YAZARLAR

Kraliçe kocasına lebalep bir cenaze töreni yaptırmıyor!

Neyse ki olaylar Türkiye’de geçmiyor. Burada olsaydı, ömrü billah kral gibi yaşadım demez, bu portakal kasasından beşik mağduriyetini lebalep kongrelerde anlata anlata bitiremezdi.

“1943 Noel'inde Elizabeth, Philip'in üzerinde donanma üniformasıyla çekilen bir fotoğrafını makyaj masasının üzerine yerleştirdi.” Yetmiş yıllık bir evliliğin hikayesi böyle başlıyor. Nisan ayı filan demeden başımıza kar yağdıran, makus bir Ankara gününde de hikâyeye nokta koyulduğunu öğreniyoruz. Hem de nasıl bir zalımlıkla...

“Philip ölmüş, Prens Philip!” diyerek sesleniyor içeriden! Sıçrayıp kalktım tabii. Fakat bir dakika bile tereddüt etmedim, “Philip de kim?” demedim. Hemen anladım her şeyi, “Kraliçeye haber verilmiş mi” diye sordum. Sanırsın verilmediyse bu görevi ben üstleneceğim. "Kadıncaaz hem de yüz yaşında dul kaldı, vah vah?” diye söylendim durdum. Cep telefonuma -haber medyasından filan olmasa da- sekiz ayrı mesaj gelmişti bile. Öğrenir öğrenmez yazmış arkadaşlar. Sağ olsunlar. Bu önemli bir şey. İnsanların hassasiyetlerine hassas olacaksın. Kraliyet hassasiyetim var benim... Böyle birdenbire söylenir mi?

Haberlere yazılara filan bakıyorum iki gündür. Sağda solda Philip’ten, “En uzun süre hizmet eden monark eşi” diye söz ediyorlar. Bir kıcıx kapıyorum bu ifadeye de...

Elizabeth henüz 13 yaşındayken Philip’le karşılaşıyor. Bu arada yazıdaki bilgi ve alıntıların tamamı en başta da linkini verdiğim bu yazıdan.  “Prens Philip Donanma Koleji'nde öğrenciyken okullarını ziyarete gelen, Kral Altıncı George, eşi Kraliçe Elizabeth ve iki genç prenses Elizabeth ve Margaret’e eşlik” ediyor. Çocux da (Philip) o zaman 18 yaşında, burnu kaşında, havalı ki zeplin gibi. Zıpkın mıydı o yoksa? Üstelik Danimarka ve Yunanistan Prensi Andrew’nun oğlu ve bizzat kendisi de bu unvanlara doğuştan sahip. Gelgelelim daha bebekken, 1922’de, Yunanistan’daki askeri darbe sonrası aile sürgün yemiş ve ailesiyle birlikte Elizabeth’in büyük amcası Kral V. George’un gönderdiği bir savaş gemisiyle Fransa’ya götürülmüş. Philipcik Fransa yolculuğunun tamamını portakal kasasından bir beşikte geçirmiş. Neyse ki olaylar Türkiye’de geçmiyor. Burada olsaydı, ömrü billah kral gibi yaşadım demez, bu portakal kasasından beşik mağduriyetini lebalep kongrelerde anlata anlata bitiremezdi...

Kısacası evlilik yoluyla prens (hatta bir nevi kral) olduğunu bildiğimiz Philip, evvelden de bir prensmiş işte. Hatta annesi de bizzat Kraliçe Victoria’nın torununun torunuymuş. Açın Vikipedi’den okuyun. Viki de zaten Victoria’dan geliyor. Söyleyeyim ben size. Orada da subliminal bir mesaj var. Neyse, başım çatladı soy ağacı çıkaracağım diye. Netflix dizilerinden hallice hayatlar ve ilişkiler...

Dizi dedim de Payitaht: Abdülhamid dizisini izleyenler bilir. Bütün Avrupa kraliyet aileleri birbiriyle akraba zaten. Gerçi Gazete Duvar okur yazarları arasında Payitaht: Abdülhamid izleyen benle Ayşe Çavdar’dan başka kimse de yok. Bu yüzden bu akrabalığı ya da akrabalıktan kaynaklı olarak Avrupa kraliyet üyelerinin neredeyse tamamının hemofili hastası olduğunu bilmeleri de zor. Oysa Abdülhamid izleyicileri öyle mi? Her şeyi biliyor, büyük oyunu ve subliminal dalavereleri külliye(de)n görüyor. “Her bir üyesine bir jilet atsak Avrupa kraliyet ailelerinin işini bitirsek” diye ortalık kolluyorlar yıllardır. Bu soy sop ilişkilerini sanırım en iyi İlber Hoca bilir. Kulüp rakısı, kenevir bitkisi ve Bitcoin uzmanı Dilipak da bilebilir tabii.

Neyse, II. Elizabeth henüz sivilceli bir ergenken tanıştığı Philip’i gözüne kestirmiş anlayacağınız. Yaşlılık hallerine bakmayın bu İngiliz soylular erken çöküyor, gençken -bir Yunan tanrısı gibi değilse de- baya yakışıklıymış bu Philip. Elizabeth uzak akraba kontenjanından hesap, Philip’in Buckingham Külliyesine davet edilmesini sağlayıp durmuş. Şimdi kral baba da durumun farkında tabii, kız ömrü yeterse er ya da geç kraliçe olacak. Sonuçta davulcu istemiyor, zurnacı istemiyor sabi. Avrupa kraliyet ailelerinden birinin -kendi haline bırakılsa Britanya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na kadar yükseleceğine kesin gözüyle bakılan- bir üyesine âşık olmuş. Yani 13 yaşındaki ergen bir veliaht prenses, zibidinin tekini bulup zamanı gelince de makyaj sehpasına fotoğrafını dikebilirdi. Neden olmasın? Genetiğinde var. Kral amcası zaten bir Amerikalı sosyetiğe kaçmak için tahtı bırakmış. Nitekim bu soyaçekimden Elizabeth’in kız kardeşi Margaret de nasiplenmişti. Babasının hizmetindeki halktan bir albayla evlenmeye kalkmış, o zamanlar olacak iş değilmiş tabii. Kral baba da erkenden ölmesin mi? Ablasına açmış konuyu. Elizabeth akıllı, babamız yeni öldü sen bir sene bekle mi demiş ne demiş, ikna etmiş işte. Margaret’in de o süre içinde zaten gönlü albaydan çoktan geçmiş. Madenlilerin dediği gibi, örneklerin her biri ayrı tevir. Charles’ın Camilla’ya, gınalı guzu Harry’nin Meghan’a fuları kaptırması gibi, kimisi de bir kaptırdı mı kaptırıyor...

Kraliyet bu basiret var, izan var. Her ihtimal gibi soyaçekim ihtimalini de düşünecekler tabii. Öyle Bilal’e verilir gibi kız mı verilir? Bakıyorlar çocux hem Kraliçe Victoria’nın torununun torunu, hem yakışıklı, hem donanma komutanı... Dolayısıyla Elizabeth, Philip’in fotoğrafını makyaj sehpasının üzerine yerleştirince, iş bitiyor. “Alalım bunu sana” diyorlar. Ben de ergenken Robert Redford’un olsun, Alain Delon’un olsun fotoğraflarını radyonun üzerine filan çok yerleştirdim. Maalesef bir toz alma esnasında fırlatılıp atıldı. Prenses doğacaksın. Yoksa yox...

Neyse işte bu fotoğraf yerleştirme hadisesinden sonra, gelsin nişanlar gitsin Londra’nın en büyük kilisesinde lebalep seremoniler ki bu evliliğin Londra’da savaştan artakalan kasveti nihayet dağıttığı, her yeri ışıldattığı söyleniyor. Elizabeth böylece, 21 yaşındayken Philip Mountbatten’la evleniyor. Gökten üç elma düşüyor ki birisi dosdoğru Prens Philip’in kafasına... Evlenmek için büyük büyük dedelerinin İngiliz soyadını alıp, Yunan ve Danimarka ünvanlarını ve önceki soyadını terk etmek zorunda kalıyor. Sonradan bu İngiliz soyadını bile kendi evlatlarına veremiyor. Bütün kariyerini vs. bıraktıktan sonra arkadaşlarıyla takılmayı rutin edindiği Soho’daki kulüp günlerinden birinde (sanırım) şöyle dediği rivayet ediliyor: "Bu ülkede çocuklarına kendi soyadını veremeyen tek erkeğim. Lanet bir amipten başka bir şey değilim."

Bu noktada da ben Prens Philip’i terk edip Elizabeth’in safına geçiyorum. Hem 16 ülkenin kraliçesinin kocası olmanın tadını çıkar ve gittiğin her yerde lebalep kalabalıklarca ağırlan, hem Soho’larda filan gönlünce takıl, hem de yok “ben bir amibim,” yok “gözle görülmez bir korona virüsüyüm” diye kıraathane arkadaşlarınla kraliyet dedikodusu yap. Yok öyle. Senin de derdin bu olsun. Biz kadınlar savaşımızı veriyoruz ve soyadımızdan da İstanbul Sözleşmesi’nden de vazgeçmiyoruz. Savaşmamışsın. Donanmayı da en baştan terk etmişsin zaten... Olacak işler mi bunlar? Monarşiyi modernize edelim diye söylenip durmuşsun ama Vanuatu yerlileri sana tanrı diye taparken de bir şikâyetin olmamış. Savaş sonrası Japon imparatorunun yaptığı gibi ortaya çıkıp “Hayır hayır haşa ben tanrı değilim” bile dememişsin...

Bundan sonra ne olacak peki? Kraliçe de Allah gecinden versin çok yaşamazsa, Charles mı başa geçecek? Yalnız o çokoprens Charles da kime çekmiş anlamıyorum ki ben, baba yakışıklı, annenin de gençliği hiç fena değil... Neyse onun da işi zor, yetmiş yaşında yetim kaldı ya. Olacak iş mi? Yetimlik bile vakitlice yaşanmalı. İnsan neye ve kime üzüleceğini şaşırıyor.

Off off... Ben en çok kraliçeye üzülüyorum. Kadının başka bir hayatı yok. Neredeyse yetmiş yıldır evli. 65 yıldır da kraliçe... Ne yapacak şimdi dul başına. O yaşta yalnızlık çok zor iş. Allah uzun ömürler versin benimkinin Milaslı anneannesinden biliyorum, Biritiş kraliçesiylen tevellüt yarıştırıyor maşallah. Bu hafta tam 97 yaşına giriyor Sezoş Hanım. Adı Seza olan o yaşta bir anneanne. Çok tatlı. Kilimleri çapraz çapraz sererdi Milas’taki evine. Hey gidi... Kendisine, “Nenelerin gibi uzun yaşarsın inşallah, rahmetli babaannen de öldüğünde 95’in üzerindeydi, değil mi” dediğimde, “Yoook bizim ailede erkekler uzun yaşamıyor, kadınlar hepsini erkenden gömüyor” diyor. Lahavle. Ellisini geçmiş saçında bir tel beyaz yok, genetiğine yoruyor zahar. Evde huzurun olmasın görürsün genetiği. Kadınlar erken gömüyormuş... Allah muhafaza...

Prens Philip için 17 Nisan’da yapılacak cenaze törenine, genel korona tedbirleri uyarınca, sadece 30 kişi çağrılacakmış. Otuz ney ya? 30 ney? Sanırsın Notre Dame’ın kamburunun cenazesi. Allah Allah ya. Adam, her ne kadar anayasal bir pozisyonu olmasa da bir nevi kral! Prens dendiğine ne bakıyoruz? Britanya kraliçesinin yetmiş yıllık eşi ölmüş. Ne koronası, ne tedbiri? AKP kongrelerinde bile koronadan korkmuyorlar, siz neden korkuyorsunuz? Size de bir gövde gösterisi lazım. Siz de çatırdıyorsunuz. Biri alıp başını karısıylan beraber Holywood’a yerleşiyor, demeçler veriyor. Karısı kraliyetten “şirket” diye söz ediyor. Öteki bilmem ne... Neyinize güveniyorsunuz? Yapın bir lebalep cenaze töreni. Biritiş halkını yeniden Külliye etrafında konsolide edin. Cumhurbaşkanımızı da çağırın, gelsin. Yani tören 30 kişiyle sınırlı olursa, sağdan sayıyorum yok, soldan sayıyorum yok, sıra gelmiyor ona. Lütfen gelsin çünkü...

 
 

Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.