John Berger hayvanların tarafında!

John Berger'in kaleme aldığı Hayvanlara Niçin Bakarız? geçtiğimiz günlerde Deli Dolu Yayınları'ndan çıktı. Berger, farklı başlıklar üzerinden insan, doğa ve hayvanın ilişkisine bakmaya çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Berger’ın pek çok açıdan yaşamımıza dokunan bir düşünür olduğunu söylememize gerek yok. Kendisine bir şekilde temas edenler onun dünyaya bakışını, gözlem yeteneğini, doğa ile ilişkisini, bize her şekilde direnme gücü veren anlatısını, bilgisini deneyimle harmanlayarak oluşturduğu hikâye etme yeteneğini, kısacası bir şekilde dünyayı, yaşamı, sanatı kendince yorumlamasını bilirler. Ve benim okuma deneyimime göre bir kere ondan beslenmeye başlayınca sizi tutkularına ortak eder ve her metnini heyecanla edinip okumanızı sağlar. Geçtiğimiz günlerde Deli Dolu Yayınları tarafından Cevat Çapan çevirisi ile basılan “Hayvanlara Niçin Bakarız” adlı metinde de yine Berger’ın aşina olduğumuz anlatıcılığıyla karşılaşıyoruz ve bu sefer daha çok hayvanlara ve doğaya odaklanıyoruz.

HAYVAN VE DOĞA ODAKLI METİNLER 

Berger kitapta hayvanların yaşamımızdaki anlamını sorgularken bu konuyu antropoloji, felsefe gibi alanları da işin içine katarak tartışıyor. İnsanın kültürel yaşamındaki değişikler, geçim biçimlerinin farklılaşması, bilim, şehir yaşamı gibi faktörlerin insan yaşamında hayvanların anlamını değiştirmesinde nasıl etkili olduğuna odaklanıyor. Kitap genel olarak doğa, hayvan temalı hikâye ve denemelerden oluşuyor denilebilir.

Berger bizi bazen Pentti Sammallahati’nin fotoğraflarındaki köpeklerin yalnızlıklarına götürüyor, bazen bir tarlada gezintiye çıkarıyor. Bir hayvanat bahçesinde kafesteki hayvan size neden bakmaz sorusunun peşine düşüyor sizi de peşinden sürüklüyor. Fareleri yakalayıp özgürlüğe kavuşturan bir insanın hikâyesine çağırıyor. Tüm bunlar bir şekilde hayvanlarla ve doğayla ilişkimizi bir kere daha sorgulamamıza neden oluyor, onunla hayvanat bahçelerinde dolaşırken zihninizde beliren kafesler ve hayvanların uzağa odaklı bakışları kalıyor geriye.

Hayvanlara Niçin Bakarız?, John Berger, çev: Cevat Çapan, 136 syf. Deli Dolu Yayınları, 2017.

'HAYVANLARA NİÇİN BAKARIZ'

Kitapta en çok üzerinde durmamız gereken deneme “Hayvanlara Niçin Bakarız?” Berger bu sorunun cevabını ararken insanın hayvandan kopuşunu dönemlere göre ve her dönemin bakış açısına göre değerlendiriyor. 19. yüzyıl, Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da daha önce insanla doğa arasında var olan her türlü uzlaşma geleneğinin sona erdirilme sürecinin başlangıcına tanık olmuştur diye başlıyor söze.

Bu kopuş daha önce ilk çevresi hayvanlar olan insanın onunla olan mesafesi anlamına geliyor. Böylece hayvanlar insanlarla birlikte merkezi oldukları dünyadan uzaklaşıyor.

İNSANIN VE HAYVANIN BAKIŞI

İnsanlarla hayvanların bakışının farklı olduğundan bahsediyor Berger, insan hayvana baktığında onun bakışını tanıdık algılar ancak hayvan sadece bakar. Sanırım bu insanın hayvanı kendi bilme biçimiyle ve çevresini algılayışıyla değerlendirmesinden kaynaklanıyor. İnsanın bakışı farkındalık içerdiği için hayvanın bakışını da kendi bakışı gibi değerlendiriyor. Ancak bu bakışta insanınki ile bir benzerlik bulunsa da hayvana bir güç atfediliyor.

Sanırım bu hayvanın bir şekilde gizemini korumasıyla ilgili. Üzerine düşününce, insan ne kadar hayvana hâkim olduğunu düşünürse düşünsün hep bir sır kalıyor hayvanlara ait çünkü hiçbir zaman tam olarak onun ne hissettiğini bilemiyoruz. Belki de Berger’ın dikkat çekmeye çalıştığı bu.

SESSİZLİĞİN MESAFESİ 

İnsanın hayvanı tam olarak “bilememesinin” en önemli nedenlerinden birisi de düşünürün dikkat çektiği gibi dil. İki insan karşılaştığında düşman bile olsa bir şekilde dil sayesinde iletişime geçebilir. Berger’ın deyimiyle; “ dilin varoluşu her zaman karşılıklı olmasa da en azından birinin öbürünün varlığını onaylamasını sağlar.” Bu önemli bir nokta bana kalırsa çünkü buradan şöyle bir sonuç da çıkabilir, insan ve hayvan arasındaki ilişki bir şekilde tek taraflı.

Belki de insan yanlı bakışta etkili olabilecek nedenlerden birisi bu çünkü insan hayvanın varlığını tek taraflı onaylıyor, zaman içerisinde değişen bilme biçimlerinin ve kültürel edimlerinin getirisiyle onu istediği şekilde kullanabileceği bir nesne gibi görüyor ancak bir yandan da onun gizemli yanı insanı ondan çekinmeye itiyor.

Böylece insan türü kendi varlığını onaylatmak için hayvana karşı devamlı olarak gücünü kanıtlamaya çalışıyor. Berger hayvanların sessizliğinin aynı zamanda insanla hayvan arasındaki mesafenin korunmasını sağladığını ve hayvanın bir şekilde insandan ayrı ve onun dışında kalmasının garantisi olduğunu düşünüyor. Sanırım bu mesafeli varoluş insan türü açısından düşünüldüğünde hayvanın bilgisine tam olarak ulaşılamayacağı anlamını da taşıyor.

Bu nedenle insan tıpkı doğanın diğer varlıkları gibi hayvanları da hiçbir zaman tam anlamıyla keşfedemeyecek gibi geliyor bana ve ona kendisini tatmin edecek derecede hâkim olamayacak.

19. YÜZYILA KADAR

Berger bu yazısında hayvanlarla insanların ilişkisine pek çok açıdan değiniyor. Mesela bir çiftçi ile şehirlinin hayvana bakışındaki farklılığa, ilk metaforların hayvanlarla ilgili olmasına, insanın dil ile ifadesinde hayvanlarla benzerlik kurmasına ve daha pek çok konuya. Bunu yaparken yazarın amaçladığı şey, 19. yüzyıla kadar hayvanların insan yaşamındaki varlıklarının ne kadar etkili olduğuna dikkat çekmek. Ancak sonrasında hayvanlar gittikçe yaşamımızdan çekiliyorlar onun deyişiyle artık hayvanlar olmadan yaşıyoruz.

Bunun dönüm noktalarından birisini Descartes’ın gövdeyle ruhu birbirinden kesinlikli olarak ayıran ve gövdeyi tamamen fizik ve mekanik yasalarının egemenliği altına sokan teorisi olarak değerlendiriyor Berger ve bunun sonucu olarak hayvanın bir makine modeline indirgendiğine işaret ediyor. Bu görüşe katılabiliriz çünkü böylece sadece hayvan değil, insan da bir makine modeline indirgeniyor.

Bunun izlerini modern tıbbi uygulamalarda da gözlemleyebiliriz. 20. yüzyıl itibariyle de hayvanların yerini makineler almaya başlıyor çünkü içten yanmalı motorun icadı yazarın aktardığına göre taşıyıcı hayvanların yerine geçiyor. Şehirlerin kırsal alanlarının yerleşim alanlarına dönüştürülmesi vahşi ve evcil hayvanların azalmasında etkili olurken endüstrileşme sonrası hayvan yiyecek için hammadde anlamına indirgeniyor. Aslında tüm bunların söylediği şey hayvanların gittikçe insan yaşamından uzaklaşması ve onun için nesnel bir anlam ifade etmesi demek. Ancak bu sadece hayvanlar açısından değil insanlar açısından da getirileri olan bir duruma dönüşüyor.

Berger hayvanların böyle bir duruma indirgenmesinin, onlara karşı mekanik yaklaşımının sonrasında insanın insana tavrına dönüştüğüne dikkat çekiyor. Örneğin artık işçilere de sadece bir nesne ve makine gibi davranılmaya başlıyor. F. W. Taylor’dan şu cümleyi aktarıyor Berger ve sanırım durumu özetliyor; “ işçi zihinsel bakımdan türler arasında en çok öküze benzesin.” Yani öküze yüklenen faydacı anlam bir işçi içinde geçerli oluyor bu durumda ve aslında ikisi de aynı güç tarafından aynı anlamı içeren bir şekilde ezilmeye başlıyor.

BERGER'İN TARAFI, HAYVANLARIN TARAFI 

Berger, hayvanların deney malzemesi olarak görülmesinden, gösteri nesnesine dönüşmelerine, hayvanat bahçelerinin ortaya çıkışına ve bunun insan ve hayvan için anlamına, hayvan biçimli oyuncakların artmasının nedenlerine kısacası, konuyla ilgili olabilecek her ayrıntıya kendi üslubunca değiniyor. Tüm bunlardan anlıyoruz ki Berger’ın tarafı hayvanların ve doğanın tarafı bunu kitap boyunca tüm metinlerde gözlemleyebiliyoruz. Berger hayvanlara yaşatılanların dönüp dolaşıp insanlara özellikle de ezilen sınıflara yaşatıldığına dikkat çekiyor.

Hayvanlara takınılan her olumsuz tavrın bir şekilde insanların da benzerine maruz kalması anlamını içerdiğini çok iyi biliyor çünkü. Hayvanların “önemsizleştirilmesinin” köylülerin önemsizleştirilmesini izlediğini söylüyor mesela veya marjinalleştirilmiş her alanın gettoların, gecekonduların, hapishanelerin, tımarhanelerin hayvanat bahçesiyle ortak bir yanı olduğunu vurguluyor. Özetle şunu söyleyebiliriz ki insan türü her şeye sahip olduğunu düşünse de hayvana ve doğaya bakışı aslında kendi varlığını belirliyor. Ancak elbette “türcü” bakıştan sıyrılıp bunu görebilmek önemli. Sanırım bu denemenin bana en çok düşündürdüğü şey bu oldu.

“Hayvanlara Niçin Bakarız?” kitabında yer alan metinlerde Berger aslında farklı farklı başlıklar üzerinden insan, doğa ve hayvanın ilişkisine bakmaya çalışmış. Kitapta ayrıca yazarın “Onlar En Son Gidenler” adlı şiirine de yer verilmiş. Berger’ı yakın zamanda kaybettik ama işte o bir şekilde bize bilgeliğini sunmaya devam ediyor. Son olarak, onun “yetimler ittifakı”nın bir üyesi olarak iyi ki bu metinlerle de buluştuk diyebilirim ancak.