor

Ay kana kana batıyor

Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta

Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim

Jandarma daima nesirde kalacaktır

Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine

Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça

Patronun karısını zimmetine geçirip

Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla

Alevilikten konuşuyoruz uzun süre

Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun resimlerine bakıyor

Marilyn Monroe öldü diyorum ona

Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi

Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir

Bunları diyorum daha ne varsa diyorum

İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye

İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu

Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu

Belki de bir günler bunun için Aydın'da bulunduğumu

Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu

İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da

Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu

Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları

İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik

Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı gibi

Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma

Sinirli bir elin uysal bir bardağa

Çok yukardan döktüğü bir içki gelir

Sonsuz ve olağanüstü bir bira

Köpüklene köpüklene biçimlendirir

Soyunarak ağlayan bir kadını

Acı bilincinde sonrasızlığın

Ama bırakalım bırakalım bunları

Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla

Ve faytoncular görüyorum

Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için

Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda

Pekâlâ yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde

Kars kalesi yükseliyor

Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde

Hırpalayan bu kale de olmasa

N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa

Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk

Biliyorsun ben hangi şehirdeysem

Yalnızlığın başkenti orası

Bir de yine sevgili çocuk

Biliyorsun kişi tutkularıyla

Yalnızlığını adlandırıyor o kadar

Arkada bir su devrile devrile akıyor

Rasgele bir ağaca soruyorum

Bir şey var sanki onu soruyorum

Değil orda diyor belki biraz daha ilerde

Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan

Ataerkil bir aile gözümü alıyor

Dedelerin yüzlerinde erozyon

Silip götürmüş bütün evetleri

Annelerinse ağızlarında hiyeroglif

Babalarınsa ağustoslar atasözleri

Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri

Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

Ablalarınsa boyunları soru işareti

Ağabeylerse utançlarından emrah

Sıralanmışlar su boylarına

Bıçakla soyuyorlar kelimeleri

Ya suya giden küçük kızlar

Onlar

Tıpkı o kuşlar gibi

Uçan daha bir süre

Sonra da vurulduktan

c1 .

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin

Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil

Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir

Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden

Ve balyozla vursalar mısralarına

Soylu bir demir sesi yükselir

Soylu büyük ve mavi bir demir sesi

Ellerim gece yatısına çağrılmış

Ve

Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi

Yüzüm giyotine abone

Şiir arayıcısı olarak başta kendisine ve şiirin peşinde olan herkese seslendiği şiirin şu bölümünü bir daha okumak gerekiyor bence:

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin

Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil

Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir

Şiirle olduğu kadar şiirin sorunlarıyla da ilgilenmiş bir şair olarak son derece önemlidir onun Anadolu şiirini “bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuk” olarak değerlendirmesi.

Cemal Süreya’nın deyim yerindeyse trajik başladığı yaşamı trajik biçimde sona erdiğinden (9 Ocak 1990) bu yana yirmi yedi yıl geçmiş. Ama onun “Kehanet 1985” şiirinde dile getirdiği “son kırlangıç” hâlâ şiir okurları, şiir dostlarıyla birlikte…

Lokman şair senin hayatın

Yedi kırlangıcın hayatı kadar

Altısını ardı ardına yaşadın

Bir kırlangıcın daha var

BENİ ÖP SONRA DOĞUR BENİ

Denebilir ki her şeyden çok dünyayı yumuşatmak için aşka sığınmış bir şairdir o. “Beni Öp Sonra Doğur Beni” (1973, E) yalnızca bir şiir başlığı değil, aynı zamanda üçüncü kitabının da adıdır.

On yıl sonra yayımlanan toplu şiirleri “Sevda Sözleri” (1984, Can) de dünya karşısında “aşkla” alınan tavrı vurgular. Şiirlerindeki aşk temasının yoğun olmasının etkisiyle sanırım ona aşk şairi diyenler de olmuştur.

Bence o, varoluşun sorunlarını aşmanın ve hayatı değiştirerek mutlu hale getirmenin bir yolu olarak görmüştür aşkı. “Yalnızca aşkı vardır aşkı olanın” dizesi de bunu söylüyor bence.

Onun yaşamdan ayrılanların ardından yazdığı şiirler bilinir. Metin Altıok’un da onun için yazdığı şiiri anmak gerekir. “Cemal Süreya İçin Sürekli Şiir”den III. Bölüm:

cemal’in imzasındaki fotör

bazen başında da olurdu

yalnız biraz amatör

biraz da mahçup dururdu.

ve cemal hep bir yerlerde

unuturdu o şapkayı

ama şapkaydı belki de

isteyen unutulmayı!

kolay değildi doğrusu

öyle bir başta durmak

hem bir şairin forsu

hem sıradan eşya olmak.

1988’de bir gün arayla yayımlanan iki kitabındaki şiirler (Güz Bitiği ve Sıcak Nal, Dönemli) o güne kadar yazdıklarıyla kıyaslanınca bir değişim düşüncesini yansıtıyor denebilir. Ama… Tüm söylediklerime ek olarak son bir cümle kurmam gerekirse hiç tereddüt etmeden onun için şöyle derim: Cemal Süreya: Şarkısı beyaz, ama sesi yanık şair.

Saygıyla anıyoruz…