'Ne Okuyorum' Genel Yayın Yönetmeni Caner Almaz: Kitap eklerine alternatif getirmek istedik

Ne Okuyorum?'un Genel Yayın Yönetmeni Caner Almaz ile dijital dergicilik üzerine konuştuk. Almaz, "Ne Okuyorum?, özü itibariyle kitap incelemelerinin ve tanıtımlarının yapıldığı bir portal olarak düşünüldü. Hali hazırda yayın hayatına devam eden gazete kitap eklerine bir alternatif getirmekti. Bu mecralarda yalnızca belirli yazarlar, eleştirmenler belli başlı yayınevlerinin kitaplarını tanıtıyorlardı. Bunun karşısına sesi gür ve tamamen bağımsız bir oluşum koyma gereksinimi hissediyorduk" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ne Okuyorum?'un Genel Yayın Yönetmeni Caner Almaz ile Türkiye edebiyat dergiciliğini, okur ve sosyal medya ilişkisini ve dergicilikte genel mefhumunu konuştuk. 2017 yılında yayımladığı, Alakarga Yayınevi’nden çıkan “Kırgın Anlatıcı” isimli bir öykü kitabı da olan Almaz, “Görünür olmak, yazdıklarını birilerine okutabilmek, yazma eyleminin bilinçaltında yatan temel faktörlerden birisidir” diyerek alıcı ve üretici arasındaki ilişkiye de değiniyor.

İlk olarak, bilimi, kültürü ya da sanatı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Sitemizde yazılarını yayımlamak isteyen arkadaşlarımız bize mail üzerinden ulaşabiliyorlar. Çalışmaları ilgili editörlerimiz tarafından değerlendirdikten sonra imlâ kontrolü yapılıyor ve görsel içeriklerini hazırlıyoruz. Sonrasında da yayına alıyoruz.

Ne Okuyorum?, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Ne Okuyorum?, özü itibariyle kitap incelemelerinin ve tanıtımlarının yapıldığı bir portal olarak düşünüldü. İlk başta ben ve birkaç arkadaşım vardı; sonrasında sosyal medyanın etkisiyle çarçabuk büyüyen bir ekibimiz oldu. Böyle bir oluşum kurmaktaki amacımız, hali hazırda yayın hayatına devam eden gazete kitap eklerine bir alternatif getirmekti. Bu mecralarda yalnızca belirli yazarlar, eleştirmenler belli başlı yayınevlerinin kitaplarını tanıtıyorlardı. Bunun karşısına sesi gür ve tamamen bağımsız bir oluşum koyma gereksinimi hissediyorduk. Yalnızca okurların okudukları kitaplara dair tanıtımlarının ve değerlendirmelerinin yer aldığı bir oluşum.. Neden olmasın, neden yapamayalım, diye düşündük. Zamanla işin içerisine testler, listeler, oyunlar, çekilişler de girdi... İki senelik bir yolculuğun nihayetinde aylık neredeyse 50 bin kişinin ziyaret ettiği, 100 bine yakın sayfa görüntülemesi alınan bir oluşum olduk. Matbu olsaydık, bu rakamlar pek mümkün olmayacaktı.

Fotoğraf: Dilara Özçelik

Dergicilikte editör-yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Bu sorunun cevabı şüphesiz ki editörden editöre değişir; herkesin edebi ve sanatsal zevki, zekası başka noktalarda. Heyecanla bir şeyler üreten, yazdıklarının çarçabuk bir yerlerde sergilenmesini arzulayan genç yazar adaylar, kendi özelinde düşünerek hareket edebiliyorlar. Yazmanın ve yazdıklarını yayımlamanın oldukça kolaylaştığı bir dönemdeyiz. Bu çok seslilik içerisinde editörlerin doğru sesi yakalayabilmesi giderek zorlaşıyor. Editörlük, hem mental hem de bedensel yorgunluğu insan bedenine yükleyen ağır bir iştir. Genç arkadaşlarımızın heyecanı, özünde çok güzel bir şey; lakin karşılarında çoğunlukla o işe bakan bir editör olduğunu, günde onlarca insandan yüzlerce sayfa metin okuduğunu bilmiyorlar.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Online bir oluşum olduğumuz için günlük olarak güncellenen bir yapımız var. 210 yazar arkadaşımız, diledikleri kitabı, dergiyi ya da edebiyata dair bir konuyu değerlendirebiliyorlar. Zaman sıkıntımız yok, bir yere yetişme derdimiz yok. Geçtiğimiz sene neokuyorum.org’da yakşalık 600 kitaptan bahsedilmiş. Açıldığımızdan beri değindiğimiz kitap sayısı 1800 civarında. Matbu bir yayınımız olmadığından yalnızca sitemizin server ve hosting maliyetleriyle beraber site iyileştirmeleri amacıyla satın aldığımız uygulama masraflarımız oluyor. Bir gelirimiz olmadığı için telif verememenin sıkıntısını yaşıyoruz. Bunu yapabilsek, yazan arkadaşlarımıza emeklerinin karşılığını verebilsek kendimizi çok daha mutlu hissedeceğiz. Çünkü hepsi iyi niyetle emek harcıyorlar.

'SOSYAL MEDYA OLMAZSA OLMAZIMIZ'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Sosyal medya bizim gibi oluşumların olmazsa olmazı. Hatta çoğunlukla ziyaretçi trafiğimizi oluşturan yerler. Güçlü bir sosyal medya ağınız olduğunda, daha fazla insana dokunabiliyorsunuz. Sesinizi duyurabiliyorsunuz. Her şeyin görselleştiği ve dijital ortamlara kaydığı günümüzde edebiyat yayıncılığının da dijitalleşmesi kaçınılmaz ve hatta zaruri. Sosyal medyanın tüketimi tetikleyen en önemli noktalardan birisi olduğunu sanırım birkaç sene içerisinde sosyologların bilimsel araştırmalarında göreceğiz.

'KİRLİLİK YARATAN DERGİLER OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Özellikle matbu dergilerin sayısının artması bir dönem ürkütücü boyuta ulaştı sanırım. Çok iyi bir dergi okuru olduğumu düşünüyordum ama bir süre sonra artık sayısı artan ve niteliği düşen dergiler nedeniyle takip etmeyi bıraktığım çok fazla dergi oldu. Hâlâ dergicilik sektörünün diri olduğunu düşünüyorum lakin son ekonomik gelişmeler ve çoğu dergiyi, hatta yayınevini zora sokacak potansiyelde. Çünkü bu işin temel girdilerinden birisi olan kâğıt yurt dışından ithal ediliyor ve kura bağlı olarak sürekli maliyet arttıran bir kalem olarak sektörün başında duruyor. Diğer taraftan kirlilik yaratan çok fazla dergi olduğunu düşünüyorum. İyi okur, takip ederek bulabiliyor nitelikli dergileri bulabiliyor ama gençlerin bu yönelimde olduğunu söylemem pek mümkün değil.

Yazın dünyasının özellikle Gezi eylemleri ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

Gezi sonrası insanların kendini ifade etme noktasında bir çığır açıldığını gözlemlemek çok zor değil. İnsanlar, günümüzde içinde bulunduğumuz şartlar nedeniyle düşüncelerini doğrudan ifade etmekten çekiniyor olsalar da Gezi’nin bir yüreklenme getirdiği aşikar. Yeni jenerasyonun daha üretken, daha girişken ve kolektif harekete daha yatkın olduğunu söyleyebilirim. Kabuk kırmaya niyetli bir gençlik var; bu gençlik değişimi ve dönüşümü de sırtında taşıyor.

'DERGİLERİ OKUL GİBİ DÜŞÜNMEK GEREK'

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Görünür olmak, yazdıklarını birilerine okutabilmek, yazma eyleminin bilinçaltında yatan temel faktörlerden birisidir. Herkesin kolaylıkla ifade edemeyeceği bir şey olsa da bu böyledir. Bu nedenle dergilere, internet sitelerine yazılar yollanıyor ve hatta insanlar kendilerine vitrin hazırlıyorlar: Kişisel bloglar, yakın geçmişte oldukça popüler olan online roman yayınlama imkânı sunan siteler vb. gibi ortamlar böyle doğdu. Benim ilk öyküm bir matbu dergide yayınlandığında, inanılmaz bir özgüven ve şevkle yenilerini, daha iyilerini yazma gayretine düştüğümü hatırlıyorum. Dergiler, yazan kişiye bunun dışında kendini geliştirme imkânı sunar. Bunu bir okul gibi düşünmek mümkün. Bizim sitemizden örnek vermek gerekirse, ilk açıldığımızda ekibimize katılan ve görece zayıf metinler kaleme alan arkadaşlarımızın zaman içerisinde yazma eylemini deneyimleyerek geliştiklerini gözlemleyebiliyorum. Yazar ne kadar gelişiyorsa, nitelik açısından dergi de o denli gelişir. Bu birbirine paralel giden bir yoldur.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Senelerce matbu dergicilikle uğraştıktan sonra dijital mecraya kayma gerekçelerimden birisi işin maliyet kısmının yanında sınırlı sayıda baskı yapılması nedeniyle yine sınırlı bir kitleye hitap ediyor olmaktı. Bu nedenle kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum: Cemal Süreya’nın, Sabahattin Ali’nin dergicilikte yaşadığı hem maddi hem de manevi zorluklara karşı gösterdikleri sabrı hiçbir zaman gösteremedim.

Süreya’nın Papirüs’ü çıkartabilmek için evini sattığı söylenir. Bugün bu özveriyi, bu çılgınlığı kim, hangi dergici yapabilir ki? Zaman zaman, altmışların sonunda yetmişlerin başında dergicilik yapsaydım, diye düşündüğüm oluyor. 200 sene sonrası için bugünler komik görünecek galiba, teknolojinin gelişimi ve seyri onu gösteriyor. Matbu yayınların tamamen kalktığı, veri aktarımının düşünce yoluyla yapılabildiği bir gelecekten bahsediliyor. Muhtemelen o zamanlarda insanlar bugünlere bakacak ve saflığımıza, çoğunlukla anlayamayacakları iyi niyetli çabalayışımıza güleceklerdir.