Bizim sağlığımız, bizim haklarımız, bizim yaşamımız!

Utanmayalım, konuşalım! Talep edelim! Özgürce sağlık hizmetlerinden yararlanmanın ve güvenilir kaynaklardan doğru bilgiye erişmenin bir ayrıcalık değil, herkese tanınması zorunlu bir hak olduğunu yılmadan, usanmadan tekrar edelim! Israrcı olalım! Kadınlar olarak, kadın hekimlerle dayanışma içerisinde, tıbbın içerisindeki örtük cinsiyetçiliğe karşı kolektif bir direniş olarak yapalım bunu!

Google Haberlere Abone ol

Türküler Erdost*

365 günün her birine ayrı özellikler katıp, bu özel günleri hep bir ağızdan bağırarak karşı tarafta geçici sağırlığa neden olduğumuz konusunda iyiden iyiye zihnimdeki soru işaretlerini kovuşturmuşken başladım bu yazıyı yazmaya. Daha ilk cümlede kadın sağlığına ilişkin bir ses yükseltecek olmanın heyecanla karışık sorumluluğunun bilincindeydim.

28 Mayıs Uluslararası Kadın Sağlığı Hareketi Günü (1)! Zihnimden işlem yaparken bir yanlışa neden olmayayım diye hesap makinesini açtım, 2019’dan 1987’yi çıkardım. “32 yıla yakışır bir tanınırlığı yokmuş” diye geçirdim içimden. Kosta Rika’da, 4. Uluslararası Kadın Sağlığı Toplantısı’nda, kadın hakları aktivistlerinin özellikle de kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığı (CSÜS) vurgusuyla 28 Mayıs’a böyle bir isim konulmasını talep etmeleriyle başlamış bugünün hikayesi. Sonrasında bölgesel olarak Latin Amerika ve Karayipler Kadın Sağlığı Ağı (LACWHN) (2), evrensel olarak ise Kadınların Üreme Sağlığı Global Ağı'nın (WGNRR) (3) öncülük ettiği bir eylemlilik ve savunuculuk hareketi olarak kimliğini bulmuş. Önceleri her yıl için “Nitelikli Sağlık Hizmetlerine Erişim”, “Yoksulluğun Feminizasyonu”, “Güvenli ve Yasal Kürtaja Erişim”, “Evrensel Sağlık Önceliği Olarak Kadına Yönelik Şiddet”, “Gençlerin Cinsel ve Üreme Sağlığı”, “Gebeliği Önleyici Yöntemlere Erişim” gibi bir tema belirlenirken, zaman içerisinde her kuruluşun kendi yerel bağlamları doğrultusunda öncelikli gördüğü başlığı belirleyerek, yaşadıkları toplumu harekete geçirmeleri anlayışı benimsenmiş. 28 Mayıs’ın, kadın sağlığı alanındaki kazanımların altının çizilmesi ile birlikte politika yapıcıların, karar vericilerin, uluslararası kuruluşların özellikle CSÜS ve CSÜS hakları konularındaki sorumluluklarını anımsatmak ve bu anlamda hareket alanlarında onlara belirli çizgiler çekmek gibi bir savunuculuk misyonu da var.

Kadın sağlığı, tarihten günümüze uzanan, kendisini tekrar eden ve yeniden üreten süreçte sürekli olarak, anne sağlığına indirgenerek, farklılıkları gözetecek şekilde kadınların gereksinimlerini karşılayacak bir anlayıştan uzak kaldı. Kadın olmak, anne olmanın “kutsallığına” kurban edildi, kadın ancak aile içerisinde var sayıldı. Kadın istatistiksel bir değer olarak sözde bilimsel çalışmalarda nesneleştirilirken, kadının sağlığı da ailenin ve hatta toplumun sağlığı ile ilişkilendirilerek önemsendi, anıldı. Üstelik, toplumsal bir ikiyüzlülükle, anneliği yücelten anlayış, gebe kadının sosyal yaşamda varoluşuna parmak sallayıp, koşarak evine gitmesi için onu zorladı. Kadınlar anne değildir, ancak anne olabilir. Kadınlar genç kızlardır, kadınlar yaşlı teyzelerdir, kadınlar bekardır, kadınlar bedeninde yeti yitimi olan insanlardır, kadınlar transtır, kadınlar Suriyelidir, kadınlar buraya sığdıramayacağımız birçok renktedir…

Aslında kadınlar, geçmişten bu yana hep şifa dağıtan bir misyonla yaşamlarını sürdürdüler. Eğitim hakkından mahrum bırakılmış, tıp fakültelerine girmelerine izin verilmemiş kişiler olarak, annelerinden öğrendikleri tariflerden de yararlanarak, evde kendi uyguladıkları karışımlarla hastalıklara çözümler ürettiler, birbirlerinin ebesi oldular, birbirlerine doğum yaptırdılar. Sağlık politikalarının bir objesi olmak değil, sağlık politikalarının belirleyicisi olma hedefinde, cinsiyetler arası bir mücadele ile, yani politik olarak tanımlanabilecek bir mücadele ile yol almaya devam ediyorlar. Çoğunlukla eril nitelendirilebilecek tıbbi yaklaşım ve uygulamaların farkında olarak, sağlık hizmetleri üzerinden denetlenmeye direnç gösteriyorlar. Ancak bu dirence karşın üzülerek söylemek gerekir ki, sağlık hizmetlerine erişimde kadınlar hâlâ cinsiyet, yaş, cinsel yönelim, sakatlık, etnik köken ve bunun gibi gerekçelerle ayrımcılığa uğruyorlar. Ücretsiz sağlık haklarından herkesin eşit koşullarda yararlanması bir yana dursun, sağlık bilgisine erişemiyor, buna bağlı olarak da alternatif sağlık hizmetleri arasından seçim yapamıyorlar. Kendilerine uygun olduğunu düşündüklerini seçme olanağı da tanınmıyor kadınlara.

Kadının fiziksel olarak sağlıklı olma halinin göstergelerinden birisi olan mensturasyonun (adet kanamasının) hâlâ “hastalık” olarak nitelendirildiği, kadının bu periyotları utanarak, gizli saklı yaşamaya itildiği bir toplumda sağlıklı olabilmenin umudunu taşıyor kadınlar. Çocuk yaşta, sürekli olarak toplum tarafından kutsanan aile içerisinde cinsel istismara maruz bırakılabiliyor, bunun utancını da üstleniyorlar. Yaşanılan şiddetin acılarının, başkalarından sakınmak üzere çaba gösterdikleri yara izleri geçse bile, sürekli olarak zihninin bir köşesinde, anılarında zonklayarak kendini var edeceğini en iyi kadınlar biliyor. Bireysel deneyimlerinin aslında evrensel olduğunun kimi zaman farkında olmadığı için başkaldırmak ve çarpıklığı dönüştürmek yerine utanarak geri durmayı seçiyor.

Kadın sağlığı başlığında mensturasyonla beraber akla gelen bir diğer kavram, menopoz, tıp biliminde çoğunlukla yaşam süreçlerinin yüz karası olarak anılıp, kadınlığı eksilten hastalıklı bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların varoluşlarını yani üreme yetilerini dinamitleyen bu süreç, kadın sağlığına verdiği “zararlarla” birçok bilimsel çalışmanın konusu oluyor. İlaç endüstrisi ise ellerini ovuşturarak olay yerine koşarak gelip, kendisini çeşitli güzellemeler ve allayıp pullamalarla menopozun kapısında bekleyen kadına dayatıyor. Oysa doğal olmayan hormonlarla gerçekleştirilen tedavilerin rahim ve meme kanseri ile ilişkilenebildiği bilgisi kimi çizgi dışı araştırmacılar tarafından ortaya konularak literatürde yer buluyor. Menopoz dönemi çıkmazının önü, feministlerin bu dönemi zihinlerde doğallaştırma, belirli bir bilinç düzeyine erişme, toplumsal dayatmalardan arınma ve sosyal yaşamda alternatif biçimlere yönelme önerileri ile açılıyor. Yani kadının uyanmasıyla ve toplum tarafından ona sürekli olarak empoze edilen bakma durumunun ötesine geçerek görmeye de başlamasıyla…

Kadın sağlığından söz ederken sürekli olarak odakta tutulması gereken bir diğer konu, sağlığın fiziksel, ruhsal ve toplumsal boyutlarıyla bütünsel bir şekilde ele alınmasının gerekliliği. Ekonomik, kültürel ve sosyal bazı etmenler, kadınların fiziksel sağlıklarını koruyup geliştirme potansiyellerinin yok edicisi. Aynı zamanda kadınların güçlenmelerini de olanaksızlaştırıyor. Yoksulluk, kadın emeğinin karşılık bulamaması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kök alan ayrımcılıklar, savaşlar ve çatışmalar, yaşamdan yana olan ve güzel hayatlara yaşam veren kadınları gerek fiziksel olarak gerekse ruhsal olarak hırpalamakla kalmıyor, kadınların kendilerini gerçekleştirmelerinin önünde yok edici etkisiyle bir engel olarak da beliriyor. Bu nedenledir ki kadın emeğinin görünür kılınması, yoksulluğun ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve barışın sağlanması, kadın sağlığı hareketinin öncelikli mücadele alanlarından olmalı.

Uluslararası Kadın Sağlığı Hareketinin 2019 yılı için hazırlanmış olan kampanya materyallerinde, “Bizim sağlığımız, bizim haklarımız, bizim yaşamımız” yazılı (4). Buradan yola çıkarak, hareket, sağlığımıza, haklarımıza ve yaşamımıza sahip çıkma sorumluluğunu ve söz hakkını biz kadınlara veriyor. Diğer bir materyalde “Haklar ve seçimler için mücadele devam ediyor” (5) vurgusu yapılıyor. Bizler de sosyal medyanın sesimizi duyurma konusundaki gücünü kullanarak, kadınlar olarak sözü alıp, #WomensHealthMatters, #KadınSağlığıÖnemli etiketleri ile sağlığımıza, haklarımıza ve yaşamımıza sahip çıktığımızı çığlıklanalım! Utanmayalım, konuşalım! Talep edelim! Özgürce sağlık hizmetlerinden yararlanmanın ve güvenilir kaynaklardan doğru bilgiye erişmenin bir ayrıcalık değil, herkese tanınması zorunlu bir hak olduğunu yılmadan, usanmadan tekrar edelim! Israrcı olalım! Kadınlar olarak, kadın hekimlerle dayanışma içerisinde, tıbbın içerisindeki örtük cinsiyetçiliğe karşı kolektif bir direniş olarak yapalım bunu! Kadın bedeninin nesneleştiği ve kadının başka yapılar içerisinde biricikliğinin görmezden gelindiği politikaları yırtıp, kadınların özgürleştiği mücadelede birçok ses olalım!

Konuya ilişkin kitap önerisi: Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler, I. ve II. Cilt, Derleyenler: Barbara Seaman, Laura Eldridge, Ayizi Yayınları 55, Politika Dizisi 7. Kitap.

(1) International Day of Action for Women’s Health

(2) Latin American and Caribbean Women’s Health Network (LACWHN)

(3) Women’s Global Network for Reproductive Rights (WGNRR)

(4) “Our health, our rights, our lives.”, Erişim için: http://www.may28.org/campaign-materials/

(5) “The struggle for rights and choices is an ongoing one.”, Erişim için: http://www.may28.org/campaign-materials/

*Uzman Psikolog