Aynı dünya, başka hikâyeler

Lisa Halliday’in Domingo Kitap tarafından basılan “Asimetri” adlı kitabı, dünyada ve gündelik hayatın her ayrıntısında yaşanan güç ilişkilerini anlatıya taşırken, yazar kitapta farklı bir kurgu tekniği ortaya koyuyor çünkü üç bölümden oluşan metinde, dümdüz akıp giden, birbirini takip eden, bütünlüklü bir hikâye ile karşılaşmıyoruz. Coğrafyalar değişiyor, mekânlar değişiyor, karakterler ve hâttâ metnin duygu durumu bile farklılaşıyor. Halliday, dünyayı anlatmanın başka bir yolunu denemiş gibi görünüyor.

Google Haberlere Abone ol

Güç ilişkileri yaşamımızın her alanında karşımıza çıkıyor. İkili ilişkilerde, gündelik yaşamın pek çok ânında, devletlerarası ilişkilerde ve daha başka yerlerde. Gücü eline geçirenin hayatımızı belirleyebildiği bir durumla karşı karşıya kalıyoruz çoğu zaman ancak bu her zaman sabit değil. Özellikle ikili ilişkilerde güç denilen şey içinde bulunulan duruma göre farklılaşabiliyor. Ama eşitsiz bir ilişki biçimi hâkimse, iş durumu, yaş, sınıfsal konum ilişkide güç dengelerini etkileyebiliyor. Bu da bir şekilde karşılıklı yardımlaşma, paylaşma gibi durumlarda bireyler arası ilişkiyi çarpık bir boyuta taşıyor. Özellikle lütufkâr bir tavır varsa ve size kendinizi kötü hissettiriyorsa bu sorgulanmalı belki de. Bunun dışında dünyada özellikle sınıfsal anlamda büyük bir eşitsizlik var. Zengin ülkeler, fakir ülkeler, göçmenler, yerleşikler, sömürgeciler, sömürülenler bu eşitsizlik çağıran ve yaşamın her yanına dağılmış güç ilişkilerine dair ikilikler arttırılabilir.

Lisa Halliday’in Domingo Kitap tarafından basılan “Asimetri” adlı kitabı, dünyada ve gündelik hayatın her ayrıntısında yaşanan güç ilişkilerini anlatıya taşırken, yazar kitapta farklı bir kurgu tekniği ortaya koyuyor çünkü üç bölümden oluşan metinde, dümdüz akıp giden, birbirini takip eden, bütünlüklü bir hikâye ile karşılaşmıyoruz. Coğrafyalar değişiyor, mekânlar değişiyor, karakterler ve hâttâ metnin duygu durumu bile farklılaşıyor. Halliday, dünyayı anlatmanın başka bir yolunu denemiş gibi görünüyor. Hayatın kendisi gibi aslında onun anlatısı, insanın aynı zamanı paylaştığı ama farklı an parçalarını yaşadığı bir dünya değil mi içinde bulunduğumuz. Bana kalırsa Halliday, dünyanın anlarının her yerde aynı olmadığını, metinde olayları, konuyu ve karakterleri farklılaştırarak yansıtmayı denemiş ki metni okuyunca yapmaya çalıştığı şeyi başardığını anlıyorsunuz.

Asimetri, Lisa Halliday, çev: Begüm Kovulmaz, 272 syf., Domingo Yayınları, 2019.

'BUDALALIK' 

Kitabın ilk bölümü “Budalalık”, Amerika’da Bush Dönemi ve Irak işgali gündeminin hâkim olduğu bir dönemde geçiyor. Karakterlerimiz ödüllü ünlü bir yazar olan Ezra Blazer ve editör yardımcısı Alice. Bu bölüm ikili ilişkilerdeki eşitsiz konumu ve güç dengesizliğini taşıyor gündemimize ve bize bu açıdan tartışabileceğimiz pek çok argüman sunuyor. Blazer’ın kendisinden yaşça küçük olan Alice ile yaşadığı ilişki konu ediliyor. Bu eşitsiz ilişki, konu sadece yaş değil, ekonomik ve sosyal statü gibi başka şeylerinde devreye girdiği ve bir şekilde devamlı bunu hatırladığınız bir anlatıyla ortaya konuyor. Bu konuya ahlâkçı veya gelenekçi yaklaşmaktan kaçınmalı elbette her zaman bu tarz farklılıklar barındıran ilişkinin, eşitsiz bir duruma evrilmeyebileceğini ve bu nedenle de olumsuzlanamayacağını hatırlamalı. Ancak metin özelinde baktığımızda, Alice ve Blazer arasındaki ilişkide yazarın gücü elinde tuttuğunu sıklıkla hissettirmesi ve Alice’in konumu durumu tartışılır kılıyor. Çünkü ilişkinin gidişatı özellikle başlarda Blazer’ın elinde, “bilinmeyen bir numara arıyor” ve Alice’e bugün bana gel, gelirken şunları al şeklinde devam ediyor muhabbet her zaman olmasa da. Ama gelmeyi, gitmeyi yani görüşme zamanının belirleyen Blazer oluyor genellikle. Alice bunlara uyuyor ki bana kalırsa konumu, az para kazandığı işi, geleceğinin belirsizliği bu ilişkide onun bulunduğu yeri belirliyor. Ödüllü, sevilen ve Nobel ödülü alması beklenen yazarla birlikte olmanın, onun karizmasına kapılmanın da gayet insani olduğunu belirtmek gerek ki Blazer, kendisine maddi anlamda destek olup, onun yaşamını daha iyi hâle getirmek için de çabalıyor. Kredi borcunu ödemek, evini daha yaşanır hale getirmek için para vermek, yeni kıyafetler almak gibi. Böyle bakıldığında ne sorun var ki denilebilir. Ancak yazarın yine belirtmek gerekir ki özellikle başlangıçta gücü tamamen elinde tutması bu ilişkiyi farklı bir yere taşıyor ve yaptığı yardımlar normal bir hediye vermeyi çağrıştırmıyor bana kalırsa. Bu durum aklıma Barthes’ın “sunu” bahsindeki şu cümlelerini hatırlattı: “Ötekine kendisine verileni (zaman, güç, para, beceri, başka ilişkiler, vb.) anımsatmak tipik bir kavga bahanesidir; çünkü her kavgayı başlatan yanıta çağrı çıkarmaktır: Ya ben! Ya ben! Ben neler vermiyorum ki sana! O zaman verilen şey aracı olduğu güç deneyimini ortaya çıkarır: ‘Senin bana verdiğinden daha fazlasını vereceğim, böylece sana egemen olacağım’” (2012: 73).

Blazer’ın Alice’e kibarca bir üslupla yaptığı yardımlarda hissedilen bir lütufkâr tavır var bence o bunu onun rahat olup olmadığını merak ediyormuşçasına yapıyor görünüyor ancak bir yandan da Barthes’ın bahsettiği “güç deneyimini” hatırlatıyor. Sen benimle birliktesin, ekonomik olarak üstünüm, ünlü bir yazarım, senden devamlı bir şey talep ediyorum ama ben sana daha fazlasını veriyorum deme biçimi belki de. Mesela, olmadık bir saatte canı dondurma istediğinde Alice’i bunun için sokağa gönderebiliyor Blazer, Alice onun istediği özellikte dondurmayı bulmak için epey uğraşıyor. Bu durum şunu gösteriyor, ortada gerçekten sevgiye dayalı eşit bir ilişki olsaydı, Alice duruma itiraz edebilir ya da onun istediği dondurmayı bulamadığında geri dönebilirdi. Burada şunu söyleyebiliriz ki Alice o “Ya ben! Ya ben! Ben neler vermiyorum ki sana!” diye kavgayı başlatabilecek güce sahip değil, en azından ilişkinin başlarında durum bu. İlişki tam anlamıyla olumsuz mu tartışılır arada hissedilen şefkatten de bahsetmek gerek belki de ama o da bir aşk ilişkisinden çok maçların, kitapların falan konuşulduğu arkadaşlık ilişkisini anımsatıyor.

Tüm bu göstergelerden yola çıkarsak, Halliday bize ikili ilişkilerdeki eşitsiz konumun bireyin varlığını nasıl etkilediğini ve güç ilişkilerinin nasıl belirleyici olduğunu tartışma imkânı veriyor diyebiliriz. Metnin bu bölümünün sonlarına doğru Alice’in ilişkiden biraz daha uzaklaştığı söylenebilir bu arada Blazer farklı hastalıklarla boğuşuyor, yaşının getirdiği sorunlar nedeniyle çeşitli operasyonlar geçiriyor. Bu sefer Halliday gücü Alice’e veriyor çünkü Blazer artık açık yüreklilikle ona ihtiyacı olduğunu dile getirebilecek durumda. Böylece aslında şunu görüyoruz güç ilişkileri dediğimiz durum sabit değil ve özellikle ikili ilişkilerde her an dengeler değişebiliyor. Ama kitapta bahsedilen ilişkinin pek çok açıdan tartışmaya müsait olduğunu eklemeli. Örneğin, şöyle sorular sorulabilir? Eğer cinsiyet açısından farklı olsaydı karakterler, kadın Blazer’ın yerinde, erkek de Alice’in yerinde olsaydı mesela nasıl olurdu? Bu durumun tartışmanın yönünü değiştirirdi muhtemelen. Metinde kurulan şu cümlelerin de söylediği bir şeyler var çünkü “Alice bir an için başkalarının gördüğünü tahmin ettiği şeyi gördü: bir ayağı çukurda yaşlı bir adamla zaman harcayan sağlıklı bir genç kadın. Yoksa insanlar sandığından daha anlayışlı mıydı? Onunla her şeyin daha ilginç olduğunu, bu dünyanın Alice’in cesareti ve adanmışlığı gibi niteliklere daha fazla ihtiyaç duyduğunu anlarlar mıydı?”

HALLİDAY'İN SAPMALARI

Halliday anlatısında devamlı sapmalar yaratıyor mesela araya kitaplardan bölümler koyuyor ve bir anda kendinizi Auswitch’in çaresizliği içerisinde bulabiliyorsunuz. Veya sokakta sosisli satan bir göçmenin hikâyesiyle karşılaşabiliyorsunuz. Sanırım yazar bize şöyle bir şey söylemeye çalışıyor: yaşam dediğimiz bu işte, bir yanda güncel kaygılar, bireysel serzenişler, aşk, diğer yanda geçmişin yükü, yanı başımızda sürüp giden başka hikâyeler, zaman dediğimiz şey sadece senin algıladığın, geçip giden olan bir durumu anlatmıyor, parçalar var ve belki de hayatın asıl ayrıntısı ve takvimi o parçalarla belirleniyor. Sen kendi yaşamının telaşına düşüyorsun ama yanı başında başka hikâyeler yaşanıyor ve sen onu görebildiğin kadar dâhilsin dünyaya.

'ÇILGINLIK'

Kitabın “Çılgınlık” isimli ikinci bölümü yukarıda bahsettiklerimizden sonra okur üzerinde sürpriz bir etki yaratıyor. Çünkü Blazer ve Alice ilişkisinin devamını umarak başlıyorsunuz bu bölüme, üzerinizde hâlâ birinci bölümün etkisi var ve hâttâ bir süre anlatılan yeni hikâyenin içinde daha önceki hikâyenin karakterlerini arayıp onları bir yere yerleştirmeye çalışıyorsunuz, en azından benim deneyimim de öyle oldu. Ancak bir süre sonra bambaşka bir dünyanın çok farklı trajik hikâyeleriyle karşılaşıyorsunuz. Bana kalırsa Halliday’in yapacağını yaptığı kısım bu bölüm. Metnin bu kısmında Jaaffari’nin hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Karakter ABD ve Irak pasaportuna sahip, Kuzey Irak’ta yaşayan kardeşini ziyaret etmeye çalışıyor. Anlatıya sınırlar, geçmişe dönük trajik anımsamalar, bürokrasi ve hayatın diğer bir eşitsiz yönü ekleniyor. Kendimizi, savaşın, kaçırılmaların, umutsuzluğun içerisinde farklı kültürler, diller ve dünyanın başka yerinde sürüp giden hayatların yanında buluveriyoruz. Ve anlatı içerisinde birçok mikro öykü barındırıyor. Mesela burada geçen bir sohbet aslında anlatılmaya çalışılan hakkında epey ipucu veriyor: “Sohbetlerimizin çoğu gibi bu da sessizlikle bölünüyordu ve ne zaman bir sessizlik olsa misafirimiz şu sözcüklerle onu dağıtmaya çalışıyordu: Sonunda bu da geçecek. Bir tür tik gibi, bu cümleyi karşımızda en az beş-altı kez tekrarlamıştı: Sonunda bu da geçecek.” Sonrasında bu cümleyi tik gibi kuran “misafirin” ailesiyle birlikte akraba ziyaretinden dönerken saldırıya uğrayıp öldüğünü öğreniyoruz. Kısacası Irak, Ortadoğu çözülemeyen sorunlar parçalı bir anlatıyla tamamlıyor hikâyeyi ve “bu da geçecek” cümlesi maalesef umut vaat etmiyor.

DÜNYA BU

Kitabın son bölümünde Ezra Blazer ile yapılan bir söyleşinin radyo kaydıyla karşılaşıyoruz. Sanki okuduğumuz o Irak hikâyesi orada kalıvermiş gibi. Halliday bu anlamda âdeta okur üzerinde duygusal bir deney yapıyor. Çünkü her yeni bölüme diğerinin duygusuyla başlıyoruz. Bir süre diğer anlatının duygusunu arıyoruz, karakterleri bulmaya çalışıyoruz ama yok. Çünkü dünya böyle tek bir hikâyesi yok, aynı hayatlara sahip karakterleri yok, oyun tek bir sahnede oynanmıyor. Halliday bizi dünyanın farklı anlarında başka hayatlarla buluştururken, biraz da bunu göstermeye çalışıyor bana kalırsa. Bir yanda aşk, diğer yanda savaş. Bir yanda dünyayı iyi hikâye eden bir yazar Nobel ödülü alıyor, diğer yanda hayatın asıl karanlık hikâyesi sürüp gidiyor. Bu kitabın kilit noktası belki de Amerika. İçinde yaşanırken kaygıları tamamen farklı bir ülke, uyguladığı politikalarla kendini Ortadoğu gibi coğrafyalarda başka biçimde yaşatan, “bu da geçecek” cümlesini anlamsız kılan farklı bir Amerika.

İşte hayat kısacası, coğrafyalar parça parça, hikâyeler parça parça böyle bir dünyanın anlatısı da bütünlüklü, düz bir zamanın çizgisinde akıp gidecek değil ya Halliday de farklı katmanları bir araya getirerek, aynı dünyanın başka hikâyelerini kurguda sapmalar yaratarak anlatmış.

Kaynak

Barthes, R., (2012), “Bir Aşk Söyleminden Parçalar”, (Çev. Tahsin Yücel), İstanbul: Metis.