Çocukların Cemal Süreya'sı: Aritmetik iyi kuşlar pekiyi

Elif Eda Sarıkaya ve Ahmet Türkan çocuk edebiyatı hakkında yazdı. Cemal Süreya'dan Aritmetik iyi kuşlar pekiyi....

Google Haberlere Abone ol

Elif Eda Sarıkaya - Ahmet Türkan

Cemal Süreya’yı biliyor musunuz? Garip bir adam, kocaman gözleri var ve hep gülümsüyor fotoğraflarda. Herkes şiirleriyle biliyor onu, Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvayda biliyor, 8.10 vapurunda biliyor, Mavi Tren’i bir başına arşınlarken biliyor, sonra Afyon Garı’nda. Lakin kuşların kanatlarında, mavi helikopterlerde ve renklerin içinde çocuklara öyküler de anlatıyor. Hem de ne öyküler! Behçet Necatigil’den de bahsediyor, yavru balinalardan da. Robinson Crusoe’un keçisinden de başka çocukların gitmek istediği ıssız adalardan da.

cemalsureya

Çocukça Dergisi’ndeki aynı isimli köşesinde yayınladığı kısa öykülerden oluşuyor Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi kitabı ve şairin diğer eserleri arasında nispeten geri planda kalmış özgün bir anlatıyı sunuyor. Bunu yaparken “çocukların her şeyi zaten anladığı” fikrinden yola çıkıyor, öykülerin tamamı bu tavır üzerine gelişiyor: çocuklarla sadece kuşlardan ve perilerden değil, edebiyattan, siyasetten, resimden, tarihten ve felsefeden de konuşabilirsiniz.

'ÇOCUK EDEBİYAT SÖZÜ YANLIŞ'

“Çocuk edebiyatı” sözünün de yanlış olduğunu düşünüyor şair. Böyle bir edebiyat vardır evet ancak olması gerektiği için değil, kendisi var olmak istediği için vardır ona göre. Aslolan edebiyattır ve çocuklar bundan koparabildiği payı almalıdır. Bilgi ve düşünceyi çocuklara aktarmada farklı bir yöntem kullanılabilir ve hatta bu zorunludur ancak ayrıca bir çocuk edebiyatı çocuğu küçümsemek, bunun dışında, tarihsel olarak ait olmadığı bir rolü ona yüklemektir. Bir noktada da sadece çocuğu değil, insanı aşağılamaktır. “11 yaşında bir çocuğa sınavlarda karmaşık problemler soruluyor.” diyor “Bunları öğreneceğine güvenilen kişi Çehov’u, Sait Faik’i neden anlayamasın?”

oooo Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, resimleyen: Mustafa Delioğlı, YKY

Doğru. Çok eski çağlarda çocukların dinlediği hikâyeler sözde büyüklerin kent meydanlarında bağırdığı efsaneler, uzak ormanlardan, dağlardan ve bilhassa gökyüzünden alıp fısıltıyla ve yollar boyunca yayılan masallar değil miydi? Gelenekle, tarihle iç içe olan ve insanlığın ortak tecrübelerinden beslenen bu anlatılar, o çocuğun eylemlerinde, bizzat hayal gücünde ve tabi ki kendi çocuğunun varoluşunda dönüşerek, gelişerek yine kendi gerçeğini bulmuyor muydu? Bazen bir kahramanın başarıları, bazen hayalet hikâyeleri, çok uzaklarda yaşayan bir kralın ya da yuvasından ayrı kalmış bir güvercinin öyküsü.

İlk öykü Lacivert İpek Helikopter’de amacını ortaya koyuyor Süreya. Zeki dostu Pırasa’yla olan karşılaşmasında şöyle bir diyalog geçiyor aralarında:

İlk yazıyı yazdın mı?

Nasıl başlayacağımı bilemiyorum.

Hadi hadi! Yazarsın. Yalnız şunu unutma: Çocuklar her şeyi anlar. Her şeyden söz edebilirsin onlara. Enflasyondan bile.

Aynı öyküde “bilgiçlik taslayan şeyler yazma, düşlerden de söz et. Sözgelimi lacivert ipek helikopterler uçuşsun yazılarında” diyor kendisi bilgiç Pırasa. Büyülü bir dünyada yaratılan gerçeklik, gerçek dünyanın ortasında yaratılan bir büyü bu aslında. Çocuğun aklından dünyaya bir bakış ve hiçbir şey öyle bizim gördüğümüz kadar çocukça değil. Okul çıkışında yürüyor bir çocuk elinde ağır çantasıyla, Renkler Ölmüyordu öyküsünde. Varpurlar, minibüsler, evler iş yerleri var, insanlar var. Yanından geçseniz, evet kesinlikle bir çocuk ve o da sizi izliyor. Döküyor aklındakileri kente. Bir alışveriş aritmetiğe, kişiler sosyal bilgilere, sözleri dil bilgisine dönüşüyor. Otobüsteki birbirinden çok farklı dalgın insanlar, bunlar roman oluyor, kendini unutuyor hayal ederken ederken çok ağır çantası hafifliyor. Cemal Süreya söylüyor;

“Bir şey artık ağır gelmiyorsa ya da daha az geliyorsa, o nedir bilir misiniz? Yaşama sevincidir.”

Aynı bu söz gibi, bir kişinin aklında hayatı boyunca yankılanacak her şey gerçekle hayal arasındaki o yerden elde ediliyor. Çünkü gerçekler hayallerde, hayaller de gerçeklerde anlam kazanıyor. Bunu masal dinleyen herkes hissetmiştir. Anlatıcının ağzından dökülen sözler, onun gözleri, hareket eden elleri, yükselip alçalan sesi, fısıltıları, havada asılı görünmez bir perde yaratır da dinleyen herkes aynı şeyi farklı renklerle, kimisi dairelerle, kimisi karelerle, kimisi gökyüzünde, kimisi yerde ya da bir odanın içinde, bin bir şekilde yaşar. Dinleyici anlatıcıyı, anlatıcı dinleyici baştan çıkarır. Doğrudan tepkilerin ve doğallığın yaratıklarıdır çocuklar. Onlara bir şey öğretmek istiyorsanız tepki vermesini sağlamalısınız, size katılmalı, belki de anlatıcı olmalı. Sorular sorarsanız cevap alırsınız, sizin verdiğiniz cevaplar da onların cevabına katılır.

Dört Büyük Şair anlatısında örneğin, toplamış etrafına, oturup konuşuyor çocuklarla. Yahya Kemal’i, Namık Kemal’i, Orhan Veli’yi anlatıyor. Şakacı şair Orhan Veli. Sonra Oktay Rıfat’ı, Melih Cevdet’i söylüyor. “Homeros bile Anadolu’da doğmuş” diyor. Edip Cansever’den, Fazıl Hüsnü’den Hilmi Yavuz’dan, İsmail Uyaroğlu’dan bahsediyor. Cahit Külebi? “Cahit Külebi unutulur mu?”

Unutulmaz. Hiç değilse çocuklar unutmaz bundan sonra. Çocuklar şiirselliğin ritmini unutmaz. Yazı öncesinde destanların ve çeşit çeşit öykünün şiir olarak anlatılması sadece estetik bir kaygıyı değil, aynı zamanda bir toplumsal aktarım ve bireysel unutmama amacını ifade eder.

'BEN, SEN, O'

İyi masalların ve öykülerin, özellikle çocukların sevdiklerinin, kendi içinde ahengi vardır. Cemal Süreya bu şiirselliği fazlasıyla sağlar. Resim sanatı üzerine olan Ünlü Ressam öyküsü, bir ressam karakterini çok net bir şekilde çizerken, yine çocuklarla diyalog halindeki bir anlatıdır. Diyaloğu “Ünlü ressam bu son sözü söyledikten sonra gözlüklerini çıkardı. Sildi. Gözleri belirsiz bir ikindi vakti gibiydi” derken hem öykü hem de karakter kendini şiirle tamamlar. Hatta başka bir yazıda Behçet Necatigil de şiirle anlatılır:

“Ben, sen o;

Biz, siz, onlar,

Behçet Necatigil hepimizi anlatttı.”

Öyküleri tek tek okurken, o herkesin bildiği şair aklımızda yavaş yavaş silikleşirken, böyle zamanlarda hatırlatıyor kendini ancak farklı bir tebessümle. Kendi de söylüyor zaten “çocuk şiirin egzersiz yanını kavrayabilir, bir de duyganlık yanını” diye.

Nihayetinde şiirden, masaldan, öyküden, hayalden, renklerden, çokça kuşlardan bir anlatı dizisi oluşturuyor Cemal Süreya. Bunları yazma amacını da günlüklerinde “Bırakalım, çocuk da yüzmeyi (okuma yazma) öğrendikten sonra bizim girdiğimiz denize girsin” diyerek anlatıyor ve sonra hem ebeveynlere hem de çocuk öyküleri yazanlara/anlatanlara hitap ediyor belki de (eleştiriyor mu yoksa?):

“Çocuk henüz “ekmek” diyemiyor da, “epe” diyorsa, ona kalkıp “epe” diye söz etmeyelim ekmekten. O zaman “epe”den ekmeğe geçim süreci uzar ya da hiç değilse biz uzamasını istiyoruz demektir. Çocuk edebiyatı budur.”

Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi kitabı, çocuklar için adına layık öyküler barındırırken yetişkinler için de bir yöntem ortaya koyuyor. Gerçi defalarca okuduktan sonra hâlâ hissettiğimiz ve göz dolduran ayrıntıları, incelikleri de hesaba katarsak, bizim için de yöntemden daha fazlası, diyebiliriz. Bir de kitabın resimlendirilmesini Mustafa Delioğlu yapmış pek tatlı çizgileriyle.

İşte, çocukların Cemal Süreya’sı böyle. Anlatıldığına göre tüm dünyayı bir bohçaya doldurup haritada bile görünmesi çok zor olan ıssız bir adaya gitmiş. Günlerden de pazarı seçmiş. Bakmış bohçasına var mı eksik; 5 milyar insan, hayvanalar, bitkiler, saat kuleleri, tapınaklar, müzik aletleri, gözlükler, uzak yol kamyonları, kapalı spor salonları, müdürler, müdür yardımcıları, ekleriyle birlikte gazeteler, çocuk arabaları, güller, menekşeler. Bunu yaparken Nuh Peygamber kadar ciddiymiş. Hiç canı sıkılmayacakmış artık.