Aramızda gezinen bir kent anlatıcısı: Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'u anlattığı Beş Şehir adlı kitabının ilk baskısının üzerinden 70 yıl geçti. Tanpınar, bu kitapta içimizdeki Doğu’yu anlattığı kadar dışımızdaki Batı’nın da ne olduğu, bunu nasıl yaşadığımızı gösterir.

Google Haberlere Abone ol

Her şey bir yana, kenti yazmak/anlatmak düşüncesi çekici gelir bana. Bunu da, dönem yazarları içinde, belki de, en iyi anlatan Tanpınar olduğu için; kente dair, dahası, Anadolu kentlerine dair yazmak, gidip görmek istediğimde onun Beş Şehir’ine dönerim.

İlk kez gidip gördüğüm, birkaç gün kalarak gezip ruhunu zihnime sindirdiğim Kastamonu’dan döndüğümde; “Mücevher Kent: Kastamonu” yazısını yazarken, Tanpınar’ın kenti anlatma bakışı/duyuşu gölge gibi üzerimdeydi.

Bir kenti yazmak iz sürmektir. Hem içte, hem de dışta gezinirsiniz o ân. Giderken görmek, yaşarken hissetmek…

Bir kent bunu size sunar elbette. Ama iş yazmaya, anlatmaya gelince; görmek ve hissetmek bir kentin sizden tek istediğidir.

Bunun için gönlünüzün kapılarını açmak, zihninizin gözeneklerini kentin katmanlarına döndürmek yetmiyor. Sizi asıl o kenti yazmaya itenin ne olduğunu bilmeniz gerek önce.

İşte bu derin bir magmadır.

bes-sehir1 Tanpınar, Beş Şehir'deki yazılarını önce Ülkü dergisinde dizi yazısı olarak yayımlar. Bu yazıları, 1946 yılında Konya'yı da ekleyerek kitaplaştırır.

Bu yüzdendir ki; yazıya aşina her kalem her dem her zaman istediği yeri/kenti yazar diyemem.

Biriktirdikleriyle hissetmek gerek. Gönlün gördüklerini, hissettiklerini düşüncelerinin ırmağına taşıması için o kenti derinden yaşamak gerek.

Geçmişinde olanı, değişeni, yaşanan ve yiteni bilmek gerek. Bir kent ancak böyle anlatılabilir.

Bazen, yazacağınız kent sizi seçer; sizin seçtikleriniz ise istek ve arzularınıza bağlıdır. Sizi seçen kenti yazmak zor görünse de, seçtiğiniz kentten daha kolaydır onu anlatmak. Çünkü sizi kendinde tutan bir gizem, sırlı bir yan vardır. Yalnızca bir ânlık etki/heves değildir. Derin bir iz bıraktığı için imgeleminizde yer etmiş, sizi yazmaya yöneltmiştir.

Oysa diğeri seçilen/gidilendir. Neyi/niçin anlatmanız gerektiğini az çok bilirsiniz.

İlkinde insanı görür anlar, toplumu kavrarsınız, ikincisinde siz görmek istediklerinize yönelirsiniz.

İşte buradan bakınca, Tanpınar’ın; Beş Şehir’de kendini seçen kentleri yazdığını söyleyebilirim: Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul.

O bunları anlatmaya yönelimini şöyle görür:

“…asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.”

Gene de, anlattıkları yalnızca bunlarla sınırlı değildir kanımca!

Geçmiş, kentlerin belleğinde bir yerlerde durur. Görüşebildiğiniz insanlar bunu anlatabilir. Ama asıl önemlisi o kenti/kentleri daha derin bir kavrayışla anlatan kentin hafıza mekânlarıdır.

Tanpınar insanlarıyla birlikte anlattığı kentlerin hafıza mekânlarına da yönelir.

Kitabının 1960 basımının “önsöz”ündeki şu satırlarının altını çiziyorum:

“Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her ân hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz.”

Bir kente bakarken, onu hissederken aslında kendimize bakar, nasıl olduğumuzu hissetmeye çalışırız.

Beşir Ayvazoğlu, Beş Şehir’i dipnotlarıyla, açıklamalarla, fotoğraflar ve düzeltmelerle yeniden yayıma hazırladı. Beşir Ayvazoğlu, Beş Şehir’i açıklamalar, fotoğraflar ve düzeltmelerle yeniden yayıma hazırladı.

Beş Şehir bunun kapılarını açar, bilinçlilik durumunu yansıtır bize.

Öyle ki; mekân duygusu onda yaşanmışlıkların hatırlama imgesi olarak çıkar karşısına.

Bir kenti mekânlarını görmeden, onların ruhunu kavramadan, hatırlattıklarını hatırlamadan yazamazsınız.

Onun “beş kent”e bakışı Anadolu’daki hayatımıza bakışıdır. Uzlaşan, uzlaşmayan yanlarımızın anlatımıdır. Derin duygu dünyamızın nasıl örgülenip biçimlendiğinin gösterilmesidir.

Bir kenti bir yaşayıp hissedemezsiniz. Bir kenti ancak yudum yudum yaşayarak yazabilirsiniz.

Doğduğum kenti, Erzurum’u “Bir Kentin Solgun Yüzü” diye anlatmaya başlarken, o yazma/anlama serüveninin yirmi yılı bulabileceğini düşünememiştim.

Tanpınar ise, buna, kitap “parça parça yaşanmış şeylerden doğdu” der.

O, Beş Şehir’de, bize ayrımları da koyar; geçişleri/değişim ve dönüşümleri anlatır. Ama sıklıkla altını çizdiği sürekliliktir. Dönemler değişse de Anadolu’nun ruhunu tümleyen öğeler aynıdır.

Bunu da, daha çok, yaklaşıp yaşadıkça anlayabilirsiniz. Bu anlamda Beş Şehir’i Anadolu’yu anlama yolu, hatta anahtar anlatılar olarak görmek gerektiğine inanırım.

Tanpınar, orada, içimizdeki Doğu’yu anlattığı kadar dışımızdaki Batı’nın da ne olduğu, bunu nasıl yaşadığımızı gösterir.

Az şey midir bu?

İki uygarlığın bileşenlerinde var olan bir Anadolu’nun anlatımıdır Beş Şehir.

Evet, o, bir “kalb adamı” olarak bakar kentlere. Derin bir kavrayışla anlattıkları bize hem "rehber" olur, hem de yaşadığınız yeri anlama/tanıma bilincini verir.