Simone de Beauvoir 'güçlü kadın' olmaya inanmıyordu

Soren Kierkegaard'ın Meseller’indeki ‘güçlü kadın’, kocası, çocukları ve şehri tarafından toplumsal ekonomi ve başarıya katkıları nedeniyle övgüyle karşılanır ama Beauvoir, bu tür bir methiyenin, kadınların karşılıksız biçimde kendilerini feda etmelerini sağlayan, evlerini kendileri hariç herkes için huzur ve dinlenme amacıyla kullanılan kutsal bir alan haline getirtmeye çalışmalarını amaçlayan bir yem olduğunu düşünüyordu.

Google Haberlere Abone ol

Kate Kirkpatrick

Simone de Beauvoir* ‘İkinci Cins’ (1949) adlı eserinde, kadınların, kadınlarla ilgili ‘çelişkili mitlerin (efsanelerin) çokluğu’ altında büyüdüğü bir toplumda dezavantajlı durumda olduklarını savundu. Beauvoir, kendi düşlerini kurmaya ve hayatları için anlamlı projeler sürdürmeye teşvik edilmek yerine, edebiyat veya tarih, bilim veya psikanaliz alanında olsun, kadınlara önerilen ‘efsanelerin’, bir kadın olmanın anlamının, kendini başkalarına ve özellikle de erkeklere adamak olduğuna inanmaya teşvik ettiğini dile getirdi. Çocukluk boyunca kızlara, bir kadın olarak başarılı olmanın aşkta başarılı olmak anlamına geldiğine ve başka alanlarda başarılı olmanın onları daha az çekici hale getireceğine inanmalarına yol açan değişmez bir öykü rejimi uygulanıyordu.

Her ne kadar Beauvoir’nın iddialarının bazıları güncelliğini korusa da, İkinci Cins’te kullandığı, çığır açan, çift katmanlı ve dikkate değer bir yöntemdi: Birinci ciltte, erkekler tarafından kadınlar hakkında yazılmış olan bazı ‘gerçekler ve mitleri’ araştırdı. İkinci ciltteyse, kadınların, erkeklerin kendilerini tanımladığı haliyle dünyada kadın olmasının nasıl bir şey olduğunu ve bu durumun neden birçok kişinin bölünmüş ve tatminsiz hissetmesine yol açtığını anlatmaya çalıştı.

İKİ ANLATI ARASINDAKİ DERİN UÇURUM

Beauvoir’nın analizinde, erkekler kendi bağımsızlıklarını ve yaratıcılıklarını değerlendirebileceklerine ve kişisel ilişkilerini geliştirebileceklerine inanacak biçimde yetiştirilmişken, bir kadının eğitiminin çoğunlukla özgürlüğü veya aşkı seçme arasında ‘parçalanmış’ hissetmesine neden olduğunu ortaya koyuyordu. Bahsettiği ‘kadın’, başarısızlık ve suçluluk duygularına ‘mahkûmdur’; zira kadınlığın efsanevi ideallerine uymayı başarırsa, bir insan yerine bir serap olur. Kadınlardan, insanlık dışı bir varlığı yani ‘güçlü kadın, takdire şayan anne, erdemli kadın vb.’ şeyleri ete kemiğe büründürmesi bekleniyordu. Kadınlık, başkalarının ihtiyaçlarına öncelik vermekle çok yakından ilişkili olduğundan, bir kadın kendisi için ‘düşündüğü, hayâl ettiği, uyuduğu, arzuladığı ve talep ettiği zaman’ daha az kadınsı olurdu; yani en azından 1949’un toplumsal değer biriminde daha kötü bir kadın olduğu anlamına geliyordu.

İkinci Cins’in Fransızca baskısında, bu kadınsılık efsanelerinden biri olan ‘la femme forte’ (güçlü kadın), İngilizce çevirisinde olduğundan çok daha fazla ortaya çıkar. Az önce belirtilen alıntıya ek olarak, ‘güçlü kadın’, Beauvoir’nın kadınların dini metinler ve geleneklerdeki temsillerini tartışmasıyla bariz biçimde karşı karşıya gelir. İbrani ve Hıristiyan kutsal kitapları güçlü kadına övgüler dizer. Hıristiyanlıkta (Beauvoir’nın okuduğu üzere), bakirenin, kendisini kocası için sakladığı ‘iffetli ve boyun eğmiş’ yoluna saygı duyulur: çünkü bedensel arzuları karşısında güçlü bir şekilde durmaktadır. Beauvoir, Hinduizm ve Antik Roma’nın çok tanrılı inancında da buna benzer biçimde kendi kadınlığını baskılama gücünü ete kemiğe büründüren tanrıçalar buldu.

Ancak, sürekli olarak yorumlanan ve doğrudan alıntı yapılan Meseller 31’in güçlü kadını böyledir; zira bu ‘güçlü kadın’ iffetten daha fazlasıdır. Aynı anda dur durak bilmeden ve şikâyet etmeden çalışır. Beauvoir şunları alıntılıyor:

“O yünü ve keteni ayıklar […]

Daha gün doğmadan kalkar […]

[…] lambası geceleri hiç sönmez.

[…] tembelliğin ekmeğini yemez.”

Şiirin bütününün anlattığı şey göz önüne alındığında, Beauvoir’nın bu satırları seçmesi (eğer daha temiz kalpli bir okuma olasılığını göz ardı eden, söz ustalığına dayalı bir aldatmaca değilse) ilgi çekicidir; çünkü bu ünlü antik metindeki kadın, yaşadığı döneme aykırı biçimde ‘bağımsız’ görünür. Kadın yalnızca erotik veya ailesel rollerde gösterilmez ve Beauvoir, aşkı hayattaki diğer projelerle birleştiren bu ‘bağımsız kadın’ düşüncesinin şampiyonudur. İncil’deki Meseller 31 bölümünün ‘güçlü kadını’, ekonomik alanda üretken, emekçi ve kendi parasını yöneten, arazi satın alan, tohum eken ve ticaret yapan, bağa bahçeye yatırım yapmak için kâr elde edecek kadar başarılı, ailesini (o zamanlar nadiren bulunan lüks bir boya olan) morlarla giydirecek kadar para kazanan ve şehir kapılarındaki eserleri övgüler alan birisi.

HER ŞEYİNİ FEDA ETMEK GÜÇ GÖSTERGESİ Mİ?

Peki, bunun nesi kötü? Beauvoir'in okumasına göre, güçlü kadın hakkındaki bu erdem örneğinin ‘ev işleriyle sınırlandırılmış’ olması, kızlara ve kadınlara ‘kadınsı kaderlerinin’ bir parçası olarak sevgilerini göstermenin günlük bir yolu olarak sunulan orantısız bir çalışma türünün göstergesidir. Meseller’deki ‘güçlü kadın’, kocası, çocukları ve şehri tarafından toplumsal ekonomi ve başarıya katkıları nedeniyle övgüyle karşılanır ama Beauvoir, bu tür bir methiyenin, kadınların karşılıksız biçimde kendilerini feda etmelerini sağlayan, evlerini kendileri hariç herkes için huzur ve dinlenme amacıyla kullanılan kutsal bir alan haline getirtmeye çalışmalarını amaçlayan bir yem olduğunu düşünüyordu.

O kadar kurnazca bir düzenbazlığın (yem ve anahtarın) parçasıydı ki, neden hâlâ başarılı olduğunu anlamak zordu: Yem sevgiydi ve anahtar, kadınların bunu kazanmak için delicesine çalışması beklentisiydi. Güçlü kadın efsanesi, kadınlara, birisini sevmeleri durumunda, doğal olarak yün ve keten ayıklamalarını, ışığı geç saatlere kadar söndürmemelerini ve ‘tembellik ekmeğinin’ cazibesine karşı koymalarını öğütlüyordu. Ailesinin gelişimini desteklemek elbette sevgisinin dışavurumuydu ve nadiren kendi kendisine soracaktı: Peki, benim payıma ne düştü?

Bir asır önce, Honoré de Balzac, erkeklere, köle olmaktan memnuniyet duyan eşlere sahip olmanın sırrının onları kraliçe olduklarına, evdeki hizmetinse saltanatlarının ihtişamının bir parçası olduğuna ikna etmek olduğunu söylemişti. Buna karşın, eğer sevmek hizmet etmekse ve hizmet etmek de saltanatlarının ihtişamının bir parçasıysa, Beauvoir soruyordu: Neden erkekler buna dahil olup paylaşmak istemedi?

ERKEKLER NEDEN 'ERDEMLİ’ BİR HAYAT İSTEMİYOR?

İkinci Cins’ten sonra yazdığı bir makalede şunları söylüyordu:

“Bu soylu davranışın ihtişamı hakkında yazılan bütün bu saçmalıklar, niçin erkeğe kendini inkar etmesi karşılığında ‘kıskanılacak erkek’ olarak kabul görmek gibi bir fedakârlığa dahil olma şansı tanımıyor?”

Benim yaptığım okumaya göre, Beauvoir’nın, Meseller 31’in ‘güçlü kadınına’ karşı dillendirdiği itiraz, kendisinin güçlü olduğu anlamına gelmiyor, hatta zorunluluk halinde kendini feda edebileceği anlamına da gelmiyor. Hikâyenin onunla ilgili kısmını hiç duymadığımız için, kendi yaşamında çalışkanlığının kişisel değerlerinden ve görüşlerinden ya da çalışkanlık idealine uygunluğundan, kendi varoluş nedeninin başkalarına rahatlık ve konfor sunmak olduğu fikrine serbestçe akıp akmadığını bilmek imkânsız.

İkinci Cins’in yayınlanışından bu yana geçen 70 yıl içinde, daha fazla kadın çalışmaya başladı ve feministler, günümüzün ‘güçlü kadınlarının’ taşıması beklenen ağırlık türlerini –zihinsel yük, çifte yük, üçüncü vardiya- adlandırmak için yeni bir terminoloji icat ettiler. Yine de bu konuda Beauvoir’nın sesi hâlâ duyulmaya değer. Onun durduğu nokta, hayatı idame ettirmek için gereken çalışmanın önemli olmadığı ya da ekonomik bağlamda üretken olmanın veya yaratıcı emeğin, tabiatı gereği sevgi ve ilgi göstermekten daha değerli olduğu değildi. Onun bakış açısına göre, mali getirisi olan bir iş kadının özgürlüğünün garantisi değildir; birileriyle ilgilenirken birileri tarafından ilgilenilmek ve insan türünün büyüme mücadelesine kayıtsız biçimde yaşamak, bizi insan yapan şeyin merkezi parçalarıdır.

Bağımsız kadın, birçok bakımdan, ‘güçlü kadına’ saygı duyulması için neler yapılması gerektiğini anlıyor; ancak ‘sevginin’, bütün bunları tek başına yapmak anlamına gelmediğini düşünüyor.

*Ç.N. Yazarın soyadı “Bovua” şeklinde telaffuz edilir.

* Yazının aslı Aeon sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)