Kara Sis: Bir cezaevi hikâyesi

Kemal Varol'un yeni romanı 'Kara Sis' Everest Yayınları tarafından yayımlandı. 'Kara Sis' gelgitler üzerine kurulu bir merakı, acıyı ve geçmişin yükünü anlatmaya çalışır.

Google Haberlere Abone ol

1977 yılında doğan, günümüzün önemli romancılarından biri olarak pek çoğumuzun kitaplığında yer alan Kemal Varol, gerek toplumsal meseleleri konu edinişi gerekse bu meseleleri işleyiş biçimiyle kendine has bir yerde durur.

Varol’un 'Yas Yüzükleri' (2001), 'Kin Divanı' (2005), 'Temmuz’un On Sekizi' (2007) adlı şiir kitapları 'Bakiye' (2013) adıyla, tek cilt şeklinde yayımlandı. Romanları 'Jar' (2011), 'Haw' (2014), 'Ucunda Ölüm Var' (2016), 'Âşıklar Bayramı' (2019); 'Demiryolu Öyküleri' (2010), 'Memleket Garları' (2012) adlı derlemeleri ve 'Sahiden Hikâye' (2017) adlı öykü kitabı da birden fazla yayınevinin etiketiyle karşımıza çıktı.

Varol’un yeni adresinin Everest Yayınları olduğunu geçtiğimiz günlerde haber aldık. Bu haber, yeni bir romanla beraber geldi. 'Kara Sis', Varol’un beşinci romanı.

HİKÂYE KADAR HAYAT

“Taşkale’ye giren herkes eninde sonunda hikâyesini birilerine anlatırdı. Çaresiz, kural buydu. Geçmek bilmeyen zamanı hızlandırmanın bir yolu da başından geçenleri anlatmaktı. Hatta zaman zaman sanki herkes hikâyesini birilerine anlatmak ya da hikâyesine bir son bulmak için hapishaneye girmiş gibi gelirdi bana.”

Taşkale, bütün cezaevleri gibi bir yerdir; adlilerle siyasilerin ayrı binalarda yattığı, gardiyanların zulümkâr, koğuş ağalarınınsa elinin bol ve ağır olduğu, ucunda para olduğu takdirde hemen her işin görüldüğü bir yerdir.

Taşkale’nin C-6 koğuşu da bu aşağı yukarı böyledir. Koğuşta altı kişi vardır; Candan İleri, Sıçan, Asım Abi, Casper, Reco Dayı ve Mesut Hoca. Hepsi de cinayetten yatmaktadır ama işlenen suça, eh biraz da yaşa ve cüzdana göre işleyen bir hiyerarşiye göre görev dağılımı yapmış, bir şekilde cezalarını çekmektedirler.

Cezaevinin işleyişi neredeyse herkesçe kabul görmekte, mahkûmlar da gardiyanlar gibi rollerini oynayıp çekip gitmenin derdindedirler. Derken bütün işleyişi bozan bir mahkum çıkagelir.

EYLEMSİZLİĞİN GÜCÜ

“Sanki kendi başaramadığı bir şeyi başkalarına yaptırtmak, kendisini birilerine öldürtmek, kanını başkalarının ellerine bulaştırmak, böylece varlığıyla değil de olası yokluğuyla başlarına bela olmak istiyordu Barana.”

Tuhaf bir delikanlıdır Barana. Gardiyanlar onu bir çöp poşeti gibi getirip atarlar koğuşa. Ağzı burnu darmadağın, üstü başı perişan haldedir, handiyse ölüdür. Müebbetliktir Barana.

Sadece fiziksel olarak değil, ruhen de ölüdür, adeta ölmek istemektedir. Koğuş arkadaşları bu manzara karşısında şaşkın durumda kalsalar da ona yardım etmeye çalışırlar. Yeter ki kendine gelsin, yeter ki bu duruma nasıl düştüğünü anlatsın, çünkü bilen bilir, cezaevleri ilk günler adeta bir mezarı andırır.

Ne var ki hiçbiri kâr etmez. Barana ne Nuh der ne peygamber; lütfedip başını dahi kaldırmaz. Sayım zamanı gelen gardiyanların emirlerine uymayı reddeder, “orada” olsa dahi “buradayım” demez. Onlarca yumruk yer, yerlerde tekmelenir yine de bildiğinden şaşmaz, nerede olduğunu “gizler”.

HAYAT KADAR MERAK

“Ama ölmek için çok gençti. Üstelik hiç kimse hikâyesini birilerine anlatmadan ölmemeliydi dünyada.”

Barana hiçbir şey yapmaz, hem de hiçbir şey; ne doğru düzgün yemek yer ne çıkar volta atar, ne televizyona ne gazetelere bakar; incik boncuğa bile meyletmez; sadece bakar, durup bir yere bakar ve düşünür.

Barana hiçbir şey yapmayarak aslında o kadar çok şey yapar ki başta koğuşun, akabinde gardiyanların, yani cezaevinin bütün rutinini altüst eder. Gardiyanlardan aldığı karşılık dayak ve zulümdür ancak koğuş arkadaşları gittikçe kabaran bir merakla ona bakmaya başlarlar. Barana’nın her sustuğu kelimede, her çevirdiği bakışta, her yediği dayakta da merakları katbekat artar.

Bir türlü akıl sır erdiremezler: Bir insan kendine bunu neden yapar?

BİR SAÇ TELİNİN ETTİKLERİ

“Çünkü bazı insanlar birbirlerini acılarından tanırdı ve yara sarmasını ancak canı yananlar bilirdi.”

Varol işte bu sorunun peşine takar okuru. Mahkumlarla beraber okurun merakını da hepten kabartana kadar sabreder ve devam eden sayfalarda küçük ipuçları vererek yoluna devam eder.

Romanın anlatıcısı, aynı zamanda koğuştakilerden biri olan Mesut Hoca’dır. Mesut Hoca diğerlerine kıyasla daha çok takar kafayı Barana’ya. Hatta kendince hikâyeler bile uydurmaya kalkar, böyleyken böyle diye bir sürü şey düşünür ancak ona hiçbirini yakıştıramaz.

Varol kendinden emin, sakin bir dille ilerler; soğukkanlıdır. Soğukkanlılığı ise okura hazırladığı düğümlere adım adım yaklaşmasından ileri gelir. Bir yanıyla da Barana’dır, susmak zorundadır.

'Kara Sis' işte bu gelgitler üzerine kurulu bir merakı, acıyı ve geçmişin yükünü anlatmaya çalışır. Bu yük bazen küçük bir şey’e, bir saç teline dönüşür ve o saç teli ete kemiğe bürünerek, sığınılacak bir liman halini alır, bazen de Varol okurlarının yakından tanıdığı bir şehre dayar sırtını, Arkanya oluverir.