Dilop Dergi Yayın Kurulu Üyesi Vedat İlbeyoğlu: En sık karşılaştığımız soru, 'Kürtçe yazıları anlamıyorum?!'

Kürtçe-Türkçe yayımlanan Dilop, Kürt kültür ve sanat dünyasını eksen alan bir dergi olarak okur karşısında.... Derginin Yayın Kurulu Üyesi Vedat İlbeyoğlu ile Dilop'un serüvenini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'dilop' dergisi Tiroj'un OHAL KHK’siyle yayın hayatına son verilmesinin ardından yayın hayatına başladı. Kürtçe-Türkçe yayımlanan ve “esas olarak Kürt kültür ve sanat dünyasını eksen alan bir dergi” olan Dilop’un yayın kurulundan Vedat İlbeyoğlu ile bir araya geldik.

Kültür ve sanatı odağına alarak politik olana da uzak kalmadan üretim yapan dergi ekibi, içeriğini Kürdî bağlamda bir hatırlama ve hatırlanma olarak, niteliyor. Ekonomik zorlukların arttığı, devletin kültür ve sanat bağlamında daha da görünür olmaya çalıştığı şu günlerde, özellikle dergicilik bağlamında sayının artmasına ise İlbeyoğlu şu yorumu yapıyor: “Bugün bayilerin dergi stantlarında gördüğümüz ağırlıklı tablo, kolayca tüketilip çöpe atılabilecek 'fast food' yayınlar. Arşivini gerektirmeyen, bakiye bırakmayan, aforizmalar yığınağı 'eksantrik' isimleriyle köpük dergiler...”

İlk olarak, kültürü, sanatı ve politikayı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

dilop, 15 yıllık bir yayın deneyiminden sonra OHAL hukuk(suzluğu)nun enstrümanı Kanun Hükmünde Kararname’yle kapatılan Tiroj dergisinin edindiği ve yarattığı birikim üzerinden çıkarıldı. Dolayısıyla aşina bir çevre ve deyim yerindeyse ‘habitat’ından söz edilebilir. Bu çerçeve içerisinde bir yazı akışından bahsedebiliriz. Yine de derginin hazırlanış sürecinde, ele alacağımız konu ve gündemlere ilişkin ilgili yazarlardan yazı taleplerimiz belirleyici düzeyde. Sosyal medyada ve kendi olanaklarımızla yarattığımız tanıtım etkinlikleri sonrası tanıştığı dilop’a yazan yeni ve genç yazarlardan da bir ‘kendiliğinden’ yazı, şiir vb. akışı oluyor elbette.

.

dilop, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Kürtçe-Türkçe yayınlanan ve esas olarak Kürt kültür ve sanat dünyasını eksen alan bir dergidir dilop. Dar anlamıyla değil ama kültür ve sanatın kaçınılmaz bir şekilde ilişkili olduğu politikadan da imtina etmiyoruz elbette. En özet ifadeyle, Kürdi bağlamda bir hatırlama, hatırlanma ve hatırlatma uğraşı vermektedir dilop. Yıllara dayanan asimilasyon politikalarının pençesindeki Kürtlerin ulusal kültürünü sayfalarına taşıyarak, hem bu kültürün gelişimine, hem de diğer ulusların bu kültürü tanımalarına katkıda bulunmak istemektedir. Böylesi bir misyon, egemen tek tipçiliğe karşı kültürel farklılıkları bir zenginlik olarak benimsemeyi de gerekli kılar. İşte bu gerekliliğin bilincinde olan her ulustan aydın, yazar ve sanatçıya açıktır dilop. Yine, söz konusu Kürdi hatırlatmanın bir diğer yüzü de Kürt sorununu çözümsüzlüğe yatıran ‘Türk sorunu’nu da hatırlatabilmektir.

'YARISINI OKUYABİLDİKLERİ BİR DERGİNİN ALICISI OLMAK BİLE BİR EMPATİ'

Derginizin Kürtçe-Türkçe olarak yayımlanmasının artıları ve eksileri sizce nelerdir?

Artılar ve eksilerden ziyade dergiyi iki dilli yayınlamamızı koşullayan etkenler önemli öncelikle. Kürdün gerçekliğini Türk’e de anlatabilmek kaygısı... Kürtçe okuma-yazmanın Kürtler arasında bile halen çok çok sınırlı oluşu iki dilliliği zorunlu kılan bir diğer kısıt. En sık karşılaştığımız soru şu: “Kürtçe yazıları anlamıyorum?!" Hiç Kürtçe bilmediği halde dergiyi almaya devam eden Kürt okurlarımızdan değil, özellikle Batı’daki okurlarımızdan gelen bu ‘sitem’, eşyanın doğasına uygun elbette. Ancak ‘yarısını’ okuyabildikleri bir derginin alıcısı olmaları bile aslında bir ‘empati’ gerekçesi olmalı. Hiç anlamadıkları bir dile mahkum edilmiş Kürt çocuklarıyla empati yapma olasılığı mesela… Ama bu teorik olasılık, elbette ki bir tiraj sıkıntısı olarak dönüyor dilop’a!

Yine, iki dilli olmak, sözkonusu iki dilin toplumsal ağırlıklarına paralel bir profile zorlayabiliyor dergiyi. Yani hâkim dil, diğerinin sınırlarını dilop’ta da zorlamakta... Bunun önüne geçebilmek için, çok özel ve istisnalar dışında, Türkçe şiir ve öykü yayınlamamak gibi bir ilkemiz var mesela. Kürtçe öykü ve şiirde ise özellikle Kürtçeyi teşvik edici olmak için çok seçici olmamak durumunda kalıyorsunuz. ‘Kalite süzgecimiz’ var elbette ama Kürtçe yazımın özel durumunu gözetiyoruz.

İki dilliliğin, Kürtçe bölüm ile Türkçe bölüm arasında editöryel bir ‘asimetriye’ yol açması da mümkün olabiliyor. Birbirine ‘birebir’ hâkim olamayan ikili editöryel çalışmanın arızi yansımaları olabiliyor bazen.

Dergicilikte editör-yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Aslında karşılıklı (öğretme değil) öğrenme öncelikli bir ‘hukuk’u gerektiren bu ilişkinin pratikte farklı biçimler alması, farklı sorunlar yaşaması kaçınılmaz. Uzun zamana dayalı yazar-editör ilişkisi, tarafların birbirini artık tanıyor oluşlarından hareketle sorunsuz yürüyebiliyor. Ama ilk kez yazı gönderen bazı yazarlarla editör arasında gerilimler yaşanabiliyor doğal olarak. Belirli bir kültürel-etik donanımla desteklenmediğinde, yazı ile yayın faaliyetleri arasında sorunlar çıkabiliyor. Bariz dil, üslup ve yazım hatalarının düzeltilmesi bile “müdahale” şeklinde algılanabiliyor ve aslında öğrenilmiş ‘yazar’ refleksi (kompleksi) harekete geçebiliyor.

'KOŞULLAR ANCAK DERGİNİN KENDİNİ FİNANSE ETTİRMESİNE EL VERİYOR'

Sizin yayın hayatına başlamanızla aynı dönemde, dolar tavan yaptı, kağıt sıkıntısı meydana geldi. Bu kriz ortamında üretiminize nasıl devam ediyorsunuz?

Mart 2018’de 10 TL. olan dergi fiyatını, giderek derinleşen ekonomik kriz dolayısıyla kısa sürede 13 lira yapmak zorunda kaldık. Yazı kurulu dâhil, yayın faaliyetinde somut görevler alan hiç kimse ‘geçimlik’ bir beklenti içinde değil. Koşullar derginin kendisini finanse etmesine el verebiliyor ancak. Kelimenin gerçek manasıyla bir ‘iman’ işi yapıyoruz yani. Avrupa’da Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) üzerinden yapılan dağıtımımız, yayın faaliyetimize önemli bir katkı oluyor. Maddi olanak gerektiren tanıtım, ilân, reklam vb. işlerde de maalesef iç açıcı bir durumda değil dilop. Evrensel gazetesine ‘ücretsiz’ ilan verebiliyoruz sadece.

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında etkisi sizce nedir?

dilop’un çok da başarılı olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir alan. Tanıtım ve üretim bağlamında önemli avantajlar sağlayabilecek sosyal medya/internetin, özelilkle basılı yayınların (her anlamda) tüketimi açısından dezavantajlar doğurduğu açık. İçeriklerin kolayca ulaşılıp kolayca tüketiliyor olması, yeniden üretimi hem maddi hem de motivasyon kırıcı etkileri bakımından kısıtlayabiliyor. Farklı boyutları olan derinlikli bir tartışma gerektiren bir konu bu...

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Bahsettiğiniz niceliğin artması, nitelikteki irtifa kaybı ile birlikte değerlendirilmeli maalesef. 70’li yıllarda kültür sanat da dâhil özellikle sol-siyasal dergiciliğin çok yaygın oluşu, sol hareketin kapsama alanının alabildiğine geniş olmasıyla ilgiliydi. 12 Eylül kesintisinden sonra 80’li yıllarda başlayan kültür-sanat yayıncılığı da siyaseti ikâme ediciydi. ‘80’lerin sonunda başlayıp 90’ları kapsayan yayın yoğunluğu da toplumsal siyasal canlanma ve yükselişin yansımasıydı. Bugün bayilerin dergi stantlarında gördüğümüz ağırlıklı tablo, kolayca tüketilip çöpe atılabilecek “fest fud” yayınlar. Arşivini gerektirmeyen, bakiye bırakmayan, aforizmalar yığınağı “eksantrik” isimleriyle köpük dergiler... Kültür sanat iddialı bu köpük dergiciliğin düzeyini de toplumsal-siyasal muhalefetin (kuşkusuz ki yetersiz) düzeyiyle birlikte irdelemek gerekiyor...

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

İnternet ve sosyal medya mecralarının ‘yazım’ faaliyetini ‘özel’ olmaktan çıkarıp (hem nitelik hem nicelik anlamında) ‘sıradanlaştırması’ gerçeğini de unutmadan; dergilerin yazara özgüven kazandırdığı açık. Bu özgüvenin geleceği de yazarın dergilere ne vaat ettiği de dergi ve yazar arasında yukarıda sözünü ettiğimiz ‘öğrenme’ ilişkisinin seyrine bağlı olarak değişebiliyor.

'KÜRT SORUNU AYNI ZAMANDA BİR TÜRK SORUNUDUR'

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Sorunuzu somut olarak “şu gelenek” şeklinde yanıt vermeyi değil de farklı bir yaklaşımla yanıtlamayı tercih ederiz. Kültür-sanat eksenli de olsa dergiciliği toplumsal-siyasal mücadelenin bir parçası olarak değerlendiriyoruz ve bu anlamda mücadeleye katkı kaygısı olmuş/olan bütün yayınlarla tarihsel ortaklığımız vardır. İlle de bir gelenekle anılacaksak, öncelimiz Tiroj’la birlikte başladığımız ve sürdürmekte olduğumuz özgün yolculuğun bizatihi bir gelenek olarak anılmasını isteriz.

Kürt realitesinin kabulü bu bakımdan önemli bir turnusol elbette. Tarihsel bir gerçekliği inkâr etmek, inkâr edenleri de sorunun bir parçası haline dönüştürmüştür. Kürt sorunu, aynı zamanda bir “Türk sorunu”dur yani. 200 yıl sonra, dilop’un nasıl tanımlanacağını ise Türkiye ve Kürdistan dâhil, insanlığın eşitlik ve özgürlük düzeyi, profili belirleyecektir hiç kuşkusuz. Halkların tarihi dersinde bir dönemin ibretlik örneği olarak verilecek Kürt sorunu ve sonuçları bağlamında, ‘inkâr’a karşı ‘ispat’ cephesinde anılabilirse, ne mutlu dilop’a...

.

Mart-Nisan sayısı yayınlandı

dilop’un Mart-Nisan sayısının dosyasında Kürt illerinde işsizlik ve yoksulluğun en çok konuşulur sorun haline gelmesi, sınıfsal değişim ve dönüşüm, toplumsal dayanışma ağlarının çök(ertil)mesi, orta sınıfın toplumsal pozisyonu vb. dinamiklerin siyasete ne ölçüde yansıdığı, nasıl etkilediği konusunu Yüksel Genç, Cuma Çiçek ve Yusuf Karataş tartışıyor.

21 Mart vesilesiyle ‘İnkâr ile İspat arasındaki mücadele’ ve M. Said Aydın imzalı bahar temalı Newroz yazılarına yer verilen dergide; Rober Koptaş, Sevan Değirmenciyan ve Mehmet Fatih Uslu, Ermeni edebiyatındaki 1915 kırılmasını ve kültürel hayatımızı çoraklaştıran çarpıcı sonuçlarına değiniyorlar. Geçtiğimiz ay 87 yaşında yaşamını yitiren Kürtlerin büyük kaval ustası Egîdê Cimo’yu, ona dair bir belgesel çalışması da bulunan Salih Kevirbirî, Kürtçe yazıyor.

İbrahim Karaca’nın Karadeniz’deki eşkıyalık kültürüne dair yazdığı ‘Bizum eşkıyalar’; Şeyhmus Diken’in 1800’lü yılların sonuna doğru Diyarbakır’a kalebend olarak sürgün edilen 130 Bulgar devrimcisinin öyküsünü ele alan ‘Bulgar Hanı Sürgünleri’; yeni kitabından hareketle yazar Fırat Ceweri’yle yapılmış söyleşi; ünlü soprano Pervin Chakar’ın Kürt müzisyenlere önerilerini içeren yazısı; Zafer Yörük’ün kaleme aldığı ‘Kemalizmin travması’; araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak’ın 1925 Kürt isyanına dair devletin belgelerini özetlediği ‘Resmi savaş güncesi’, dergide dikkat çeken bazı yazılar...

Derginin kapağında resim Recep Maraşlı’ya ait. Dergide ayrıca Cigerxwin, Pertew Begê Hekarî, Eyşana Beravi, Çorê Arda ve Gulîzer de şiirleriyle yer alıyorlar.