Sami Baydar ve salt şiir

Sami Baydar’ın şiirlerinde varlık ve varoluş dünyaya, hayata anlam arama, boşluğa değer biçme, tanımlama, hiçliği, yokluğu anlama gayretiyle birlikte sorunsallaşır. Şairin dünyaya, hayata yönelik soruları da varlığa, varoluşa ilişkin sorunlarla ilgili tutumu da daha çok dışavurumcudur. Sorunların çözümünü ve yanıtları, soruları yönelttiği yerde arar. Sorunları muhatabıyla çözmekten yanadır. Bu tavrı onu, seksen sonrasında ortaya çıkan, kendi kendisini didikleyen şair ve şiir tarzından ayırır.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şairdi, ressamdı, öykücüydü; 29 Ekim 2012’de elli yaşında yaşama veda etti. Ölümünden kısa bir süre sonra toplu şiirleri “Dünya İnancı” adıyla yayımlandı. Toplu şiirlerinde bir araya getirilen kitaplarıysa daha önce “Dünya Efendileri” (1987), “Yeşil Alev” (1991), “Dünya Bana Aynısını Anlatacak” (1995), “Çiçek Dünyalar” (1996), “Varla Yok Arasında” (2003), “Nicholas’ın Portresi” (2005), adlarıyla yayımlanmıştı. İlk kez toplu şiirlerle birlikte yayımlanan bir kitabı daha vardır: “Vücut Her Zaman Savaşır.”

Sami Baydar’ın ilk şiiri 1982’de yayımlanmaya başlayan Beyaz dergisinde çıkar. Daha sonra Gösteri, Defter, Sombahar, eski'Z, Ludingirra, Göçebe, Kaşgar, Kitap-lık ve Geceyazısı şiirleriyle yer aldığı dergiler olur.

Sami Baydar şairdir, ressamdır, öykücüdür, ama hiçbiri diğerinin önüne geçmez, hiçbiri diğerinin rolünü çalmaz… Üç farklı sanat alanıyla ilgili uğraşısını kendi aralarında denge kuracak biçimde ayırmayı başarmıştır. Beyaz dergisini yayımlayan ve Baydar’ın yakın arkadaşlarından biri olan ressam, müzisyen Mehmet Güreli de aynı düşüncededir. Güreli, şairin yaşamını yitirmesinden sonra Taraf gazetesinde, “Şiiriyle resmi arasında müthiş bir denge kurmuştu” diye yazmıştır.

Baydar, 1980’den sonra şiir yazıp yayımlamaya başlayan yeni kuşağın gençleri arasında “hızla” şair olabilmiş bir isimdir. Son otuz beş kırk yılı içeren dönemde şiirlerinin “kendine has” oluşuyla dikkat çeken şairlerinden biridir. Şiirlerinin özellikle genç kuşaklarca bilinmesi modern Türkçe şiirin gelişimi açısından önemlidir. Baydar’ın bir başka özelliği de hem bir on dokuzuncu yüzyıl hem de yirminci yüzyıl şairi olarak dikkat çekmesidir. Şiirin kaynağında modern lirik şiirin en saf şairlerinin etkilerinin yanı sıra Japon şiirine ait özellikle haiku tarzından izler vardır. Şiirlerinde ortaya çıkan doğa, hayat ve dünya karşısındaki tutumu, tavrı “modern lirik şiirin saflık evresi” olan on dokuzuncu yüzyıla ait duygu, duyuş, düşünüş tarzıyla benzerlikler gösterir. Ancak bu benzerlik yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşıyor olmanın bilinciyle güncellenerek aşılır. Onun şiirleri “saf şiir”in nasıl bir dönüşümle güncellenebileceğini, değiştirilerek yenilenebileceğini de örnekler. Baydar’ın dönüşüme, değişime uğratarak güncellediği “saf şiir”, artık saf şiir değildir. Onun kazandırdığı yeni niteliklerle artık ince, duygulu, kırılgan ve doğal şiir dilini “saf şiir” değil de “salt şiir” olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Sami Baydar, “salt şiir” dediğimiz çizginin, yani şiir dilinin araçsallaşmadan, yalnızca amaç olarak kaldığı deneyimin seksenlerden sonraki en iyi temsilcilerinden biri olmuştur. Sami Baydar’ın, unutulan şairler antolojisinde değil, günümüzün yaşayan önceki kuşak şairlerinin arasında ön sıralarda yer alması için birçok neden gösterilebilir. Yirminci yüzyılın son çeyreği sayılacak bir dönemde başlayan şairlik serüveniyle modern Türkçe şiirde saflık, masumiyet gibi değerleri estetik bir boyuta taşımış olması kayda değerdir. Bakışlarını kende üzerine çevirerek sözcüklerle otoportresini yaptığı şiirinde de bunu görürüz. “Göz” başlıklı o şiiri okuyalım:

Bir adam

çiçeklere, kelebeklere

benzeyen.

Ressam

kitabı

şapkası

çeşitli imzaları var.

Kelebekler suluboya resimleri

uyuyan kedi resmi.

Uyuyan ressam

ufukta yükselen yüzler.

Rüya

aralanan kitaplar

ve çiçekten maskeli.

Göz

atlarındır gökyüzü de

imzalı.

Dünya İnancı, Sami Baydar, 408 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2012.

'DÜNYA İNANCI'

Yaşama vedasından sonra onun hakkında yazan şair ve yazar arkadaşları şiirlerine yansıyan anlama arzusuna, dünyaya, hayata yönelik büyük merakına da değinmişlerdir. Baydar’ın yaşamını yitirmesinden kısa bir süre sonra “Dünya İnancı” adlı toplu şiirlerini içeren kitabı yayımlanır. Bu vesilesiyle Haydar Ergülen Cumhuriyet’te şunları yazar: “Dünyaya bir kâğıt inceliğinde geldi, dünyayı bir kâğıt, kendini de harf bildi, hem dünyaya hem kâğıda hem de tenine ve ruhuna o harfleri döktü, işledi, oydu, kazıdı, yazdı. Sonra da hepsini ‘Dünya İnancı’ başlıklı bir harfler kitabına topladı, gitti.”

Sami Baydar’ın şiirlerinde varlık ve varoluş dünyaya, hayata anlam arama, boşluğa değer biçme, tanımlama, hiçliği, yokluğu anlama gayretiyle birlikte sorunsallaşır. Şairin dünyaya, hayata yönelik soruları da varlığa, varoluşa ilişkin sorunlarla ilgili tutumu da daha çok dışavurumcudur. Sorunların çözümünü ve yanıtları, soruları yönelttiği yerde arar. Sorunları muhatabıyla çözmekten yanadır. Bu tavrı onu, seksen sonrasında ortaya çıkan, kendi kendisini didikleyen şair ve şiir tarzından ayırır. Çatışma, arıza, dengelerin bozulması durumunda sorunun giderilmesine yönelik tutumu genellikle masumiyete sığınmaktan yanadır. Masumiyetin dilini konuşan şiirlerle yol almaya, önünü açmaya çalışmıştır. Kimsenin masum kalamadığı bir çağda masumiyete varlık alanı oluşturma çabası da denebilir onun şiirlerinde yer alan duyarlılık ve anlam bulan tavır için. Ama bunun aynı zamanda kutsanan, yüceltilen bir masumiyet olduğunu da belirtmek gerekir.

SAMİ BAYDAR'IN ŞİİRİNDEKİ POLİTİKLİK

Her şiir politiktir. Sami Baydar’ın şiirleri de politiktir. Onun şiirlerinin politik etkileşimden uzak olduğu iddiası, ancak yüzeysel bir okumayla mümkündür. Çünkü şiirlerinde açık ya da dolaylı biçimde, 12 Eylül sürecinin karanlık ve yıkıcı ortamından genç bir birey olarak onun da etkilendiği görülür. Doğrudan hedef olmasa bile yaşanan, tanık olunan 12 Eylül’ün zalimliklerden etkilenen birinin ruh hali yapıtlarına yansır. Her şeyden önce dünyaya ve hayata karşı kayıtsız değildir. Şiirlerini örnek göstererek onun dünya ve hayat karşısındaki duyarlılığını, 12 Eylül’ün yoğun baskı ve şiddet döneminin daha da derinleştirip kırılganlaştırmış olabileceğini söylemek mümkün. Şairin biyografisi de bu tezi destekleyecek yöndedir. Sami Baydar’ın, 12 Eylül darbesinin gerçekleştiği dönemde üniversite öğrencisi şair, ressam ve öykücü bir genç olması gerekli açıklamayı yapmaya yeter. Bu niteliklerle o yıllarda kısıtlanmış bir hayat ve karartılmış bir dünyada var olmanın bedeli herkes için ağırdır ve öyle de olmuştur. 12 Eylül’de yaralanmayan genç pek azdır. Sami Baydar da 12 Eylül darbesinin topluma yaşattığı kâbustan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenenler arasındadır. Bu etkinin izleri şiirlerine de yansımış olması doğaldır. Kaldı ki onun gibi mizaç olarak kırılgan duyarlılığa sahip birinin 12 Eylül’ün yol açtığı ağır travmatik ortamdan etkilenmemiş olması düşünülemez.

Sami Baydar’ın ilk kitabı “Dünya Efendileri”nde (1987) yer alan “Hız Çizgisi” adlı şiirinden kısa bir bölüm okuyarak devam edelim:

Şimdi adam duvara dönük

bize bakık

ne yaptığını göremiyoruz

daha içeriye dönüyoruz

söyleşemiyoruz ama onlar

sözediyor çok şeyden.

12 Eylül’ün şairin ruh halini; duygusunu, duyuşunu, düşünüşünü nasıl etkilediğini örneklemek için yine ilk kitaptan “Biri Kırık Dökük Diğeri” başlıklı şiire bakabiliriz:

Biri kırık dökük diğeri

olmakla olmamak arası orada

iki kapı

Kimseyi beklemiyorum

zamanın geçtiği

İkisinden sırayla geçiyorum

geçmişten şimdiye dek

Değişiklikler:

Geceyi bir el feneri gibi bize tutan korku

bir de geceyi yansıttığını söyleyenler

Diyelim ki ben bir odadayım

İşte bu odada

tüm dekor gökyüzü

kapılarsa duvarları çoktan aşmış

bir yanıyor ve diğeri

ondan çıkmak üzere: Anlatması çok zor

Bir ayrım yeri gerekiyor

üstteki iki dize gibi

alttaysa şuna benzer:

sana bütün kapıları gösteriyorum

depremde altında duracağın kapıları

içinden çıkamayacağın kapıları

Sami Baydar’ın yapıtlarında dünyanın karanlık gecelerinin ve gündüzlerinin şiirle ışıyacağına, hayatın neden olduğu bazı yaraların iyileşmese bile acılarının şiirle dindirilebileceğine ilişkin inanç (ki bu masumiyete olan inançtır) da dikkat çeker. Aslında bu, onun insana ve yaşama olan inancıyla ilgilidir. Saflığı “inanacağı bir tanrı” olarak gördüğünü dile getirmesinin nedeni de budur.

Şairin 1991’de yayımlanan ikinci kitabı “Yeşil Alev”in adını aldığı şiirin ilk iki betiğini okuyalım:

Şimdi kime elimi sürsem kayar

bozar yapılarını

üstüne gitmemeliyim

duyulmaz çağrıların.

Senin gözlerin yeşil

bana söyleyeceğin bir şey

yok mu

dışındaki dairede?

DİLDEKİ KEDER

Şiirlerinde dili kederli, hatta melankoliktir, ama dünyadaki varlığını boşluk, hayattaki varoluşunu hiçlik olarak duyumsayanlardan olduğu söylenemez. Yüceyle sıradan olan arasında da bir denge kurmuş gibidir. Şiir dilinin doğallığı ve söz söyleyiş dengesi onun yapıtlarında öne çıkan önemli özelliklerden biridir. Baydar’ın dikkat çeken bir başka özelliği de her şeye yayılmış olan anlam arayışıdır. Denebilir ki şair sezgisi hayatın ve dünyanın hızla anlam kaybettiğini erken bir zamanda yakalamıştır. 1995’te yayımlanan üçüncü kitabı “Dünya Bana Aynısını Anlatacak”tan “Albert Samaın ve Yaz Saatleri” başlıklı şiirin son bölümüne bakalım:

Çiçek yaprakları yağıyor.

Seni gözlerimle anlayabiliyorum, onunla sahibim sana

ve gözlerim muhtaç ağlamaya.

Güller ölüyor, birer birer ve hepsi

ben bir şey demiyorum.

Aşk ağır - Ruhum yorgun ...

Nedir sevgilim ikimizin üstünden

geçen bu sessizliğin kanadı?

Büyüsünü kaybetmiş bir dünyayı yeniden büyülemeye çalışmaz, ama sanki bütün gayreti, uğraşısı şiirinin derdi, masumiyetini yitiren dünyaya masumiyetin önemini, gerekliliğini hatırlatmak, bu vasfı yeniden kazandırmak içindir. Bunu da şiirin diliyle, “salt şiirin” diliyle gerçekleştirmeyi denemiş ve arkasında bu uğraşın ürünü olarak yedi kitap bırakmıştır. Şu iki dize 2003’te yayımlanan dördüncü kitabı “Varla Yok Arasında”dan:

Dünya

Varla yok arasındaki.

Şairin sağlığında yayımlanan son kitabı “Nicholas’ın Portresi” (2005) olur. Kitaptan kısa bir alıntı yapalım. Kitabın “Duygu Yaraları” ara başlığı altında yer alan şiir dizisinden beşinci bölümü aktaralım:

Nasıl bilebilirim

hangi adımın

önce atılacağını

bir kırda?

Bir koyundan artmış

ya da bir dinden

başarısızlığa uğramış

bir kemikten mi?

Bir saç telinden mi?

Hangi adım

ötekine bağlanır

hangi adım

ötekini önüne alır?

Ben bunu

dansetmemize

bağlayabilir miyim

şurada

ağaç altına

gelip gitmelerimize?

Son olarak toplu şiirlerine adını veren “Dünya İnancı” başlıklı şiirin tamamını okuyalım istiyorum:

Ayla aramızda bu görünen deniz

kısa dağlar yok

başka bir uzaklık var

onun aysarlığında var.

Maddeye dönüşmüş

yanıma dek gelen engebeye bak

kuş uçumu dedikleri uzaklığa bak–

Eğer kıvrımlardan çatlamadıysa

başımın altındaki yastık

ayışığından kurumadıysa gitarım

kabımdaki sütü içmediyse aslan.

Kalbim her renkte çizgiyle

almıştır bu gece kanıma ayışığını

hurda düş görmediğime inan

aslan seni bekledi

Bir güneş dönüyor sana

senin bir düşün olsun, bunu al–

Sami Baydar’ın hatırlanmasını, şiirlerinin unutulmamasını amaçlayan bu yazı belki bir şeye daha vesile olur. Şairin, uzun zamandır baskısı tükenmiş olan toplu şiirleri “Dünya İnancı”nın bir an önce yeni baskısı yapılır.

Değerinin gelecek zamanlarda, yeni kuşaklarca anlaşılıp bilineceğini umduğumuz “biliyordum bir kuş gibi / oraya sığmazdım ölmesem” dizelerinin de şairi olan Sami Baydar’ı selamlıyor, saygıyla anıyoruz…

DERKENAR

Takvim yaprakları 1 Mayıs 1987’yi gösterirken yayın hayatına başlayan bir dergi kısa sürede, özellikle şiir çevrelerinde “dalgalanmaya” yol açmıştır… bu yeni dergi ilgi, merak ve sorularla kısa sürede de dikkatleri üzerine çeker. Edebiyat Dostları adıyla yayımlanan dergi, hem biçim hem biçemsel tarzıyla bir farklılık getirmiştir. Gerçi derginin ismi yıllar önce, 1970’lerde on sekiz sayı yayımlanmış bir başka dergiye, Halkın Dostları’na nazire yapar gibidir, ama olsun. Üstelik adına nazire yapılan dergiden etkileşim isimle sınırlı değildir. Ama ona da olsun…

“Yeni ve başka türlü bir edebiyat pratiği” iddia etmektedir. Dönemin koşulları açısından bakılınca bu iddia da son derece önemli ve çekicidir. Bir program doğrultusunda yayın hayatına başladığı anlaşılan Edebiyat Dostları’nın sayfalarında yer alan yazılarda özellikle “sol kültür ve sanata” sert eleştiriler yöneltilir. Derginin kışkırtıcı ve polemiğe yatkın üslubu özellikle gençler arasında heyecan yaratır. Öyle ki kimi genç isimleri, “şair adayları”nı kısa sürede çevresinde toplar, onların şiirlerine, yazılarına sayfalarını açar. Edebiyat Dostları’nın sayfalarında önce şiirleri sonra yazılarıyla yer alan genç isimlerden biri de Yücel Filizler olur. Yücel Filizler’in dergide, şiirleri art arda yayımlanır. Böylece Edebiyat Dostları da dergilerin önemini sağlayan özelliklerden biri olan, yeni isimleri okurla buluşturma işlevini ve sorumluluğunu yerine getirir. Özellikle bir problemi ve programı olan dergiler okura önerdikleri, sundukları yeni isimleri daha görünür, bilinir olmalarını da sağlamak için girişimde bulunurlar. (Elbette gerçek manada edebiyat ve şiir dergilerinden söz ediyoruz.) Bunun için de değişik metotlar, yöntemler kullanırlar. Edebiyat Dostları da sayfalarında şiirlerine ve yazılarına yer verdiği Yücel Filizler’in ürünlerini kitaplaştırarak gerçekleştirir bunu. Edebiyat Dostları etiketiyle derginin yayını olarak çıkan ilk kitap Yücel Filizler’in “Kemik” adlı dosyası olur. Kitap otuz yıl önce 1988’in kasım ayında okurla buluşur. Filizler’in kitabı ilgi ve beğeniyle karşılanır. Ancak Yücel Filizler, döneminin gelecek vaat eden güçlü ismi bir süre sonra Edebiyat Dostları’ndan daha sonra da şiirden ayrılır. O arada Edebiyat Dostları önce iddiasını yitirir sonra da kapanır. Yücel Filizler’inse bir daha başka bir yerde şiirine rastlayamayız. Yayımlanışının otuzuncu yılı vesilesiyle kitaba adını veren “Kemik” başlıklı şiiri paylaşıyoruz:

susku vurur yumruğunu esin gölgelerine

ses getirecek ne varsa onlara.

ayrılığın ufkuyla örtülür can çekişen yankılar

kabaran göğsünde gecesefalarının onuru

açı veren yalnızlığında gece yarısı bir sızı tan!

uyuyan yıldızlara kim dokunabilir,

düşlerini okutan yıldızlara?

ok utan, oku tan

kabın dibinde bir altın para mı durur

siyam balığı gibi saldırırsın göğe?

ok utan,

uzun sırıklarla suyun dibine itilen bir ceset gibi

çıkıyor ortaya ay kuru dalların arasından.

ölüm kendisiyle ilgilenir bu saatte

bir esim arar yüreğini dişleyecek

beynini kemirecek bir esin arar

elleri cebinde rahatça ıslanır saçsız bir rüzgâr.

bir kemik kırık yanını çeker rutubetten

demir parmakların boğazında titrer çanlar.

canlar ayrılığın ufkuyla örtülür

canlar gece sefaları

canlar…

ama o kemik duracaktır köşede

kuruyarak olsa,

ses getirecek bir şey olarak.