Gardiyanlık sadece 'üniformayı giyip' 'düzeni temsil etmek' mi?

Yonca Güneş Yücel'in Gardiyanlar- Kilidin Öte Tarafı isimli kitabı İletişim Yayınları etiketiyle okurlarla buluştu. İnfaz ve koruma memurlarının yaşamlarının zorluklarına değinilen kitabın yazarı Yonca Güneş Yücel' göre 'gardiyanlığı salt “üniformayı giyip” “düzeni temsil eden” bir pozisyon tanımlamak mümkün değil.'

Google Haberlere Abone ol

Yonca Güneş Yücel ile “Gardiyanlar- Kilidin Öte Tarafı” isimli kitabını konuştuk. İsmiyle müsemma bu kitapta, yazar, sahaya iniyor ve akademik bir tezin sunduğu kavramsal tanımlamalardan ziyade röportajlara ağırlık veriyor. Yer yer gardiyanlarla özdeşlik kurduğunuz bile oluyor. Gardiyanların, sınıfsal kimliğine konu geldiğinde ise Yücel, “infaz ve koruma memurları ceza infaz kurumlarında çalışan kamu görevlileri olarak 'Emniyet ve Güvenlik' sınıfında değerlendirilerek, sendikal hakları kendilerine verilmiyor” diyerek konuya açıklık getiriyor.

Yonca Güneş Yücel kimdir? Neler yapar?

1982 Üsküdar doğumluyum. Akademik serüvenim hayatımın çok büyük bir kısmını kapladığı, çok zamanımı aldığı için söz etmeden edemiyorum. Kısaca Kocaeli Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünden 2005 yılında mezun oldum. Aynı üniversitede 2008 yılında siyaset ve sosyal bilimler programında yüksek lisans eğitimimi; 2015 yılında da doktora eğitimimi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi genel sosyoloji ve metodoloji programında tamamladım.

Genel olarak Türkiye siyaseti, siyaset sosyolojisi, toplumsal cinsiyet ve edebiyat sosyolojisi alanında da çalışmalarımı sürdürüyorum. 2010 yılından beri de yerel yönetimler alanında profesyonel olarak çalışıyorum.

“Gardiyanlar- Kilidin Öte Tarafı” görmezden gelinen, arada kalan bir meslek grubunu, objektif bir bakış açısı ve bilimsel bir dille okuyucuya sunuyor. Bu konuyu ele alırken kaygılandığınız veya tereddüt ettiğiniz bir his ya da kavram oldu mu?

Bence herhangi bir araştırma alanının kendisi araştırmacı için her zaman bir kaygı taşıyor. Bunun ilgi ve merakla da çok ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sizin merak ettiğinizi düşündüğüm kısmıyla tek başına içinde cezaevi anlatısı taşıyan her şey başlıbaşına kaygı yüklü, tekinsiz bir duygu durumu uyandırabiliyor. Ancak bununla baş etmede ya da bu duygunun dönüşmesinde saha deneyimi çok önemli bir yerde duruyor.

Çalışmanın sahasının başlıbaşına çarpıcı ve etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Kitapta sahayı adımlarken karşılaştıklarımı, yüzleştiklerimi anlatmaktan kendimi alamadım. Neredeyse çalışmanın en etkili dinamiğini saha oluşturuyordu. Görüşmeciler pek tabii kendi anlatısını derinleştiren sorulara yanıt verirken ebedi doğruları açıklıyor değildi. Ancak beklentimin çok ötesinde bir samimiyetle karşılaştığımı söyleyebilirim.

Kitapta alıntıladığınız Paavo Haavikko’nun “Kullervo’nun Öyküsü”nde geçen “Sana kötü davranmam gerekiyor. Yoksa benim gerçek olduğuma inanmıyorsun” cümlesi, infaz ve koruma memurlarının temel çelişkisini yansıtıyor. Bu kitabı bitirdiğinizde, iyilik ve kötülük, gerçeklik ve yanılsama gibi kavramlar ele alınırsa, kendinize dair neyi keşfettiniz?

Yonca Güneş Yücel / Gardiyanlar: Kilidin Öte Tarafı / İletişim Yayınları

Bence infaz ve koruma memurlarını, en genel anlamıyla toplumsal alanda üretilen bu kanaatlerin, izlenimlerin içinde tartışmak hep biraz eksik. Örneğin tutuklu ve hükümlülerin “yasadışı” tanımlı davranış ve eylemleri nedeniyle orada olması, infaz ve koruma memurlarıyla kurulan yasal ve toplumsal ilişki biçimlerini muğlak ve düzensiz kılıyor. Cezaevi içerisinde yasal ve toplumsal ilişkiler tam anlamıyla askıya alınmadığı gibi dışarıdaki gibi de deneyimlenmiyor.

Her iki taraf için de geçerli olan bu belirsizlikten beslenen ilişkiler, bu yüzden çok çeşitli. İnfaz ve koruma memurlarının mesleklerinin ilk yıllarında tutuklu ve hükümlülerle olan ilişkilerini tarif ettikleri merak, şaşkınlık yıllar içinde daha fazla diyalog ve empati kurmaya dönüşebiliyor. Bu anlamda okuyucuya araştırmada keskin çelişkilerin, tanımlamaların olduğu iddiası yerine ilişkilerdeki geçişlilikleri fark etmelerini sağlamaya çalıştım.

Esasında infaz ve koruma memurlarının kendisi de dâhil olmak üzere temas ettiği, etkileşim içinde olduğu her şeyle birlikte çeşitlenen, değişen tutumlarının toplumsal ilişkilerle nasıl düzenlenir olduğuna açıklık getirmeye çalıştım.

Kitapta infaz ve koruma memurlarıyla yaptığınız röportajlarda, çoğunun ortak bir görüşte bulunduğu meselelerden biri, bu mesleğin “işsiz kalmamak için” zorunluluktan seçildiği… Keza pek çoğu sinir ve stres altında çalıştıklarını, çoğu zaman müdürlerinden ya da amirlerinden -fiziksel olmasa da- şiddet gördüklerini söylüyorlar. Bu bakımdan infaz ve koruma memurları için kurban oldukları düşünülebilir mi? Keza, bu bakış açısıyla gücü ve sistemi temsil eden üniformayı da giyen infaz ve koruma memurları kendi kendini kurban ediyor olabilir mi?

“Kurban” oldukça iddialı bence... Çünkü infaz ve koruma memurlarının mesleği tercihlerinde bir dizi zorlayıcı neden olabilir ancak bu iradelerini askıya almıyor. Onların göreve başlamalarına neden oluşturan koşulların başında dediğiniz gibi yaşamlarında “yolunda gitmediğini” düşündükleri deneyimler var.

Bir taraftan da infaz ve koruma memurluğunun tercih edilme nedenleri arasında yerini alan uzun süren işsizlik ve güvence arayışı, tam da çalışma yaşamına dair genel istikrarsızlığın işaretlerini taşıyor. Çünkü kitapta söz ettiğim gibi infaz ve koruma memurluğuna başvuruda tavsiye ve torpil sağlayan fırsatların değerlendirilmesi de dikkati çekiyor.

İnfaz ve koruma memurları ile yapılan röportajlarda grev hakları olmadığını ve dernek değil de sendikaya ihtiyacı olduklarını söylüyorlar. Bu durumun dünyadaki örnekleri nelerdir? İnfaz ve koruma memurları için sendikal bir durum ya da grev hakkı söz konusu olabilir mi?

İnfaz ve koruma memurlarının birçoğu örgütlenme pratiklerini hâlihazırda faaliyette olan dernekleşme deneyimleri üzerinden yorumladılar. Mevcut dernekleşme deneyimleri üzerinden eleştirilerini sıralayanlar kadar örgütlenme faaliyetlerine geneline ilişkin çekincelerini açıklıkla dile getirenler de vardı.

Son tahlilde diğer tüm çalışma yaşamlarında olduğu gibi infaz ve koruma memurları da düğün, doğum, hastalık ve benzeri geleneksel yardımlaşma ve dayanışma odaklı dar ve mütekabil ilişkileri sürdürdüklerini ifade ettiler. Bununla birlikte yasal olarak öyle bir teknik düzenleme ile karşı karşıyalar ki devlet tarafından da sendikal örgütlenmelerine sıcak bakılmıyor.

İnfaz ve koruma memurları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi “İdari Hizmetler” sınıfında yer almalarına karşın, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu kapsamında ceza infaz kurumlarında çalışan kamu görevlileri olmaları nedeniyle sendikaya üye olamıyor ve sendika kuramıyorlar. Kısaca infaz ve koruma memurları ceza infaz kurumlarında çalışan kamu görevlileri olarak “Emniyet ve Güvenlik” sınıfında değerlendirilerek, sendikal hakları kendilerine verilmiyor.

Araştırma konumu dünyadaki örnekler üzerinden genişletmedim ancak başta ABD olmak üzere çok uzun süredir cezaevlerinin özelleştirildiği bir süreç yürümektedir. Bu anlamda en temelde Türkiye’deki örnekleriyle kamu ve özel ayrımı gibi yapısal bir farklılıkla ayrıştığı görülüyor.

Yonca Güneş Yücel

Kitaptaki röportajlarda göze çarpan meselelerden biri de “adalet” mefhumu… İnfaz ve koruma memurlarının yaşadığı iç muhasebelerinden önde geleni, tinerciye de mafya babasına eşit davranma isteği… Üniformayı sırtına geçirip, düzeni temsil eden bir pozisyon takındıktan sonra, bürokrasiyi zengine ve fakire eşit davranmamakla itham etmekte haksız mıdır mahpuslar? Kapitalizmle yönetilen bir ülkede sınıfsal olarak infaz ve koruma memurları nerede durur?

Esasında bu çalışmanın alametifarikası, infaz ve koruma memurlarının mesleki deneyim pratiklerini salt cezaeviyle tanımlı bir ilişkilenmeyle ele almaması. Genel olarak infaz ve koruma memurlarını tutuklu ve hükümlülerin karşısına taşıyan, onlarla çatışmalı kılan; cezaevi yönetimiyle de doğrudan özdeşliğini, yakınlığını kuran tanımlamaların tersine bir yaklaşım izledim. Şöyle de açarsak söz ettiğiniz gibi salt “üniformayı giyip” “düzeni temsil eden” bir pozisyon tanımlamak mümkün değil.

Toplum nezdindeki izlenimlerinin kendilerinden başlayarak yarattığı baskı ve dışlanma pratiklerinden çokça söz ediyorlar. Mesleklerini saklamaktan ya da sürekli kendilerini savunmaktan yorgun düştüklerini anlatıyorlar. Toplumun kendisini anlamasını bekleyerek, pratik bir yarar arayışı içindeler. Çünkü bu saygınlığın diğer üniformalı güçler için görece olduğunu söylüyorlar. Asker ve polise yönelik koşulsuz sağlanan toplumsal sempatiden pay almayan üniformalarından da söz edebiliyorlar.

Sınıfsal bir tahlil için de genel olarak yaptıkları işin zorluğuna kıyasla aldıkları maaşın, sosyo-ekonomik haklarının yetersizliğini sıklıkla dile getiriyorlar. Buna karşın özel sektörün güvensiz, esnek çalışma koşullarına kıyasla iş güvencelerinin taşıdığı istikrarı önemsediklerini belirtiyorlar. Bu durum kitapta da yer verdiğim gibi “borçlandırılmış” bir bugün ve gelecek inşa ediyor. İnfaz ve koruma memurlarının çalışma yaşamı içinde görece güvenceli olmaları çok daha rahat borçlanmalarını sağlayabiliyor. Böylece uzun yıllara yayılmış kredi borcu ödeme takvimi içinde yaşama durumuyla karşılaşıyorlar.

Röportajların birinde infaz ve koruma memuru olan “Nail”, “Kapının kilitli kısmında biz varız” derken, içeriye kapattığı mahkûmdan öte, kendisini dışarıya kapatmakla itham ediyor. Bir anlamda dışarıda kalan o… Vaktinin büyük çoğunluğu mahpuslarla aynı mekânda geçmesine rağmen dışarıda… Bu durum psikolojik olarak yabancılaştırmayı barındırıyor.

“Kilidin öte tarafı” kitabın adında da görüldüğü gibi benim de üzerinde çok düşündüğüm, kuvvetli bir ifade. Ancak araştırmadaki karşılığı, içeri ve dışarı ilişkisinin keskin ve geçirimsiz olma iddiasına itiraz taşır. Tutuklu ve hükümlülerle ilk karşılaşmalarından, yıllar içerisinde deneyimle birlikte geliştirdikleri pratiklere, taktik ve motivasyonlara uzanan bir esneklik ve akışkanlık dikkat çeker. Bu ilişkilenme sürecinin döngüsel bir yolculuğu var.

İnfaz ve koruma memurlarını da tutuklu ve hükümlüleri de birbirleriyle, durdukları yerden karşılaştırılan değil, birbirlerine adım attıkları, açık ara uzaklaştıkları, yakınlaştıkları bir yerden tarif eder. Ve bu bize, onların birbirlerinin sınırlarını ve kendi sınırlarını nasıl çizdiklerini de gösterir.

Yeni bir çalışma var mı? Yonca Güneş Yücel bu aralar neler yapıyor?

Yeni bir araştırma konusunda tam olarak netleşmem için erken olsa da yeni bir çalışma için güç topladığımı söyleyebilirim. Buna rağmen sanırım biraz daha bu çalışmayı tartışmaya, konuşmaya, eleştiri ve değerlendirmeleri almaya ihtiyacım var.