Sadece suçlarıyla var olan ülkesinden tiksinen adam

Horacio Castellanos Moya'nın son romanı "Tiksinti" Notos Yayınları tarafından yayımlandı. Moya kitapta, El Salvador'a ait pek çok şeye, havasına, suyuna, insanlarına veryansın eder roman boyunca; temel meselesi, diğer iki romanında olduğu gibi, iç savaşın neden olduğu tahribattır.

Google Haberlere Abone ol

Behçet Çelik

El Salvadorlu yazar Horacio Castellanos Moya’nın Türkçede önce Aynadaki Dişi Şeytan (2011), peşinden de Yılanlarla Dans (2015) romanları yayımlanmıştı. Bu iki romanı okuyanlar romanın bazı yan kahramanlarının ortak olduğunu hatırlayacaklardır. Polis şefi Handal, dedektif Villalta ve Ocho Columnas gazetesinde çalışan gazeteci Rita Mena. Hatta Aynadaki Dişi Şeytan’da söz arasında Yılanlarla Dans’ta anlatılan hikâye de özetlenir. Upuzun bir monologdan oluşan bu romanın anlatıcısı Laura Rivera, “İçi yılan dolu sarı bir Chevrolet’yle ahaliye dehşet salarak ortalıktan dolaşan o manyağı anımsıyorsun değil mi?” diye sorar sessiz muhatabına. El Salvador’da 1992’de sona eren iç savaştan dört yıl sonra yayımlanan Yılanlarla Dans’la sekiz yıl sonra, 2000’de yayımlanan Aynadaki Dişi Şeytan’da aynı kişilere yer verilmesinde oyuncul bir yan var kuşkusuz, ama bu, her iki romanın atmosfer ve toplumsal arka planının ortaklığının da bir işareti. Şöyle özetlenebilir bu arka plan: İç savaşın El Salvador’da neden olduğu tahribat, bu tahribatın barış anlaşmasının ardından giderilmemiş olması, sadece üzerlerinin örtülmesi. İç savaşın yol açtığı çürümenin toplumsal ve gündelik hayatın kimi alanlarına nasıl sirayet ettiğinin –küçük suçlarla büyük suçlar arasındaki dolaylı ve dolaysız bağların– birbirinden farklı tarzlarda anlatıldığı söylenebilir bu iki romanda. Ortak karakterlerin emniyetten ve medyadan olması da manidar tabii. Yılanlarla Dans’ta daha ön planda olan bu kişiler karşılaştıkları sorunları çözmekten çok bu sorunların üzerinden atlamaya ya da bunları anında kendi menfaatleri için fırsata dönüştürmeye çalışan karakterler olarak çizilmişlerdir.

GÜCENİĞİN İNTİKAMI

Moya’nın Yılanlarla Dans’tan bir yıl sonra 1997’de yayımladığı Tiksinti onun ünlenmesine yol açan romanı. Hayırlı bir ün değil bu ne yazık ki. Tiksinti, Moya’nın ölüm tehditleri almasına ve El Salvador’u terk etmesine neden olmuş. Romanın sonunda yer alan “Yazarın Notu”nda Moya kitabın hikâyesini ayrıntılı olarak aktarırken bu romanı yazmaktaki niyetini şöyle ifade ediyor:

“San Salvador’u kültürel ve politik olarak yıkıma uğratmayı –tıpkı Bernhard’ın Salzbourg’a yaptığı gibi– hiciv ve parodi, ısırık ve çıngırak zevkiyle gerçekleştirmek istediğim bu kitabın yazımı sırasında, intikamını alan güceniğin muradına ermesine benzer bir duyguyla eğlenmiştim.”

Tiksinti, Horacio Castellanos Moya, Çevirmen: Süleyman Doğru, 104 syf., Notos Yayınevi, 2019.

Tiksinti de tıpkı Aynadaki Dişi Şeytan gibi bir monolog, bu kez Moya tek bir seansta konuşturuyor kahramanı Edgardo Vega’yı – Laura Rivera’nınsa dokuz ayrı monoloğunu dinleriz. Vega, annesinin ölümü üzerine terk ettiği El Salvador’a on sekiz yıl sonra ayak basmış, bu arada Kanada vatandaşlığına geçmiş bir sanat tarihi profesörüdür. Yıllar sonra ilk kez geldiği eski memleketinde on beş gün kadar geçirdikten sonra eski okul arkadaşı Moya’yla buluştuğu anda tanırız onu, tanıdığımız andan itibaren makineli tüfek gibi muhatabına söz hakkı tanımadan konuşup durur, söylenir, söylendikçe söylenir. Tekrara düşmekten kaçınmaz, hatta bundan zevk alır, kendisine, yaptıklarına, yapmadıklarına (ülkeyi terk edip on sekiz yıl dönmemiş olmasına) olduğu kadar, ağzından çıkan sözlere de hayrandır, biraz da bundan olmalı kimi saptamalarını yineler, söz bir burgaç gibi dolanıp durur. Konuştukça bir yandan da öfkesi bilenmektedir.

Aynadaki Dişi Şeytan’da Yılanlarla Dans’tan söz edilmesi gibi, Tiksinti’de de Aynadaki Dişi Şeytan’ın olay örgüsünün merkezinde yer alam Bayan Trabanino cinayetine değinir Vega:

“Kadın arabasını evinin garajına park ettiği sırada cani üzerine saldırıyor ve ardından zorla evine sokup iki küçük kızının gözleri önünde tabancayla öldürüyor. (…) Cani sırf zevk olsun diye onu kızlarının önünde öldürüyor, hiçbir şey çalmayan, sadece öldürmek isteyen bir cani.”

Moya’nın kahramanının ülkesine dair söyledikleri yenir yutulur gibi değil. Yeme içme alışkanlıklarından başlayarak El Salvador'a ait pek çok şeye, havasına, suyuna, en çok da insanlarına veryansın eder roman boyunca; gelgelelim temel meselesi, öbür iki romanında olduğu gibi, iç savaşın neden olduğu tahribattır – iç savaşın sona ermesinin ardından hiçbir şey olmamış gibi yapılmasından, toplumsal ve bireysel tahribatın görmezden gelinmesinden tiksinmektedir. (Yılanlarla Dans’ın sonu da bu hiçbir şey olmamış gibi unutma / görmezden gelme halinin bir başka görünümü olarak yorumlanabilir.) “Yazarın Notu”ndaki ifade çok yerinde: Vega, iç savaş ve sonrasında yaşananları unutmayı, görmezden gelmeyi yeğleyen yurttaşlarına alabildiğine gücenmiştir ve bu monolog onun aldığı intikamdır. Bir başka güceniğin, Moya’nın da tabii ki.

SESSİZLİK ANLAŞMASI

Vega, “Bu ülke sadece suçlarıyla var oluyor,” der mesela. Küçük ya da büyük, suçların cezasız kalmasının sonucudur bu. İşlenen suçların karşılığında ceza değil ödül, paye, statü veriliyorsa, insanlar başlarını çevirip geçip gidiyorlarsa, daha beteri büyük bir suç şebekesine ucundan köşesinden nemalanmak için yamanmaya çalışıyorlarsa, bütün bunlara isyan edenlerin, “Bu ülke sadece suçlarıyla var oluyor,” diyecek hale gelmesi kaçınılmazdır. Suç işleyenlerin “omerta”sının –sessizlik anlaşmasının– hâkimiyeti söz konusudur belli ki. Normalde bu sessizlik anlaşması suç örgütünün dayatmasının bir sonucudur, konuşanlar ölümle tehdit edildiği için örtük olarak bu anlaşma onaylanır ve buna uyulur. Ne ki El Salvador’da iç savaş ülkeyi öyle bir hale getirmiştir ki sessizlik anlaşması artık bir dayatma değil, halin olağan cereyanıdır.

Moya’nın kahramanının saldırgan üslubundan, öfkesinden, kibrinden, önüne gelene çatıp durmasından, giderek aşağılamasından herkesin payına düşen bir şey vardır (muhatabını da dahil eder, yüzüne karşı onu da hor görür, adama ayıp oluyor, demez), ama özellikle iki kesim öndedir: askerler ve tacirler/işletmeciler. Bunlar da zaten ülkenin tamamını oluşturuyordur Vega’nın nazarında: “Yegâne ilgi alanları askerleri taklit etmek ve şirket yöneticisi olmak olan bireylerin yaşadığı bir yere nasıl ‘devlet’ diyebilirler?” diye sorar. Bireyler durup dururken bu hale gelmemişlerdir, onları bu hale getiren iç savaştır.

“Burada hiçbir şey yaşanmadığını, burada hiçbir şeyin değişmediğini, iç savaşın sadece bir kısım politikacının bildiğini okumasına yaradığını, yüz bin ölünün bir grup hırslı politikacının bir kazurat pastasını bölüşmek için başvurduğu ölümcül bir kaynaktan başka bir şey olmadığını teyit etmek için o on beş gün bana yetti,”

diyen Vega’nın giderek hakaret dozu artan monoloğu kâh ülkeyi yönetenlerin yüksek siyasetine kâh sıradan insanların gündelik hayatına savrulmuş salvolarla ilerler – aslında “ilerler” demek çok doğru değil, söz gidip gelir bunların arasında. Üniversite dışkıdan başka bir şey değildir, evet, dümdüz böyle söyler, iç savaşın tarafları, cuntacılarla gerillalar üniversiteyi dışkıya dönüştürmek konusunda ittifak yapmışlardır. İnsanlar da burada işletme okumaya can atıyorlardır, tarih ya da edebiyat değil. Gazeteler “kudurmuş indirim katalogları”ndan başka bir şey değillerdir, ama insanlar bu tiksindirici gazeteleri beğenmektedirler, onları havadisler falan değil, sadece “ilanlar ve indirimler” ilgilendirmektedir. Gazetelerin sosyete sayfaları ve Meksika dizileri revaçtadır. “Bu ülkede hödüklüğü sanatla karıştırıyorlar[dır], aptallığı ve cehaleti sanatla karıştırıyorlar[dır], sanatla ve ruhun dışavurumuyla buradakinden daha kavgalı bir halk olduğunu sanmıyor[dur]” Vega. Sanatçı geçinenler de sadece taklitçilerdir zaten, “yaratıcıların değil vasat vasat öykünen tiplerin olduğu bir ülke[dir]” El Salvador.

EL SALVADORLULUĞA HAKARET!

Bütün roman boyunca Vega’nın aklına gelen hemen her şeyden, herkesten nasıl iğrendiğini anlatıp sürekli birilerini aşağılamasına, hatta bazen niyetini ifade etmeye yetecek “galiz sözler” bulamadığını itiraf etmesine rağmen, Tiksinti’yi bir hakaretler manzumesi saymak doğru olmaz – hakaret üzerine hakaret eklemek suretiyle yapılandırılmış olmasına rağmen. Bilmiyorum, El Salvador hukukunda “El Salvadorluluğa hakaret” gibi bir suç var mı, ama Tiksinti bu şekilde de tarif edilemez; romanı roman olarak okuyacaksak. (Ne yazık ki El Salvador’da çoklarınca böyle okunmamış ve Moya sürgünde yaşamak zorunda kalmış.) Baştan sona sadece Vega konuştuğu halde bu metnin Vega’nın fikirleri ve zihniyetiyle birebir örtüştüğünü söylemek de doğru olmaz.Haliyle Moya'yı Vega'yla bir saymak da...

Moya, bu romanı yazarken hayli eğlenmiş olmalı, “Yazarın Notu”ndaki “ısırık ve çıngırak zevki” sözü bunun bir ifadesi (aynı zamanda Yılanlarla Dans'a da bir gönderme tabii ki!) Sadece El Salvadorlulara ilişkin içinde birikmiş bir şeyleri (tiksintiyi?) söze dökebildiği için değil, romanın anlatıcısının Thomas Bernhard'ın roman kahramanlarının söylemlerine yaklaştığı yerlerde de çok keyiflenmiş olsa gerek. Aynı sözleri azıcık değiştirerek ya da bağlamıyla birazcık oynayarak yineleyip durmasında da doğaçlama yapan, ama ana temadan uzaklaşmayan bir müzisyenin edası var.

Yılanlarla Dans, Horacio Castellanos Moya, Çevirmen: İlker Özünlü, 144 syf., Jaguar Kitap, 2015.

Bütün bunların yanında Tiksinti bu metni oluşturan cümlelerin ötesine taştığı için edebi bir yapıt, salt bir hakaret metni değil. Her şeyden tiksinen Vega’nın hali bize çok önemli başka bir şeyi söylüyor. İç savaşın nasıl büyük bir bela olduğunu, sadece kendisinden nemalananları, iç savaşta yaşananları unutmakta bir beis görmeyenleri değil, tam karşısında durup bütün bu olan bitene isyan edenleri de tesiri altına aldığı için. Vega’nın halini tiksinti duygusunun çok abartıldığı hallerde insanlarda sürekli el yıkama gibi hijyenik saplantılar doğmasına benzetebiliriz. Onun kendisini ısrarla El Salvadorlu saymamasında, Kanada pasaportuna duyduğu saplantılı bağlılıkta, hele hele taklitçiliğinde roman boyunca yerden yere vurduğu yurttaşlarını andıran bir yan, –Vega gibi konuşursak– bir tür El Salvadorluluk da saklı sanki. Özellikle kaybettiğinde ne yapacağını bilemediği için handiyse bir varoluş krizi yaşamasına neden olan pasaportunu ararken yaptıklarında. Beri yandan pasaportuna yeniden kavuşabilmek uğruna daha önce tiksindiği, uzak durduğu, değmemeye çalıştığı her şeyle temas etmeyi artık umursamıyor olmasında da iç savaşın kirinden insanların neden uzak duramadıklarını duyuran bir şeyler yok değil. Vega'nın pasaportunu ararken yaşadıkları Aynadaki Dişi Şeytan’daki Laura’nın romanın sonunda yaşadığı krizi de andırıyor. Laura, tam da Vega’nın “tiksinti” duyduğunu söylediği insanlardandır. Sosyetik olma özentisi içindedir, görgüsüzdür, cahil ama çokbilmiştir, pembe dizi müptelasıdır, ailesi bariz biçimde iç savaştan nemalanmıştır. Gelgelelim ortak bir yönleri vardır bu ikisinin: öldürülme korkusu. Vega’nın sezdiği bir eğilimin Laura belki farkına varmamıştır, ama o da Vega’nın korktuğu, tiksindiği şeyin yaşandığına bizzat tanık olmuştur.

“Hayattaki en büyük idealleri çavuş olmak olan insanların arasında nasıl yaşayabildiğini anlamıyorum, nasıl yürüdüklerini gördün mü Moya, (...) hepsi sanki askermiş gibi yürüyor, saçlarını sanki askermiş gibi kestiriyor ve sanki askermiş gibi düşünüyorlar, akla ziyan bir şey Moya, asker olmayı hepsi isterdi, asker olmak hepsini çok mutlu ederdi, tam bir ceza muafiyetiyle öldürebilmek için asker olmak hepsinin çok hoşuna giderdi, hepsi bakışlarında, yürüme biçimlerinde ve konuşma tarzlarında öldürme arzularını yansıtıyor, hepsi öldürebilmek için asker olmak istiyor, bu asker görünme isteği Moya, El Salvadorlu olmak anlamına geliyor.”

İç savaşların toplumsal çürümeye, yozlaşmaya neden olmaları kaçınılmaz. Yurttaşların, komşuların birbirlerini öldürmeye başlaması dönüşü pek de mümkün olmayan bir eşiğin aşılmasıdır çünkü. Bu eşiğin aşıldığı yerde insanların birlikte yaşamayı düzen altına aldıkları normların her biri teker teker yok olmaya başlar. İç savaşın yaşandığı yerde tek meşruiyet kaynağı, tek sınır kalır: yapabilmek, gücü elinde tutmak. Ahlak, din, insanlık, değerler vs, bunların hiçbir hükmü kalmaz. Vega, böyle şeylerin yaşandığı bir yerden, bunlara lanet okuyarak konuşuyor. Vega'nın sözlerindeki doğruluk payıyla lafın önünü alamayıp hakaretlerini dur durak bilmeksizin boca etmesi arasında kalakalıyoruz roman boyunca. Toptancı yargıları, olmadık şekillerde dur durak bilmeksizin hakaret edebilme mahareti, takıntıları ve tuhaf asabiyesiyle gülünç biri aslında, ama gülemiyoruz. Kara mizah karşısında hep olduğu gibi.