68 hareketinden beslenen 12 Mart romanı: 'Bir Düğün Gecesi'

'Bir Düğün Gecesi'nde görüldüğü gibi gençler, sistemin kuklası olmayı reddetmişler ve ilk olarak ailenin status quo’sunu yıkarak işe başlamışlar, sonra da iktidara karşı ayaklanmışlardır. 12 Mart romanlarını 68’i tecrübe eden yazarların öz eleştirileri olarak kabul edersek belki daha anlamlı bulabiliriz. Böylece kendinden sonra gelen devrimcilere geçmişi anlatarak onları bilinçlendiren bu yazarlar arasında en iyi örneği veren Adalet Ağaoğlu’nun devrimci yönünü de daha iyi anlamış oluruz.

Google Haberlere Abone ol

1961 Anayasası’yla beraber Türkiye halkı, özellikle Türkiye gençliği ve çalışan kesim bazı haklar almış, bu durum da sosyalizmin etkisinin yayılmasına katkıda bulunmuştur. 1960’larda gençlik hareketlerini emperyalizm karşıtı olarak görmekteyiz. Aynı zamanda, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi liderler tarafından şehirde örgütlenen gruplara şahitlik ediyoruz. Bu dönemde, üniversiteler ayaklanmaların merkeziydi ve Türkiye gençliği protestolarda en büyük role sahipti. Gösteriler üniversite reformu ihtiyacıyla filizlendi ve sonuç olarak üniversite işgalleri başladı. Bu durum, işçi sınıfı için fabrikaları işgal etme konusunda model arz etti.

Bu hareketler büyüyerek Amerikan Altıncı Filosu’nun (1967-1969) gelişiyle başlayan protestolarla birlikte radikal yüzünü net bir şekilde göstermiş oldu. Haziran ayındaki Büyük İşçi İsyanı (1970) Emin Alper’in gösterdiği gibi devlet için son uyarı oldu. (Alper, 2010) İlaveten, Alper ekonominin 1973’e kadar iyi gittiğini, bu sebeple mevcut krizin ekonomik değil politik bir kriz olduğunu belirtmekte. Yargı kurumlarındaki Kemalist kadrolar 1961 Anayasası’nın liberal ruhunu korumak için sol hareketlere karşı cephe almadı fakat Adalet Partisi hükumeti sol hareketlere bu toleransı göstermekten çok uzaktı. Aksine, polisi göstericilere karşı şiddet kullanması için teşvik etmekteydi. (Alper, 2010: 90-94) Ortada güçsüz ve hoşgörüsüz bir hükumet olmakla birlikte, yargı sistemindeki Kemalist kadrolar direnen gençleri savunmaktaydı. Bu savunma yetersiz kaldı ve 68 Hareketi, 12 Mart 1971’de bir darbeyle sona erdi. Devrimci orduya inanan gençlik müthiş bir şok yaşadı ve bu sefer onları koruyan kimse kalmadı. Ortada kalan gençler “legal güçler” tarafından insanlık dışı muamelelere maruz kaldılar.

Tüm bu olup bitenlerin edebiyata yansımalarını görmek mümkün. Dikkat çekicidir ki “68 romanları” diye bir alt başlık literatürümüzde yok ama “12 Mart romanları” diye bir alt başlık mevcut. 68 Hareketi’ni konu alan birçok şiir örneğini görsek de edebiyatçılar roman türünde 12 Mart’a ağırlık vermişlerdir.

İlk olarak 12 Mart romanının ne olduğunu açıklamak gerek: Bu romanlar ağırlıklı olarak politik konuları ele alan ve 1960’ların sonu ile 1970’lerin başını anlatan romanlardır. Fakat “politik roman” diye bir türün olup olmadığı tartışmalıdır zira her roman ister istemez politiktir. Sınıflandırma sorunu “politik roman” tanımını doğurduğu için bu terimi tasvip etmemekle birlikte onu kullanmaktan başka çare gözükmemekte.

12 Mart romanları politik roman türünün iyi örnekleri olarak görülmektedir çünkü sınıf çatışmalarını, sosyal hayatı ve Türkiye’nin siyasi yaşamını yansıtırlar. Çiğdem Sever, 12 Mart romanlarının bir neslin hatıralarından oluşan bir kaynak olduğunun ve kişisel hafızadan kültürel hafızaya dönüştüğünün altını çizer. Kaynaktırlar çünkü darbeden önce, darbe zamanında ve darbeden sonra ne olduğunu gerçekçi biçimde anlatırlar. 12 Mart romanlarının köklerini, toplumsal eşitsizliği köylü-ağa çatışması üzerinden anlatan realist Anadolu romanlarında da bulabiliriz. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Sabahattin Âli gibi yazarlar bu türde yetkin örnekler vererek halk kültürünü ana kaynak olarak kullanmış ve köylünün sorunlarına dikkat çekmişlerdir. Onların romanlarında geçen köylü-ağa çatışması 12 Mart romanlarında devrimciler ve faşistler arasındaki çatışmaya dönüşmüştür. Bu değişimi 1960’larda görebiliriz çünkü ana akımlardan biri o dönemde sosyalizmdi. Alemdar Yalçın, 1960’lardan 1970’lere kadar birçok sosyalist derginin ve sosyalist yayın evinin olduğunu belirtir. (Yalçın 2005: 18-20)

Aynı dönemde Avrupa’da ve Amerika’da birçok gençlik hareketi zaten filizlenmişti. Paris Üniversitesi’nde, Columbia Üniversitesi’nde ve diğer üniversitelerde birçok gösteri düzenleniyordu, hatta üniversite işgalleri başlamıştı.

Türkiye’de ise büyük umutlarla romantik bir karakter arz ederek başlayan gençlik hareketleri devletin karanlık yüzüyle karşılaştı, gençler şiddete ve işkenceye maruz kaldılar. Buna paralel olarak, şiddet, baskı ve işkence 12 Mart romanlarının önemli temaları olarak karşımıza çıkar. Bu romanlarda okur, aydınların “büyük faşist güç” karşısındaki çaresizliğini hisseder.

Kahramanlar genellikle kendilerini devrim için feda etmekten çekinmeyen burjuva kökenli gençlerdir ancak sosyal çevreleri onları sıkıştırır. Ne ait oldukları burjuva çevre sosyalist fikirleri yüzünden onları kabul eder ne de işçi sınıfına mensup sosyalistler burjuva kökenleri yüzünden onları benimser. Burjuva entelektüelinin yabancılaşması da diğer bir tema olarak belirir.

Açıklanacağı üzere, 12 Mart romanlarının içeriği entelektüellerin düşünce dünyası hakkında bize ipucu vermektedir. Bu ipuçlarından hareketle entelektüellerin darbeyi bir mağlubiyet olarak değerlendirdiklerini açıkça görebiliriz. Çiğdem Sever bunu “pasif mağlubiyet” olarak adlandırır çünkü devrimcilerin “büyük faşist güç” karşısında kazanma şansları yoktur. (Sever 2011:9)

'İÇERDEKİLER' VE 'DIŞARDAKİLER'

Öte yandan, 12 Mart romanlarının en büyük başarısı okuru mahkumların bilinmeyen akıbetleri hakkında bilgilendirmek olmuştur. Bu bağlamda, Murat Belge iki tip yazar olduğunu belirtir: İçeridekiler ve dışarıdakiler. İçeridekiler 12 Mart’ı realist şekilde ele alarak tutuklamalar, işkenceler, hapishaneler yani devletin karanlık yüzü hakkında gerçeği yansıtabilenlerdir. Dışarıdakiler ise yüzeyde kalarak bu dönemi gerektiği gibi anlatamazlar. Önemlidir ki içeridekiler öz eleştiri yapma yoluna giderek devrimci hareketin aksayan taraflarını onarmaya çalışmışlardır. (Belge 1994:118)

Berna Moran da benzer bir ayrım yaparak darbe döneminde iki dünya olduğunu belirtir. İlk dünya günlük hayattır, ikinci dünya ise hapishanelerin, işkencelerin, polis merkezlerinin, tutuklamaların ve sıkıyönetimin dünyasıdır. Moran da 12 Mart romanlarının bilinmeyen ikinci dünyayı okura anlatmasının önemini vurgular. 12 Mart romanları okur için sadece ilgi çekici değil aynı zamanda şok edicidir. (Moran 2004: 13) Sever’in “pasif mağlubiyet” tanımına benzer bir şekilde Moran da devrimci gençlerin faşist canavar karşısındaki güçsüzlüğünü vurgular. Bununla beraber, 12 Mart romanları okura “rol değiştirme” şansı verir. Erdal Öz’ün “Yaralısın” adlı romanı ikinci tekil şahıs kullanılarak yazılmıştır. Okur, bu sayede Moran’ın deyimiyle ikinci dünyanın, Belge’nin deyimiyle içerinin kapısını aralama fırsatı yakalar.

Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu, 380 syf., Everest Yayınları, 2014.

Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi” romanı için Berna Moran’a göre 12 Mart romanlarının en iyi örneğidir. Ayrıca, romandaki modern özelliklerin altını çizerek onu 1980 romanları için bir kaynak olarak görür. (Moran 2004:33-34)

Kitap 1972 Kasım’ındaki bir düğün gecesini konu alır. Kitabın tamamı karakterlerin iç monologları ve geçmişe dönüşleriyle ilerler. Birçok kahraman olmasına rağmen ana kahramanlar Tezel ve Ömer’dir. Tezel alkolik bir sanatçı, Ömer ise İstanbul Üniversitesi’nde ekonomi hocasıdır. Vurgu yapılan diğer karakterler ise evlenmek üzere olmasına rağmen hâlâ Ömer’i seven Ayşen ile İstanbul Üniversitesi’nin en radikal sosyalist öğrencisi olmasına rağmen Yıldız adında burjuva bir kıza âşık olarak onunla evlenen ve zamanla burjuvalaşan Tuncer’dir.

Hapishanelerin, polis şiddetinin ve darbenin yarattığı paranoyak atmosfer kitapta yer alsa da üzerinde asıl durulan nokta burjuva gençliğin nasıl sosyalist olduğu ve darbeden sonra umudunu nasıl tamamen yitirdiğidir. Kitapta kimse mutlu değildir ve herkes kederlidir. Herkes kendi iç dünyasında kaybolmuştur. Tezel otuzlu yaşlarda, Ömer ise kırk beş yaşlarındadır. Yani ikisi de 1950’leri ve 1960’ları gören eski devrimcilerdendir. Ayşen ve Tuncer onlardan daha gençtir; Ayşen yirmi iki yaşındadır, Tuncer’in de onun fakülte arkadaşı olduğunu düşünürsek yakın yaşlarda oldukları sonucuna varabiliriz. Tezel'in ve Ömer’in aksine onlar 68’ kuşağının orta yaşlıları değil, gençleridir.

Romanda, 68 hareketi birçok defa özellikle Tezel’in ağzından eleştirilir. Tezel devrimcilerin halkı özgürleştirmek istediklerini fakat bireysel özgürlükler için hiçbir şey yapmadıklarını söylüyor. Bir çifti asla kucaklamadıklarını, suya asla kıyafetleriyle atlamadıklarını, taksi şoförlerine hep istedikleri parayı verdiklerini, daha azını vermek için kavga etmediklerini çoğunu vermenin de akıllarından geçmediğini söylüyor. (Ağaoğlu, 1994: 40) Bu eleştirisiyle Tezel, hareketin yetersizliğinin altını çizer. Ek olarak, herkesin görev almak için her şeyi terk ettiğini ve herkesin herkese ne yapması gerektiğini söylediğini, bunun da faşistlere özgü bir tutum olduğunu belirtir. (A.g.e. 53)

Burjuva ailelerden gelen ve sosyalist olmak isteyen gençlerin yabancılaşması da romanın önemli temalarından biridir. Ayşen çok zengin bir ailenin kızıdır fakat genç bir sosyalisttir. Öbür sosyalistler Ayşen’in varlığını kabul etmezler. Ona karşı her zaman kaba ve huysuzdurlar. Eski erkek arkadaşı Uğur bile Ayşen’e bağırarak “O babadan, o anadan devrimci kız mı çıkarmış?” der. (A.g.e. 248) Öbürküler de Uğur’a “burjuva kızın” onları rahat bırakmasını sağlamasını söylerler. Hatta, Ayşen’le olan ilişkisini bitirmezse Uğur’u aralarına kabul etmeyecekleri tehdidini savururlar. (A.g.e. 249) Kısaca, Ayşen’in devrimci harekete katılmasını istemezler çünkü o burjuva bir aileden gelmektedir. Bununla beraber Ayşen’in ailesiyle de sorunları vardır çünkü onlar da biricik kızlarının sosyalist olmasını istememektedirler. Ayşen karakterine bakarsak sosyalist harekete katılmak isteyen burjuva kökenli gençlerin de yabancılaşmasına şahit oluruz. Ahmet Alver, Ayşen’in hem sosyalist gruplara girme konusunda hem de anne-babasının sevgisini kazanma konusunda başarısız olduğunu belirtir. Bu yüzden bir tümgeneralin oğluyla (Ercan) evlenir ki ailesi zengin ve saygıdeğer bir damatla mutlu olsun. En azından, aile içerisindeki başarısızlığını yok etmeye çalışır. (Alver 2011:27)

Diğer 12 Mart romanlarında olduğu gibi işkence ve hapis temaları “Bir Düğün Gecesi”nde de vardır fakat ayrıntılara inilmez. Tezel gençken, illegal şekilde işkence gören insanların yazdığı notları Londra’daki bir “arkadaş” ile paylaşma görevi alır. Tezel’e bu notları veren devrimciye göre bu yazılar faşizmin insanlık dışı yüzünün bir kanıtıdır. O ve diğer devrimciler bu notların çok etkili olacağına tüm kalpleriyle inanmaktadırlar ama Londra’daki “arkadaş” notları aldığında hiç etkilenmez. Tezel’e bunların bir işe yaramayacağını, bunun gibi birçok yazıya sahip olduklarını söyler. Buradan hareketle, genç devrimcilerin saflığını ve romantikliğini de görmek mümkün. Notları okuyan Tezel, göğsüne elektrik verildiğinde ya da anüsü bir sopayla taciz edildiğinde ne yapacağını düşünür...

Ayrıca, yazar eğitimli gençler ile işçiler arasındaki çatışmaya Ali Usta’nın ağzından değinir. Ali Usta, televizyon tamircisidir. Eğitimli değildir fakat hayat tecrübesi vardır. Bu sayede sorunlarını kendine has felsefesiyle çözer. Tuncer ile olan konuşmasında, Tuncer onu devrimci hareketi küçümsemekle suçlar fakat Ali Usta hareketi küçümsemediğini söyler ve şu yorumu yapar:

“Küçümsediğim falan yok. Olduğu kadar büyümsüyorum. Sizlersiz olmaz, ama yalnız sizinle de hiçbir bok olmaz.” (Ağaoğlu, 1994: 169)

Ali Usta, işçi sınıfına mensup bir kişi olarak tıpkı Tezel gibi hareketin dar görüşlülüğünü eleştirir. Sadece üniversite gençliğinin yetmediğini, hareketin köylüyle ve işçi sınıfıyla buluşmasının elzem olduğunu söylemek ister. Bu buluşma gerçekleşmez çünkü kimse değişmek istemese de herkes bir şekilde değişmiştir. Ayşen devrimci olmak ister fakat dışlandığı için yabancılaşır. Tuncer, radikal bir sosyalist olmasına rağmen âşık olduktan sonra kendine ve savunduğu değerlere yabancılaşır. Yıldız’la evlendikten sonra ideallerini kaybeder ve Lozan’da kayın pederinin ekonomik desteğiyle doktorasını yapmaya başlar.

Aynı zamanda Tuncer, Ömer’in eski bir öğrencisidir. Ömer, sosyalist öğrencilerin saygı duyduğu tek hocadır çünkü kendisi de sosyalisttir. Ancak, sol görüşlü öğrenciler üniversiteyi işgal etmeye kalktıklarında onları kibarca eleştirir ve işgalle hiçbir şey kazanamayacaklarını, daha iyi devrimciler olmak için daha çok okumaları ve daha çok çalışmaları gerektiğini belirtir. Ömer’i ilk eleştiren Tuncer olmuştur. Ayağa kalkarak Ömer’i sisteme tapmakla suçlar. Hareketin eleştirilere karşı anlayışlı olmadığını bütün solcu öğrencilerin kahramanı olan Ömer’in üniversite işgaline karşı olduğu için bir anda bütün sosyalist öğrencilerin nefretini kazanmasıyla anlarız.

Düğüne eşi Yıldız’la gelen Tuncer, Ömer’i görür. Hocası karşısında oldukça utanır çünkü artık bambaşka bir insandır. Üniversiteyi işgal etmek isteyen eski kıyafetli radikal solcu değil, kaliteli bir takım elbise içerisinde Lozan’da doktorasını yapan bir burjuvadır artık. Gece boyunca Ömer’le konuşarak nasıl değiştiğini anlatmak ister fakat Ömer bunu görmezden gelir. Tuncer hem kendine hem arkadaşlarına hem de hocasına yabancılaşmıştır.

Moran, romanın karakterlerinin dönemin tipik insanları olduğunu ve içinde bulundukları durumların da tipik olduğunu belirtir. İlaveten, Ercan ve Ayşen’in evliliğini burjuvazi ve ordu arasındaki iş birliğinin bir simgesi olarak değerlendirir. (Moran 2004: 35)

Böylelikle, roman 68 hareketinin eleştirisi olma niteliği kazanır zira farklı sınıflardan farklı insanları karşılaştırır ve devrimci gençlerin neden yenildiklerini açıklar ama bu yenilgiyi kabul edemeyen Tezel alkolik olmuştur. Romanın ilk cümlesi olan “İntihar etmeyeceksek içelim bari!” Tezel tarafından sık sık tekrar edilerek "leitmotif" haline gelir. Ancak, düğünün sonunda Tezel fikir değiştirir ve yaşamak istediğini anlar. Gece boyunca umutsuz gibi görünen Ömer ise gecenin sonunda umudunu geri kazanır. Yazar, okura Ömer’in yeniden doğuşunu hissettirmek ister. Kitaba hâkim olan karanlık ve umutsuz atmosferi ümitvâr bir son ile yıkmayı amaçlar fakat Moran bu sahneyi yeterince ikna edici bulmaz. (A.g.e. 246)

Özetle, 1971 darbesi o kadar şiddetlidir ki yazarlar bir “68 romanı” yaratmak için gerekli zamanı bulamamışlardır. Darbeyle birlikte toplum hayatına giren yeni temalara yönelerek 68 kuşağını satır aralarında anlatmışlardır. Harekete eleştirel bir tavırla yaklaşmış ve hareketin eksiklerini tespit etmeye çalışarak romanlarını gerçekçi yazmışlardır. Bu sayede okuyucu bilmediği bir dünyayla tanışmıştır; hapishanelerin, işkencelerin, tutuklanmaların dünyasıyla… “Bir Düğün Gecesi”nde görüldüğü gibi gençler, sistemin kuklası olmayı reddetmişler ve ilk olarak ailenin status quo’sunu yıkarak işe başlamışlar, sonra da iktidara karşı ayaklanmışlardır. Hareketin talihsizliği farklı sınıfları bir araya getirme noktasında yetersiz olması ve karşılarındaki gücün şiddetle beslenen eziciliği gibi gözükmekte. Bu yüzden gençler “pasif bir mağlubiyet” yaşamışlardır çünkü eşit şartlarda bir savaş yoktur. Dünyayı değiştireceklerine inanacak kadar romantik ve iyimser olsalar da darbeden sonra umutlarını kaybetmişlerdir. “Bir Düğün Gecesi” başta olmak üzere 12 Mart romanlarını 68’i tecrübe eden yazarların öz eleştirileri olarak kabul edersek belki daha anlamlı bulabiliriz. Böylece kendinden sonra gelen devrimcilere geçmişi anlatarak onları bilinçlendiren bu yazarlar arasında en iyi örneği veren Adalet Ağaoğlu’nun devrimci yönünü de daha iyi anlamış oluruz.

NOTLAR

  1. Ağaoğlu, Adalet. “Bir Düğün Gecesi”, Simavi Yayınları, 1992.
  2. Alper, Emin. “Reconsidering social movements in Turkey: The case of the 1968-71

    protest cycle”, New Perspectives on Turkey, September 2010, Volume 43, pp 63-96.

  3. Alver, Ahmet. “12 Mart Romanı Bir Düğün Gecesi’nde Ayşen Karakterinin

    Yabancılaşması”, The Journal of International Social Research, Sayı: 16, 2011.

  4. Belge, Murat. “Edebiyat Üstüne Yazılar”, Yapı Kredi Yayınları, 1994.
  5. Moran, Berna. “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III: Sevgi Soysal’dan Bilge

    Karasu’ya”, İletişim Yayınları, 2004.

  6. Sever, Çiğdem. “Geçmişle Hesaplaşmaya Bir Örnek: 12 Mart Romanları”, Atılım

    Üniversitesi Yayınları, 2011.

  7. Türkeş, Ömer. “Romanda 12 Mart Suretleri ve ’68 Kuşağı”, Birikim Dergisi, No: 132.
  8. Yalçın, Alemdar. “Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Romanı 1946-2000”, Akçağ Yayınları: 2005.