Libya’da değişen denklemlerin açmazı ve yeni seçenekler

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu bilinen “one minute” çıkışıyla birlikte Filistin meselesiyle daha yakından ilgilenmesinden ötürü AKP’ye bir hayli sıcak bakan Abdülbari Atwan şöyle diyor: “Bir yanda Rusya ile Amerika rekabeti, diğer yanda Türkiye-Katar ikilisiyle Suudi Arabistan-Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri üçlüsünün dolaylı çatışması sonucu yapılan pazarlıklarda, Libya’da ne Hafter ne de Fayiz el Sarraç beklenenleri elde edecektir."

Google Haberlere Abone ol

Faik Bulut

Bugünlerde Libya’da süren iç savaşa müdahil olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Türkiye’nin destekledikleri çatışan taraflar arasında belli ölçüde dengeler değişip hesaplar tersine döndü. (Bkz. İlhan Uzgel: Türkiye’nin Bibya'ya müdahalesi dengeleri değiştirdi; M. Ender Öndeş, “İdlib olmadı, Libya’ya yüklenelim”, Yeni Yaşam gazetesi, 7 Mayıs 2020.)

Değerlendirmeyi güncel kılan ikinci önemli gelişme, 2 Haziran’da toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun bildirisiydi. Buna göre Türkiye, Akdeniz’deki haklarından ve Libya’daki varlığının gerekçelerinden asla vazgeçmeyecekti!

Londra’da Arapça yayınlanan Ray el Yom gazetesinin Filistinli yayın yönetmeni Abdulbari Atwan’ın görüntülü ve sesli sunulan 2 Haziran tarihli yorumuna bakılırsa; “Türkiye’nin insansız hava araçları ve benzeri ağır silahlarla sürpriz saldırısı karşısında ‘bozguna uğrayan’ Mareşal Hafter komutasındaki Libya Milli Ordusu (LMO) kuvvetlerinin yenilgisinden sonra, ortalık büyük bir sessizliğe büründü. Taraflar ve başta Rusya ile Türkiye olmak üzere bu savaş oyununa müdahil olan yabancı devletler, hesaplarını ve planlarını yeniden gözden geçiriyorlar. Dolayısıyla mevcut sessizlik ortamı, fırtına öncesine denk düşmektedir. Libya Milli Mutabakat Hükümeti’ni (MMH) destekleyip silahlandıran Türkiye ile Rusya’nın karşı mevzilerde yer almaları, her iki devleti muhtemel sürtüşme ve hatta çatışmanın eşiğine getirebilir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu bilinen “one minute” çıkışıyla birlikte Filistin meselesiyle daha yakından ilgilenmesinden ötürü AKP’ye bir hayli sıcak bakan Atwan, bu duygusunu henüz yitirmiş değil. Geçmişte AKP ve yan kuruluşlarının davetlisi olarak Türkiye’ye birkaç kez gelmişti. Fakat AKP iktidarının İsrail ile el altından iş tutması ve Suriye’ye hem siyasi hem de askeri açıdan müdahale etmesi nedeniyle Erdoğan’ın politikasını ara sıra eleştirmektedir. Atwan, “Türkiye’nin 9-10 bin kadar Suriyeli silahlı cihatçı militanı çeşitli yollardan Libya’ya taşıdığını, bunlara dolar üzerinden para (Katar finansmanı) verdiğini” defalarca dile getirmiştir.

Libya’daki devletler oyununda denge değişimine bağlı olarak eski hesaplarla planların gözden geçirilmesi ve yeni denklem kurma çabaları Türkiye ile Rusya’nın zıt yönlerde harekete geçmelerinin sonucuymuş gibi görünüyor. Genelde Hafter ile Erdoğan arasında açık ve kesin bir tutum almamaya çalışan Amerikan yönetimi, Rusya’nın Libya’daki yeni hamlelerine bağlı olarak Türkiye’ye göz kırpmaya bakıyor. Aynı zamanda da İsrail ile Türkiye’yi Akdeniz ve Libya konusunda ortak bir zeminde buluşturmaya niyetliymiş gibi görünüyor.

Oysa Rusya’nın Libya’da Hafter lehine etkisini artırması, “DAEŞ’e karşı ABD ile birlikte savaşmış olan MMH saflarında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. (Türkiye’nin desteklediği) Başbakan Fayiz el Sarraç ve müttefikleri, kendilerini en büyük müttefikleri tarafından ‘terk edilmiş’ ve ‘ihanete uğramış’ gibi hissediyorlardı. Bu arada Trablus saldırısı öncesinde muhtemelen BAE tarafından Hafter’e transfer edilen silahlar arasında Amerikan yapımı gelişmiş tanksavar füzeleri de görünmeye başlamıştı.” (Bkz. American Missiles Found in Libyan Rebel Compound. Declan Walsh, Eric Schmitt and John Ismay. 28.06.2019. , Erişim tarihi: 02.12.2019. Aktaran Hakan Gürel, “Savaş Tırmanıyor: Şer İttifakları”, 2. Bölüm, Kuzgun Portal.”)

Rai el Yom köşe yazarlarından olup genelde yorumlarının ayrıntılı ve isabetli oluşuyla ön plana çıkan Ömer Necib, 1 Haziran tarihli uzun makalesinde, Türkiye’nin konumunu şöyle değerlendiriyor:

“Libya’da olup bitenler bölgesel ve dünya kamuoyu açısından hayli yanıltıcıdır. Bu yüzden Arap dünyasında Türkiye’nin oradaki varlığına sıcak bakanlar var. Oysa müdahaleci her devlet, algı operasyonu yapmak suretiyle gerçeklerin üstünü örtmektedir. Aslında Türkiye’nin Libya’ya müdahale tarzı ve taktiği, Suriye’de uyguladıklarını andırıyor. Nisan 2019’dan itibaren yaklaşık 11 bin Suriyeli cihatçı ve 800 Türk subayıyla ülkeye giren Türkiye, Fayiz el Sarrac başkanlığındaki Trablus’taki Milli Mutabakat Hükümeti’ne (MMH) arka çıkmıştır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verilerine göre Suriye’den Libya’ya nakledilen 150 cihatçının yaşları 16 ile 18 arasında değişiyor. Şimdiye kadar ölen çocuk cihatçı sayısı 17. Militanlardan 3 bin 300 kadarı Libya’ya sevk edilmeden önce Türkiye askeri kamplarında eğitim almış. Bu haliyle, MMH emrindeki ‘milli ordu’, Suriye’nin güney ve kuzeyinden giden cihatçıların bir bileşeni gibidir. Bunlar para ve Türkiye vatandaşlığı verilmesi vaadiyle oraya gönderilmiştir.”

Katar parasıyla Londra’da yayınlanan 5 Mayıs tarihli el Quds el Arabi, videoya çekilmiş önemli bir olaya ve bazı tanıklıklara dayanarak şöyle bir yorum yapmış:

“Libya’nın el Watiyye üssü komutanı Suudi kökenli Usame Museyk, Trablus Milli Mutabakat Hükümeti (MMH) kuvvetlerince öldürüldü. Museyk, Suudi Arabistan’da Medhale veya Medhaliyun adıyla bilinen selefi (köktenci cihatçı) dini bir akımın adıdır. Öncüsü, Rebi-ul Medhali isimli bağnaz bir din adamıdır. Yetiştirdiği medrese öğrencileri, 1990’larda Kuveyt’in Saddam işgalinden kurtarılması için cihat uğruna savaştılar. O tarihten itibaren bazı Arap ülkelerinde yayılmaya başladılar. Şeriat medreselerinde eğitilmek üzere Suudi Arabistan’a gönderilen Libyalı onlarca genç, oralarda askeri ve dini eğitim aldıktan sonra Hafter’in vurucu gücü olarak savaş cephesine gönderiliyorlar. Bu da Suudi yönetimiyle paralı asker haline getirilmiş cihatçılar arasındaki bağı gösteriyor.”

Malum, Türkiye’nin Libya’ya gönderdiği Suriye’deki ücretli Cihatçıların maaşlarının Katar tarafından karşılandığı yerli-yabancı basında sıkça yazılıyor. Bahsedilen gazete, Trablus’taki Türkiye-Katar destekli hükümetin Müslüman Kardeşler ve Suriyeli Cihatçılar tarafından desteklendiği yolundaki suçlamalara, bu örnekle cevap vermiş oluyor. Yani tencere dibin kara, seninki benden kara!

Ömer Necib gelişmenin öteki yüzüne de ışık tutuyor:

“Libya’daki mücadele Rusya, ABD ve Türkiye arasında çatışma potansiyelini barındırıyor. 7 Aralık 2019’da ABD’nin Afrika’da bulundurduğu askeri kuvvetler (AFRICOM) komutanlığı, bir Amerikan insansız hava aracının Trablus yakınlarında 21 Kasım 2019’da düşürüldüğünü duyurmuştu. Düşüren kesimin, Hafter saflarında paralı hizmet veren Rus emekli askerleri olduğu belirlenmiş; 20 Mayıs günü bir açıklama yapan İsrail’in BM’deki temsilcisine bakılırsa, Rusya’nın yanı sıra İran bile Hafter’e ağır silahlar göndermiş. Bu açıklamadan bir hafta sonra, bir Pentagon yetkilisi, Rusya’nın 14 adet MİG 29 ve SOHOY 24 uçağını Hafter’e ulaştırdığını açıkladı. Reuters haber ajansında yayınlanan açıklamaya göre; Rusya’nın gönderdiği bu uçaklar zaten bir açmaza girmiş olan Libya’daki dengeleri değiştirmeyebilir. Aslında Moskova’nın Libya’da taraflardan birinin kesin zafer kazanmasına ihtiyacı yoktur. Önemli olan kendisine sıçrama tahtası olabilecek bir yer edinmektir. Rusya’nın, oralarda kendine iyi stratejik bir üs edinme imkânı vermesi açısından son derece tehlikelidir.”

ABD’nin Rusya kaygısı, onu, Türkiye’yi el altından desteklemeye itebilir. Bunu hisseden Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Trump’a göz kırpmasına ilişkin yorumlar da var…

Tecrübeli gazeteci Atwan, yukarıda bahsedilen konuşmasında, daha fazla müdahale etmeye hazırlanan Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’ı arayarak, “Libya’da kendisine yardım etmesini ve kendi tarafını tutmasını istediğini” söylüyor. Dahası var, Atwan şunları da söylüyor: “Mavi Marmara olayından ötürü resmi ilişkileri kesik olan İsrail havayolları EL AL, 10 yıldan beri ilk kez Türkiye havalimanına iniş yapmıştır. Bu bile, Erdoğan’ın İsrail üzerinden Trump’a göz kırpması ve siyasi flört işareti sayılabilir…”

Libya meselesinde Türkiye’nin Rusya ve ABD ile taktikleri hakkında iki tespitten alıntı yapalım:

“Türkiye’nin bölgedeki her krizde kapısını çaldığı Rusya, Moskova’da kurulan son iki masada da Türkiye’nin yanında değil karşısında oturdu.” (Bkz. Hediye Levent, “Moskova, İki Masada”, Evrensel gazetesi 16 Ocak 2020)

Nitekim aralarında Rusya Wagner özel savaş şirketi askerlerinin de bulunduğu Mareşal Hafter güçleri, Türkiye’nin hava silahlarının zoruyla el Watiyye üssünden çıkartılınca, Rusya karşı hamle yaparak Hafter ordusuna gelişmiş savaş uçakları gönderdi.

“Türkiye son altı ayda artan müdahalelerle Libya’daki dengeleri Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu aleyhine değiştirirken paradoksal olarak geriletilen tarafın destekçilerinden Rusya’nın da önünü açıyor. Özel savaş şirketi Wagner’in sahada artık gizlenemeyen varlığı bir kenara, Rus rolünün ne denli arttığını Amerikan alarmından da anlıyoruz. ABD’nin Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden yana tavrını belirginleştirmesinde Rus rolünden duyulan endişe yatıyor. Ve tabii ABD’nin, NATO’daki ortağı Türkiye’nin denklemdeki yerini kendi yeri sayması da doğal. Ayrıca Trablus’un düşmemesi de mesafeli politikayı sürdürmeyi anlamsızlaştırıyor.

Şimdi Rusya ‘İlgim yok’ dese de muhtemelen bölgeye jetleri göndererek Türkiye’nin önüne yeni bir ateşkes hattı koymayı, ikmal hattında önem arz eden Cufra gibi yerlerin düşmesini önlemeyi ve müzakere yolunu zorlamayı hedefliyor. Rusya tek başına süreci ilerletemeyeceği için başta Türkiye olmak üzere İtalya, Fransa ve Almanya gibi AB ülkeleriyle de çalışmak durumunda.” (Bkz. Fehim Taştekin, “Ruslar Libya’da ne yapmaya çalışıyor”, Gazete Duvar, 27 Mayıs 2020.)

Batılı bir diplomata göre; her bir devletin desteklediği tarafın yaptığı askeri hamle, diğer devletlerin arka çıktığı tarafın da daha güçlü ve hızlı karşı hamle yapmasına yol açıyor. Esas çıkmaz da burada.

Sözü Abdülbari Atwan’la bitirelim:

“Bir yanda Rusya ile Amerika rekabeti, diğer yanda Türkiye-Katar ikilisiyle Suudi Arabistan-Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri üçlüsünün dolaylı çatışması sonucu yapılan pazarlıklarda, Libya’da ne Hafter ne de Fayiz el Sarraç beklenenleri elde edecektir. Tersine, her ikisi de kaybedebilir ve belki de son dönemde Hafter ile arasına mesafe koyan Tobruk Meclis Başkanı Akile Salih, ortama uygun önerileriyle üçüncü bir güç olarak kazanmaya aday bir siyasi şahsiyet olabilir.”