YAZARLAR

Kaybetmediğine sevinenler kazanamadığına üzülenler

Şaka bir yana, umudu harlamak lazım; “ben demiştim zaten”ci sinizmi bir kenara koymak lazım. 28’inde sandığa gitmek, sandığa sahip çıkmak lazım. Vazgeçersek, bırakırsak “utanırız”; ya "kaybedersek”? Bir çay koyar, yine başlarız; yenilgi en büyük öğretmen, tecrübe de yenilen kazıkların toplamı değil mi? 

15 Mayıs sabahının en iyi bu başlıktaki gibi özetlenebileceğini düşünüyorum. Millet İttifakı ilk turda kazanamadığı için hayal kırıklığı ve kızgınlık içinde; Cumhur İttifakı kaybetmediğine mutlu. Öyle demeyin, ikinci tura 15 gün kala bu, Cumhur’a ciddi bir psikolojik üstünlük sağladı. TBMM seçimlerinde de Cumhur İttifakı havlu atmadığını ispatladı. Her şey bitti denecek, Nazım’ın dediği gibi, “bayrakları derleyip dürecek” bir durum yoksa da yaklaşık yüzde 4’lük fark da azımsanır bir fark değil. Millet İttifakı’nın hayal kırıklığının iki sebebi olduğunu düşünüyorum. İlki çok net, eğer seçim yine ikinci tura kalsaydı ama en fazla oyu alan Kılıçdaroğlu olsaydı bu, az da olsa moralleri diri tutabilecekti.

BEKLENTİLER VE VERİLER

İkinci sebep ise anketler vb. değil. Yayınlanan anketlerin evsafı ile ilgili olarak Mert Moral ve Emre Toros hocalarla ettiğimiz sohbetleri belki beş altı yazıda özetledim sizlere. Hem tüm eksikliklerine rağmen anketler Kılıçdaroğlu’nun kesinkes kazanacağını söylemiyordu; bunu söyleyenler de yok değildi. Ona kalırsa Erdoğan’ın ilk turda ipi göğüsleyeceğini söyleyen araştırmalar da vardı. Hele hele hiçbir araştırma AKP’yi yüzde 35 bandının altında göstermiyordu. Yine anketlerin çok büyük çoğunluğu da Millet İttifakı’nın TBMM’nin yüzde 60’ını alacağını vb. söylemiyordu. Ama anketler Millet İttifakı’nın kesinkes kaybedeceğini de söylemiyorlardı.

Ben, moral bozukluğunun da burada kendini gösterdiğini düşünüyorum: Ekonomik kriz ve deprem anketlerdeki kafa karışıklığı ile birleşince “partizan medya okuması” aldı yürüdü. Millet İttifakı seçmeni gördüğü haberlerden işine geleni kafasına yazmayı tercih etti; Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanacağını gösteren haberler/anketler Millet İttifakı seçmeninin daha fazla aklında kaldı; diğer haberler/anketler göz ardı edildiler; bu, depremin ve ekonomik krizin yarattığı sarsıntıyla beklentileri iyiden iyiye körükledi. Partizan medya okur yazarlığı sonuçlardan tatminsizliği artırdı. Özetle Kılıçdaroğlu seçmeninin elinde, seçimi ilk turda kazanacaklarına dair bir “bilgi” yoksa da buna dair mebzul bir “inanç” vardı.

Aynı partizan medya okuryazarlığının (daniskası) Cumhur İttifakı seçmeni için de geçerliydi ama Erdoğan’ın ipi göğüsleyemese de hâlâ Kılıçdaroğlu’nun önünde oluşu, Cumhur İttifakı’ndaki başarısızlık düşüncesinin bir travmaya dönüşmesini engelledi. Parlamento seçimlerinde MHP’nin düşünüldüğü kadar erimediğinin görülmesi, Yeşil Sol Parti’nin oylarındaki az da olsa düşüşle birleşince Millet İttifakı’nda bir matem, Cumhur İttifakı’nda bir bayram havası aldı yürüdü. Kesin sonuçlar açıklanmasa da oy dağılımı yaklaşık olarak AKP 268, CHP 167, MHP 51, İYİ Parti 44, Yeşil Sol Parti 62 milletvekili şeklinde oldu. Cumhur İttifakı kritik eşiği geçerek 319 oya ulaştı. 

'OYLARI ÇALDILAR!'

Elinizde ıslak imzalı tutanaklar yoksa; örgütünüzü tüm ama tüm sandıklardaki ıslak imzalı tutanakları alacak şekilde sokağa, sandığa dökemiyorsanız “Oyları çaldılar!” “geyiği” “Bizim oğlan çok zeki ama çalışmıyor!” gibi içi boş bir “avuntu”dan başka bir şey olmaz. “Oyları yine çaldılar!” diye kendinizi avutur, rahatlarsınız; Halk TV’yi suçlar, Anka Haber Ajansına veryansın edersiniz; Tuncay Özkan’a saydırır; seçimlerin ikinci tura kalacağını hesap kitap edip bunu dili döndüğünce anlatmaya çalışan Emin Çapa’yı Twitter’da boğmaya kalkarsınız -ki bu bile CHP seçmeninin o gece bilgiden çok umut/inanç ile TV karşısında oturduğunu gösterir. Ne de olsa Uçurtmayı Vurmasınlar’daki gibi siz değil “Miki işemiştir donunuza”.

Millet İttifakı sandıklara ne kadar hakimdi bilemiyorum. Benim Oy ve Ötesi gönüllüsü olarak görev yaptığım Ankara Batıkent’te CHP örgütü sandıklara hakimdi ama solun oyunun yüzde 60’ın da üzerinde olduğu yerde sandıklara hakim olabilmek de sanırım pek bir anlam ifade etmiyor. Vazgeçtim, Akyurt, Evren, Bala’daki sandıkları, Batıkent’in burnunun dibindeki (Sincan, Etimesgut gibi) merkez ilçelerde görev yapan arkadaşlarım bile oralardaki sandıklarda Millet İtifakı’nın esamisinin pek de okunmadığını söylediler. Tıpkı Kütahya ve Kırşehir’deki arkadaşlarım gibi.

Muharrem Erkek seçim ertesinde yaptığı açıklamada “Yurt içinde 192 bin 214 sandığımız vardı. Yurt dışında 9 bin 593 sandığımız vardı. Toplam 201 bin 807 sandığımız vardı. Bu sandıkların tamamına yakınında yani yüzde 99,9 oranında ıslak imzalı sandık sonuç tutanaklarını sistemimize girdik. Sandık sonuç tutanağı bizim kendi sonuç tutanağımızla YSK arasındaki tutanaklarda farklılık varsa bizim sistemimizde kırmızı alarm veriyor. Son derece sağlıklı bir altyapı ve sistemimiz var. Her bir oyu takip ediyoruz.” dedi. Peki o zaman Onursal Adıgüzel’e ne oldu?  Nasrettin Hoca’ya döndük yine “Tutanaklar burdaysa Adıgüzel nerede, Adıgüzel gittiyse tutanaklara ne oldu, Herkes buradaysa Erkek ne diyor” “Bu ne yaman çelişki anne!”

BİR LEANORD COHEN ŞARKISIDIR YAŞADIĞIMIZ

15 Mayıs’ta ekranlara çıkan Kılıçdaroğlu’nun 13’indekiyle pek bir alakası yoktu; sanki çaktırmadan koroner by-pass ameliyatı geçirmiş de asabileşmiş gibiydi. Kalp yapıp gülücük dağıtan “piro” gitmiş; masaları yumruklayan bir huysuz ihtiyar CHP Genel Başkanlığı makamını işgal etmiş; sanki masum Clark Kent, gömleğini sıyırınca içinden bir “süper-Türk-man” fırlamıştı. Milliyetçilik yarışında daha uzağa tüküreceği mevzuunda Erdoğan’la iddiaya giren, seçildikten sonraki 15 dakika içinde Suriyelileri mancınıkla Şam’a fırlatacağını söyleyen -ki o tam böyle demiyordu ben biraz abartmış olabilirim- huysuz ihtiyar, Ümit Özdağ’ın kapısını çalıp da celep pazarlığına girişince bir Cohen şarkısını da bağır çağır söylemeye başladı: “You want it darker We kill the flame; sen daha fazla Bayburt istiyorsan, biz milliyetçiliği körükleriz. Ekranlardan biz de bağırmaya başladık:

 

Eğer kartları dağıtan sensen,
Ben oyunun dışındayım.
Eğer şifacı sensen,
Ya ben çok hastayım, ya da sakat.
Seninki, şan şöhretse, benimki utanç.
Sen karanlığı istiyorsan,
Biz alevi söndürürüz.

Ne kadar sürer bu bilinmez; birileri Kılıçdaroğlu’na “Aslı varken surete itibar edilmez” der herhalde; umuyorum der.

Der de biz de gönül rahatlığı ile gider yine oyumuzu kullanırız.

Şaka bir yana, umudu harlamak lazım; “ben demiştim zaten”ci sinizmi bir kenara koymak lazım. 28’inde sandığa gitmek, sandığa sahip çıkmak lazım.

Vazgeçersek, bırakırsak “utanırız”; ya “kaybedersek”?

Bir çay koyar, yine başlarız; yenilgi en büyük öğretmen, tecrübe de yenilen kazıkların toplamı değil mi? 

Güzel günler göreceğiz.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.