YAZARLAR

Kendi demokrasini kendin yap-II

"Oy ve Ötesi ilk seçimlerde bir tek Bayburt'tan veri alamamıştı. Şimdi 100 bin gönüllüyü hedefliyorlar; şu anda 35-40 bin düzeyindeler. Bu kadar insanla da her ilden veri alabileceklerini belirtiyorlar. Eğer Oy ve Ötesi her ile, ilçeye yayılabilirse aslında göreceğimiz şey, sonuçlardan emin olacağımıza dair bir şey.”

KİM BU SANDIKLARI KORUYANLAR

Sivil toplumun her bir sandığı korumak adına müşahitliğe soyunduğu, sandık tutanaklarını teyit etmeye yöneldiği; sandıkları korumak için Türkiye’deki gibi bir yaygın örgütlenmenin gerçekleştirildiği başka bir ülke -varsa da ben- bilmiyorum. Hiç değilse Türkiye’nin bu konuda elebaşı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak ne ironiktir ki bu sivil örgütlenme Türkiye demokrasisinin gelişmişliğinin değil, aksayan yönlerinin bir tezahürü. Bir önceki yazımı bitirirken de yazmaya çalıştığım gibi sandıkları koruyanlar, hem trafoya kediyi sokan iktidara hem de trafodaki kediyi aval aval seyreden muhalefete kızarak sandıkları korumak için böylesi bir inisiyatife girişmişlerdi. Seçil Hanım’a bunu da sordum: Kimlerdir sandıkları koruyan seçmenler, “Kendin-Yap-Seçimleri”ni (Do it Youself) icat edenler, İKEA-Demokrasi’nin Havarileri?

Seçil Hanım soruma şöyle cevap verdi:

“Temelde bu bir gazetecilik sorusuyla merak ettiğim bir şeydi. Çünkü seçim zamanı geldiği zaman maalesef herkes sandıkları korumaya yöneliyor. Tüm siyasi partiler sandık görevlisi aradığını, seçim kurulları için görevli aradığını söylüyorlar. Bu, işte, belli bir gündem olarak yerleşiyor; seçim zamanında bizim hafızamız 'sandık görevlisi olmak' meselesi üzerinde dolaşıyor. Sizin de söylediğiniz gibi, aslında, muhalefet partilerine kızgın, aynı zamanda iktidara da mesafeli bir kitle bu kitle. Yani bu oylara ne olduğunu görmek isteyen, daha çok sivil oluşumlarla hareket etmek isteyen; belki de yerini bulamamış, belki de bir partide çalışmamış, belki de güvenemeyen insanların daha çok sivil bir halde oluşturdukları topluluk. Bu insanlar örgütsüz olmaktan hoşlanıyorlar; hoşlanıyor dediğim, bir şeyin içinde gönüllü olmak, sonsuza dek yapabilecekleri bir şey. Ama böyle ‘örgütlü olmak’ deyince onların da hâlâ çekindikleri şeyler var.

Türkiye'deki örgütlülük meselesi zaten -yine sizin de bildiğiniz gibi- kötü bir üne sahip. İşte o dönem ortaya çıkan Oy ve Ötesi -aslında sadece Oy ve Ötesi yok, mesela Hayır ve Ötesi Ankara'nın Oyları, Memleket Biziz gibi pek çok sandık oluşumu var- sandık koruma işini sahiplendi. Daha sonra siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri de bu işi sahiplendiler ve onlar da kendi sandık koruma kurullarını kurdular. Ama bütün bu insanlara baktığımızda, temelde gördüğümüz şey, onların bu sisteme güvenmeyen ama aynı zamanda bu sistem için bir şey yapmak isteyen ve bu sitemi değiştirmeye dair bir şey söyleyen insanlar olduklarıdır. ‘Çalınıyorsa da çalınmıyorsa da gözümle görmek istedim, orada ne yaşandığını o anda görmek istedim’ diyen insanlar bunlar. Aslında, hem birbirimize olan güvensizliğimizle hem de sisteme olan güvensizliğimizle ilgili bir şey. O yüzden insanlar artık gözleriyle gördükleri şeye inanıyorlar. Temelde, sandık koruma hareketi de tam olarak böyle bir yerden besleniyor: Bunlar sitemdeki bir hata gibi, güvensizliğin yarattığı oluşumlar. Dolayısıyla, aslında, önümüzdeki günlerde sürecin nasıl şekilleneceğini yine hep beraber göreceğiz. Ama dediğim gibi örgütsüz, genç ya da yaşlısı çok fark etmeyen ve yine Oy ve Ötesi’nin bana verdiği bir bilgidir bu, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir kitle bu insanlar. Ben de gerçekten çok fazla kadına temas ettim kitabı yazma sürecimde. Nitekim, hem meseleyi insanları ararken görüşmek üzere hem de hikayelerini paylaşmak isteyenlerin daha çok kadın olması tesadüfmüş gibi gelmiyor bana.”

Seçil Hanım’a hak vermemek mümkün değil ama burada şu noktaların eksik kaldığını da düşünüyorum: Oy ve Ötesi’nden bahsedilirken sadece sandıklarda müşahitlik mekanizması öne çıkarılmış. Hâlbuki Oy ve Ötesi, büyük bir avukat ordusuyla da sandıklarda görev aldı. Bunun yanında T3 (Türkiye, Tutanak, Teyit) sistemi de burada çok önemli bir altyapıdır. Oy ve Ötesi’nin kurduğu T3TG (Tutanak Gönder) sistemine girerek alınan ıslak imzalı tutanaklar sisteme eklenmekte, birbirlerinden habersiz insanlar sisteme girerek çok çok farklı sandıklardan önlerine düşen sandık tutanaklarında yer alan oy miktarlarını sisteme girerek teyit etmektedirler. Sistemde ıslak imzalı olarak yer alan rakam ve toplamlar 3 farklı kişi tarafından teyit edildiklerinde bu sandık tutanağı sistemden çekilmekte, teyit edilemezse bununla ilgili itiraz süreci başlatılmaktadır.

Söz temsili siz kullanıcı adı ve şifrenizle T3TG sistemine giriyorsunuz, Şırnak Anadolu Lisesi 20 No'lu sandığının sonuçları bilgisayarınıza geliyor. Siz orada gördüğünüz rakamları, AKP şu kadar, CHP şu kadar şeklinde sisteme giriyorsunuz. Aynı sandık tutanağı sizden başka iki kişiye daha gönderiliyor. Bu üç kişi kayıtların doğruluğunu teyit ederlerse o sandık tutanağı sistemden çekiliyor. Eğer, üç kişinin girdiği rakamlar ve YSK kayıtlarında çelişkiler varsa bu belge ayrılıyor. Yani ben CHP için o sandıkta 30 rakamını girdim siz 130 rakamını girdiniz ama sistemde 3 oy aldığı yazıyor! İşte bu aşamadan sonra itiraz süreci başlıyor. Ben Oy ve Ötesi’nin en önemli faaliyetlerinden birinin de bu olduğunu da düşünüyorum.

Türkkan’ın kitabında, sandıklarda resmi görevliler arasında partizanlığın biraz daha az olduğu, resmi görev bilincinin daha belirgin olduğu; sivil inisiyatiflerde ise politik kimliklerin, özellikle de muhalif politik kimliklerin biraz daha belirgin olduğu yönünde bir değerlendirme yer alıyordu. Bunu Oy ve Ötesi’nde gönüllü faaliyette bulunduğum seçimlerde ben de müşahede etmiştim. Sandıklarda siyasi partiler adına görevli olan resmi zevat dahi siyasi kimliklerini ön plana çıkarmıyorlardı. Oy ve Ötesi görevlileri ise belirli bir partinin angajmanında olmamakla birlikte yaygın olarak solun farklı renklerindeki üyelerden oluşmaktaydılar. Seçil Hanım’a bu konuyu da sordum, bu konudaki görüşlerini de almak istedim.

Seçil Hanım şu hususların altını çizdi:

“Evet, aslında yine son iki seçim için insanların söylediği şeylerden bir tanesi de bu. Muhalefet sandık korumaya daha fazla meyilli. Çünkü kaybediyor; şimdiye kadar da kaybetti. Aslında ‘iktidar gider mi?’ diye endişeleri olan ve bunlar sebebiyle de yani iktidarın gidermediği soru işaretleri sebebiyle de endişeli olan grup bu kesim, muhalif kesim; Millet İttifakı demek yanlış olmayacaktır sanırım. Elbette diğer taraftan partiler yok değil ama bu insanların ortak özellikleri için Millet İttifakı demek doğru olacaktır. Millet İttifakı şöyle oldu hatırlayacaksınızdır; geçtiğimiz aylarda ocak şubat gibiydi. Böyle bir ara, seçim güvenliği konuşuldu. Millet İttifakı dedi ki, 'Biz, 200 bin kişiyi görevlendirip, gönüllü hale getirmeyi, sandık başında tutmayı planlıyoruz.' Cumhur İttifakı ise bir açıklama yaptı: ‘3 milyon kişi gönüllü olacak, 3 milyon kişi gönüllü çalışacak sandıklarda.’ Yani aslında burada, bir yandan partilerin ne kadar işin içinde olduğunu ve bir anda bu işin partiler 'Yap!' deyince yapıldığı 'Ol!' deyince olduğu bir hale dönüştüğünü de görmüş oluyoruz.

Diğer taraftan Cumhuriyet Halk Partisi’nin -aslında belki tüm muhalif partilerin demek lazım- üyeleri, sempatizanlarıyla yaşadıkları en büyük sorunlardan biri de partilerin görevlendirdikleri kişilerin sandık başına gitmiyor olmalarıydı. Yani burada böyle parti meselesi 'Ol' deyince olmuyor; muhalefet bunu yapamıyordu. Dolayısıyla, belli ki bunu sahiplenen bir sivil oluşum hem insanları daha iyi organize ediyor hem de aslında insanların daha çok hareket etmesine, daha kolay iş yapabilmesine vesile oluyor. Aslında bir yandan da sizin söylediğiniz şey doğruydu. Yani şimdiye kadar muhalefet sandıkları çok iyi korumuş olsaydı; bu tür inisiyatifler ortaya çıkmazdı. Dolayısıyla aslında biz 2018 yılında da sandıkları 'muhteşem' korumadıklarını görüyoruz. Yani 'muhteşem' demeyelim ama korumak için çalışmadıklarını görüyoruz. Çünkü insanlar, 2018 öncesi seçimlerde Cumhuriyet Halk Parti’sine gittikleri zaman şunu duyduklarını söylüyorlar: ‘Sandıklar tamam, sandıklar bizim için herhangi bir tehlike arz etmiyor.’ Sandığa gidecek kişiler tamam ama iş sandıkların başına fiilen gidilmesine geldiğinde, bu meselenin öyle olmadığı görülüyor. Görevli işine sahip çıkmıyor, yani partinin hiyerarşisi ile bir şekilde bazı işler doğru yapılmamış. 2018-2019’da ise bu yapıldı, çalışıldı ve oldu. Şimdi Türkiye’ye yayılmasını bekliyor insanlar.

Ben AK Partililerle de konuşmak istedim, o kesimde de neler olduğunu öğrenmek için ama röportaj vermek istemediler. Yeterince insana ulaştım, ulaşamadım bu da ayrı bir soru. Yani bir gazetecilik meselesiydi benim için ama birilerine de fazlaca çaba sarf etmek istemedim. Aslında tırnak içinde kendini orada konumlayan insanların konuşmaması, AK Partililerin konuşmayı reddetmesinin de bir haber değeri var benim için. Demek ki derdi olan insanlar onlar değiller bu konuda. Dolayısıyla aslında AK Parti ya da yine muhalefet olmayanlar görevlendirildikleri zaman bunu bir ‘görev’ olarak yapan insanlar; sandıkların başında olan, sayan ve bu işi yürüten insanlar. Ama diğer tarafta canla başla bütün usulsüzlüklere karşı alarm halinin devam ettiğini görüyoruz. Hatta geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım öyle bir şey dedi ki bana: ‘Yani bazen o kadar canla başla o kadar büyük bir enerji ile geliyorlar ki, işimizi yapmamızı engelleyebiliyorlar.’ Mesela ‘Üç santim sola basmış mührü, bu geçerli mi?’ falan gibi şeyler yaşanıyor diyorlar. Bu da bir sorun ama nihayetinde evet, bu, böyle, ‘kendisini iktidarın karşısında konumlayanların’ hareketi. Geçenlerde AK Parti'ye yakın Oy-Bir ismini taşıyan bir oluşum kurulmuş. Onlar da böyle biraz ekranlarda gözükmeye ve sağa sola gitmeye gönüllü aramaya başladılar. Onlar da ‘Oyumuzu nasıl doğru kullanırız?’ yönünde çalışıyorlar. ‘Geçtiğimiz seçimlerde 2 milyon geçersiz oy vardı. Bunların olmasını engelliyoruz’ diyorlar. Onların uğraştığı da başka türlü bir sandık koruma hareketi."

Adı ne olursa olsun sandık güvenliği ile ilgili olarak 2014 ve sonrasında başlayan sivil hareket ile 2007 seçimlerinden itibaren kullanılmaya başlayan SEÇSİS arasında da bir rabıta düşünmek yanlış olmayacaktır. Nitekim oylarla ilgili ilk yaygın şüphelerin de bu seçimlerden sonra dillendirilmeye başlandığını unutmayalım. 2014’te Gezi Direnişi başlayacak 2015’teki ilk seçimde AK Parti iktidarı kaybedecek, aynı yılın kasım ayına kadar ülke bir şiddet sarmalından geçecek, kasım ayında gücünü tahkim eden AK Parti, 2016 darbe girişiminin sonrasında 2017’de hükümet sistemini de baştan aşağı değiştirecekti.

Nam-ı diğer SEÇSİS -ya da resmî adıyla Bilgisayar Destekli Merkezî Seçmen Kütüğü Sistemi Projesi- 1986’da Hacettepe’de test edilmiş, oluru alınmış bir proje. Sonra HAVELSAN’da geliştiriliyor. İlk olarak 2007 Temmuz’undaki genel seçimlerde kullanılıyor. Ve kullanılır kullanılmaz da tartışmalar başlıyor. Çünkü, hatırlanacağı gibi, 2007 Temmuz ayında yapılan seçimlerde saat 23.00’ten sonra oylar yönünü AK Parti’ye doğru çevirmeye başlamış, bu da mideleri bulandırmıştı. Ha keza şehir dışındaki tarlalarda üzerinde “evet” oyu basılmış oy pusulalarının bulunması da bu şüpheleri gıdıklamıştı. (2)

Her ne kadar Yüksek Seçim Kurulu SEÇSİS’i 'Seçimle ilgili her türlü iş ve işlemlerin yürütüldüğü, bilgi ve belgenin üretildiği, elektronik ortamda saklandığı, güvenli bir şekilde korunduğu, seçmen kütüklerinin sürekli güncellendiği, seçim sonuçlarının eş zamanlı olarak siyasî partilerle paylaşıldığı bilgi sistemi' olarak tanımlasa da örneğin Bilişim Dergisi (Mayıs 2014, s.165) de SEÇSİS Portal Sistemi’nin "…güvenliği ile ilgili olarak, halka, dolayısıyla internete ve dış saldırılara açık bir sistem' olduğunu belirtmekte ve bununla birlikte 'Güvenlik bileşenlerinin yazılım güncellemesi, YSK Bilgi-İşlem Merkezinde, merkezî ‘Sistem Yönetim Yazılımı’ aracılığıyla ‘sistemli’ bir biçimde gerçekleştirilip bu yolla ortaya çıkan yeni tehditlere, zamanında önlem alma olanakları yaratıldığını" da belirtmekte.

Seçil Hanım’a kitabın yazılış sürecinde, röportajlarında, SEÇSİS ile ilgili bir gözlemi olup olmadığını sordum. Şöyle cevap verdi:

“Sondan başlayacak olursam, bu konuda özel olarak bildiğim bir şey yok diyerek başlamış olayım sorunuza. Diğer taraftan bu oyların elektronik girilmesi meselesi de aslında yine ‘Seçim kurullarında partiler yer alıyor, yani oyların sayılması, girilmesi meselesinde her partiden insan var, dolayısıyla burada herhangi bir sorun olmayacaktır. Partilerin temsilcileri işlerini yapacaktır' düzeyinde ele alınıyor. Yani benim görüştüğüm insanlarda, görüştüğüm yetkililerde partililerin de bütün açıklamaları bu yönde. İnsanların bu konuda bir endişe duyuyor olması gayet doğal. Ona bakılırsa, şimdiye kadar da ‘Seçim güvenliği ile ilgili hiçbir sorun yok!’ denmişti ve sandıkların koruması meselesinde spesifik olarak bir sorun da yaşanmadı. Aslında sandıkların korunması konusunda esas mesele, yani bizi buraya getiren de şu husus: Büyük şehirlerde sandıkları korumak kolay ama küçük şehirlerde ne olduğunu bilmiyoruz. Bununla ilgili bir endişe var. Yani sandık başındaki müşahit, gönüllü, sandık kurulu üyesi, her neyse artık, o partilerden olan insanların çeşitliliğinin olmaması; insanları endişeye düşüren şey bu. Bu sorunun da daha çok İç Anadolu, Doğu Anadolu, İç Karadeniz ve Kürt ve Arap coğrafyalarında yaşandığına dair en azından çalışmalar var.

Dolayısıyla aslında bütün buralarda oyların güvenliği sağlanırsa eğer, bu oyların elektronik olarak sisteme girilmesi aşamasında da büyük bir sorun yaşanmayacağı düşünülüyor. Çünkü orada partilerin temsilcisinin olduğu, oylamanın sonucunu değiştirecek kadar büyük bir sorun yaşanmayacağı hususları yine uzmanların söylediği şeylerden bir tanesi. AGİT’in uyarıları da aslında şimdiye kadar bu yönde oldu. Yani Avrupa Birliği gözlemcilerinin Türkiye’yi izledikleri ve bu konu hakkında hazırladıkları çalışmalar, raporlar, dokümanlarda seçim sonucunu değiştirecek bir usulsüzlük ve hileye rastlamadığına dair ifadeler var. Ama tabii bütün bunlar, yani biraz önce konuştuğumuz gibi, çarpık bir şey yaşıyor olmakla ilgili. Yani biz ne yazık ki tek bir güne sıkışıyoruz. Seçimlerle ilgili olarak konuştuğumuzda, ilgimiz 14 Mayıs’ta, yani 15 Mayıs’ı konuşmuyoruz. Nihayetinde aslında bunun baştan sona usulsüzlüklerle dolu olan bir seçim sistemi olduğuna dair, seçimlerin adil olmadığına dair, seçim sürecinin adil yaşanmadığına dair, siyasi partilerin elinde eşit malzeme olmadığına dair birçok sorun var; bunlar ama mevzunun konuşamadığımız diğer kısımları. O yüzden elektronik oylama kısmı da meselenin aslında bu yönü. Sonuçta, evet, bütün bu sürece dair endişelerin olması doğal ama elektronik sayımda da siyasi partilerin temsilcilerinin olması da bir umut ve bir açıklama gibi gözüküyor.”

Sandıkların korunmasına dair bütün sivil girişimlerin “kentli” girişimler oldukları su götürmez. Oy ve Ötesi de dahil bütün bu girişimler kent merkezlerinde, hatta büyük kent merkezlerinde örgütlüler; kıra, köylere doğru gidildikçe sivil inisiyatiflerin de güçlerini kaybettikleri bir vaka. Büyük şehirlerin banliyölerine gidildiğinde bile sivil inisiyatiflerin etkisi azalıyor. Seçil Hanım’a bu durumu da sormak istedim: “Aslına bu inisiyatifler havanda su mu dövüyorlar?”

Şöyle cevap verdi: “Havanda su dövme işi biraz da soruna nereden baktığınızla ilgili. Bütün umudu sandıkları koruma hareketlerine yıkarsak, elbette, doğru , evet havanda su dövülüyor. Ama şunu da sormak gerekiyor ki, bugüne kadar sadece sandıklar korunmadığı için mi muhalefet kaybetti? Elbette hayır. Bir başka taraftan da sandıkları koruma hareketlerinin bize gösterdiği bir şey de aslında, bir anlamda, onların sayesinde oyları çalmanın o kadar da kolay bir şey olmadığı da görüldü.

Burada çok teknik bir şeyden bahsediyoruz. Siz de az önce bahsettiğiniz, bu kişiler bütün gün orada duruyorlar. İşte 117 oy vardır, 17 oy vardır. İki ayrı şey, iki ayrı sonuç farklı yerlere yazılırsa bile bu bir yanlışa delalet edebilir. Bu yolla hiç değilse bunun olmasını bile engellemiş oluyor sandık koruma hareketleri. Bu işin bir tarafı, ama diğer tarafı da şu: Aslında sandık koruma hareketleri, siyasi partilerin nerelerde güçsüz olduklarını, nerelerde aslında bir sorun yaşanabileceğini gösteren bir şeye dönüşmüş durumdalar. Örneğin 2018 seçimlerinde 500 sandıkta Erdoğan'a, 31 sandıkta da Muharrem İnce’ye tulum oy çıkmış; yani bütün köy, bütün herkes o lidere oy vermiş. Bu mümkün mü? Hayır, ama bu suçu kanıtlayabilir misiniz? Hayır. Yani nihayetinde usulüne uygun olmayan bir şey de yok. Ama burada başka türlü bir anlaşma da var aslında. Galiba bu, partilerle ilgili, siyasi partilerin çalışma biçimleri ile ilgili bir soruna da işaret ediyor. Siyasi partilerin de bu konuda değişmeleri gerekiyor. Yani teorik bir şey söylüyorum, biliyorum ama ‘Bir partinin bir bölgeye girememesi’ kabul edilemez bir şeydir. Sandık koruma hareketi böyle bir sorunu da konuşmamıza vesile.

Oy ve Ötesi için konuşacak olursak mesela ilk seçimlerde bir tek Bayburt'tan veri alamamışlardı. Şimdi 100 bin gönüllüyü hedefliyorlar; şu anda 35-40 bin düzeyindeler. Bu kadar insanla da her ilden veri alabileceklerini belirtiyorlar. Eğer Oy ve Ötesi her ile, ilçeye yayılabilirse aslında göreceğimiz şey, sonuçlardan emin olacağımıza dair bir şey.”

Seçil Türkkan’ın kitabının arkasında 2023 seçimlerinde sandıklarda resmi ya da gönüllü olarak görev alacak herkesin işine yarayacak pratik bilgiler de var; kitabı mutlaka edinmenizi tavsiye ederim.

Seçimlere ramak kala, çok değerli hocalarımla sohbet etmeye devam edeceğim. Geçtiğimiz günlerde Dr. Öğretim Üyesi Mert Moral Hoca (online) konuğum oldu. Mert Hoca ile seçmenlerin oy verme tutumlarını etkileyen faktörler, seçmenlerin, toplumun “duygusal” kutuplaşması ve seçmen anketleri üzerine sohbet ettik. Mert Hoca bana sadece seçim anketlerinde -ki bunlar anket de değiller- döndürülen dalavere dubarayı, ekonomik krize ve birçok soruna rağmen AKP oylarının nasıl olup da yüzde 30’ların altına düşmediğini de anlattı.

Keyifli Okumalar.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.