Toplumsal cinsiyet açısından domuz eti tabusu: Almanya’dan 'ihlal' deneyimleri

Bu yazının amacı, domuz eti tabusunu ihlal eden bir kadın araştırmacı olarak bu tabuyu “ihlal eden” kadınların yasakları sorgulayıcı yaklaşımlarına bakmaktır. Nitekim, cinsel, ahlaki, dini ve yeme içme tabuları olmak üzere kültürler ve toplumlar tarihinde dokunulmaz gibi görünen tüm tabular feminizmle birlikte sekteye uğrar.

Google Haberlere Abone ol

Merve Çeltikçi*

Bu yazı, “helal yeme” yaklaşımları bağlamında domuz eti yeme(me) deneyimlerini feminist bir bakış açısıyla ele alır. Konuya dair ilk merakım günümüz Türkiye’sini tanımlayan kopukluklar ve sürekliliklerin ortasında, dini inanışların varlığı nasıl güçlendiriliyor ve dini olarak “yasaklanmış” gıdalar nasıl “ihlal ediliyor” ya da “edilmiyor” sorusu üzerinden ete kemiğe bürünmektedir. Domuz eti yiyor olmak, Müslüman toplumlarda kişiler arası etkileşimlerde İslam dinini pratik etme açısından nasıl tezahür eder? Kısacası bu yazı, ‘domuzu sevmeyenleri domuz severler üzerinden, domuzu sevenleri de domuz sevmeyenler’ üzerinden yorumsamacı bir yaklaşımla yazılmıştır. Başka bir deyişle, bu yazının amacı majoritesi Müslüman olan toplumlarda üyelerin –kadınların- “yasakları ihlal etme” deneyimleri üzerine odaklanmaktır.

Bu noktada ise, yasakları çiğneyerek domuz eti tabusunu yıkan bu kadınlar ne gibi ayrımcılığa uğramaktadır? sorusu önemlidir. Bu kadınlar dini geleneksel yapı ve ataerkil düzende çoğunlukla “dinsizlikle” suçlanır. Örneğin, Türkiye’den Almanya’ya göç edenlerle ilgili olarak buradaki dinsizlik suçlamaları ise doğrudan Alevi olmakla eş anlamlı bir hal alıyor. F’nin “Sınıfta tek Aleviydim sorun oydu. Bana diyorlardı sen Alevisin sen yersin… Beni böyle dinsiz gibi gördüler” (1) ifadesi buna bir örnektir. Yurt dışından Türkiye’ye dönen kadınlara ise “ciddiyet ve yargılama” ile sorulan ilk sorulardan biri, “Orada domuz eti yedin mi?” sorusudur. Bu noktada ise, bütün sosyal kimlikleriniz ikinci sıraya düşer: “domuz eti yediğiniz için dinsiz bir kadın” oluverirsiniz. Bu gibi etkileşimler ise çoğu kadında bilinçli stratejiler benimsemeye yol açar ve söz gelimi durumlarda domuz eti yiyor olmak “gizlemek”le sonuçlanır. Müslüman toplumlarda gizlemeyle ilgili en yaygın örnekse kadınların “bekâret” meselesidir. Diğer bir örnek ise, Müslüman toplumlarda yaşayan kadınların yeme-içme normatifliği açısından domuz eti yemesi ile alkol tüketmesi benzer “ihlal etme” kategorisinde yer almasıdır. Dini geleneksel tavırlar tabuları yıka(maya)n kadınların tüm etkileşimlerini etkiler ve onları potansiyel olarak “dinsiz, günahkar” olarak addedilen bir konuma yerleştirir.

Gündelik hayatın içine işlemiş “günahkar ve dinsiz olma” ilkelerini, kendini açık etmeyi ve dini inanç pratiklerindeki çeşitliliğin şekillendirdiği dogmatik hiyerarşileri tartışmak bu konuların karmaşıklığını göstermede büyük öneme sahiptir. Bu noktada ise, etnografik alıntılar yaparak, özdüşünümselliğin, etnograf için kolayca erişilebilir olmayan meseleleri (domuz eti yeme, alkol kullanımı, evlilik öncesi cinsel ilişki ve birlikte yaşama dair dini ahlaki patriyarkal ilkeler “hassas konu”ların tipik örnekleridir) keşfetmenin önemli araçları olabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla, tabuları ters yüz etme düşüncesiyle hareket etmenin yanı sıra kadın olarak sosyal kimliğimin belirgin bir biçimde şekillendirdiği araştırma konularımın müzakere süreci üzerinde durarak, bu konular üzerine “alan araştırması” yürüten bir feminist antropolog olarak edindiğim deneyimlere odaklanıyorum. Yerleşik dini inanışların dokunmayı veya yemeyi doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yasakladığı (domuzun etiyle birlikte, ona temas eden bıçak, tencere, tabaklara dair tabular) olgulara, feminist bir yaklaşımla odaklanmak gerekir. Çünkü yerleşik dini inanışlara ve ataerkil düzene karşı tabuları yık(a)mama eğilimi kadar yıkma eğilimi de önemlidir. Bu yazının amacı ise, domuz eti tabusunu ihlal eden bir kadın araştırmacı olarak bu tabuyu “ihlal eden” kadınların yasakları sorgulayıcı yaklaşımlarına bakmaktır. Nitekim, cinsel, ahlaki, dini ve yeme içme tabuları olmak üzere kültürler ve toplumlar tarihinde dokunulmaz gibi görünen tüm tabular feminizmle birlikte sekteye uğrar (Collin ve Kaufer, 2016: 31).

Pek çok kültürde kadınlara eti yasaklamak etin saygınlığını artırır. Örneğin, Solomon Adaları’nda olduğu gibi, domuzları kadınlar besleyip büyütmesine rağmen domuz eti yemeleri yasaktır. Biraz olsun yiyebilmeleri kocalarının iznine bağlıdır (Adams, 2017: 79). F’nin “Amerika’ya gittim mesela orada bir sömestr okudum. Hep domuz eti pişirip yiyorlardı ben yemiyordum ama aynı tencerelerde hani ben hep tencereleri tekrar yıkıyordum içim rahat olmuyordu…” ifadesi buna bir örnektir. Freud bundan “suyla yıkanma saplantısı” (Freud, 2016: 65) olarak bahseder fakat bu “saplantılar” esasında kadınları hedef almaktadır. Örneğin, âdet kanıyla ya da âdet olan kadınlarla temasta bulunmanın erkeklerde bedensel çöküşe yol açacağına inanılır” (Douglas, 2005: 182); ve kadınlar ataerkil ilahi düzen ikileminde arınma eylemiyle saplantılı hale getirilir. Arınmanın kendisi kadınlara yönelik icatlardır. Kadınlar sadece domuz eti tüketimi ile ilgili değil tüm tabu ihlallerinde arınma ihtiyacı hissine saplandırılmışlardır. Fakat erkekler açısından durum farklılaştırılır. Kadın görüşmecilerim domuz eti tabusuyla ilgili sorularımı şaşırtıcı ve Türkiye’de konumumu zorlaştırıcı bulurken erkek görüşmeciler olağan karşılamıştır. Faslı görüşmecim M’nin domuz eti tüketimiyle ilgili soruyu çay içiyor musun gibi normal bir soru olarak değerlendirmesi veya Endonezyalı M’nin ben de bu konuya dair bir çalışma yaptım demesi buna dair örneklerdir.

Müslüman toplumlarda domuz etinin yasak olmasıyla ilgili en temel gerekçelendirmelerden biri sağlık gerekçelendirmeleridir: Domuz eti yemek sağlık açısından yararlı değildir; çünkü domuz aslında oburluğa yol açtığı için yasaklanmıştır (Douglas, 2005: 68). Sağlık gerekçelendirmelerinin kendisi göreceli ve çelişkilidir. Bütün bu muammalı gerekçelendirmelerde ise değişmeyen tek şey et tüketiminin kendisidir. Örneğin, yamyamlığın asıl sebebinin hayvansal protein eksikliği olduğu düşünülmüştür. Dolayısıyla, etin en iyi protein kaynağı olarak kabulü (Adams, 2017: 86) eril bir kabuldür. Benim üzerinde durduğum şey ise, “domuz bilmecesi”ni (Harris, 1995) toplumsal cinsiyet açısından analiz etmek. Nitekim, “yasak” olan domuz eti Musevi ve İslam dininin meşrulaştırdığı bir gerekçe olarak sağlık açısından yararlı bulunmazken aynı zamanda koşulsuz bir şekilde “iğrenç” kabul edilir. Fakat hem dini hem de tıbbi açıklamalar bu konuda bir hayli çelişmektedir. Harris (1995) “Bir yandan da domuz aslında selülozu az olan besinleri yani kabuklu yemişler, meyveler, yumru kökler ve özellikle de tahıl tanelerini sevmesiyle insanın doğrudan rakibidir” diyerek farklı bir bakış açısı sunar (41) (2). Başka bir deyişle, cilde iyi geldiğine inanıldığı için timsah eti yemekle oburluğa yol açtığı için domuz eti yememek arasında hiçbir fark yoktur. Örneğin, domuzlardan değil ama sığırlar, koyunlar, keçiler, atlar ve katırlardan şarbon hastalığının geçtiğine inanılması (Harris, 1995: 38). Endonezyalı görüşmecim F’nin “Endonezya’da krokodil eti yenilen yerler vardır. İnanışa göre timsah eti tavuk eti ile aynı özelliğe yani yumuşak bir dokuya sahiptir. Timsah eti yiyerek bazı deri hastalıklarının –mantar, egzama ve kaşıntı gibi, tedavi edildiğine inanılır” ifadesi bunu destekler. Diğer bir örnekse, dünya genelinde pek çok bölgede tüketimi söz konusu değilken Kambodiya’da tarantula tüketiminin (kızartması) vazgeçilmez bir lezzet olmasıdır. Tarantulanın zehirli ve iğrenç olduğuna inananlara karşılık Kambodiya’da yararlı ve lezzetli olduğuna inanarak tüketilir (3) .

Domuz eti Tevrat ve Kur’an gibi kutsal kitaplarda; “çatal tırnaklı olsa da geviş getirmediği” için kirli sayılır (Douglas, 2005: 65). Aslında bu hem dini hem de tıbbi gerekçelendirmelerde yaygın olan bir kısır döngüdür: Sağlıksız ve iğrenç olduğu için yasaklanırken, yasaklandığı için sağlıksız ve iğrenç olmuştur. Domuz insana hastalık bulaştırabilir fakat Müslümanlar ve Yahudilerce bol tüketilen öteki hayvanlar da öyledir. Örneğin, az pişirilen sığır eti parazitlerin, özellikle de şeritlerin bir kaynağıdır (Harris, 1995: 38). Özetle, yiyeceklerle ilgili tabuların çoğu et tüketimiyle ilgilidir. Fakat bu tabular erkeklere kıyasla kadınlara daha çok yasak[lar] koyar. Yaygın olarak kadınlara yasaklanan yiyecekler tavuk, ördek ve domuz etidir (Adams, 2017: 79). Tabular, daha çok kadınlara yasak koyar. Çünkü hemen hemen tüm toplumlarda tabularla ilgili kadınların “düşünsel ve toplumsal düzensizliğini azalttığı” düşüncesi yaygındır (Douglas, 2005: 12). Bu nedenle, Yahudi ve Müslüman toplumlarda, onun etini yememe nedenini açıklamaya yettiği düşünülen “onun etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız” ifadesi anlaşılır bir ifade değildir (4).

Başka bir deyişle, tabu yasaklarının çıkıp geldiği kaynaklar belirsizdir (Freud, 2016: 53); fakat buna rağmen çoğunlukla dini ve tıbbi/sağlık gerekçelendirmelerle normalleştirilerek yasak olma hallerinin sürekliliği sağlanır. Örneğin, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında, trişinozun az pişirilmiş domuz eti yemekten kaynaklandığına ve eğer iyi pişirilirse halk sağlığı için tehdit olmadığına inanılıyor (Harris, 1995: 37). Bu noktada ise, “Yeme-içme yasaklarıyla ilgili bu süreklilik kimin içindir?” sorusu üzerine odaklanmak gerekir. Tabulara dair üretilen “ihlal” korkularımız vardır ve bunun haricinde hiçbir şey kesin ve belli değildir. Dolayısıyla, tabuların kaynağı muğlaktır ve Douglas’ın deyimiyle “muğlak şeyler görünüşte hayli tehdit edici olabilir” (2005: 12). Buna göre, domuzun kendisi ve tüketimi mutlak ve muğlak surette tehlikelidir. Domuz etinin tabu olmasına dair nesilden nesle sözlü olarak aktarılan mitler vardır ve bu mitlerin kendisi erildir. En belirgin olanı ise özellikle savaş ve kıtlık zamanlarıyla ilgilidir; “etin bozulmuş olarak tüketiminde zehirlemesi hali”dir. F’nin “Dindar bir arkadaşım anlatmıştı, eskiden Müslüman askerler önüne çıkanı kesip yerlermiş. Hayvan olarak domuzu kesmişler, yemişler; artmış birkaç gün dışarıda, artık güneşin altında mı nerede kalmış et kötü olmuş yemişler, zehirlenip ölmüşler ve tabu olmuş” ve Arnavut M’nin “ilk domuzlar botlarda giderken hasta oldular…” miti buna dair en yaygın mitlerden biridir. Fakat bu bozulmuş gıdaların tüketiminden sonra zehirlenme inancı sadece domuz etine has değildir. Neyin niçin ve kime göre tabu olduğu nesiller boyu aktarılan büyük bir muammadır. “Sarımsak ekmiyorlar bizim köyde çünkü birkaç kişi ölmüş aileden diye ekmiyorlar bir daha” ifadesinde benzer yaklaşım sarımsak ekiminde tezahür eder (5).

Türkiye’de en çok tartışılan tabulardan biri ise, kadının cinsel aktifliğiyle ilgili “bekâret” tabusudur (6). Nitekim, bekâret denetimi pek çok toplumda mevcuttur ve kadını denetleyen ayrımcı bir uygulamadır (Akalın, 2007: 4). Fakat kadınları/kadınların bedenlerini denetleyen ama bu denetlemelere karşı sessiz kalınan pek çok husus vardır. Örneğin, cinselliğin “yetişkin” halleri, özellikle de menopoz, üzerinde genel bir suskunluk varken başka konular düşündüğümüzden daha yaygın ifade bulur (Adak, Altınay, Düzel ve Bayraktar, 2016: 11). Bu nedenle, temas ve tüketimi yasaklanan hayvanlardan biri olan domuz/domuz eti –yaygın olarak- kadınlar üzerinde bir yaptırım olmaya devam ederken domuz eti yiyen erkeklerin saygınlığını korur. Bu eşitsizlik ise doğrudan toplumsal cinsiyet rolleri ekseninde analiz edilmelidir. Müslüman toplumlarda domuz/domuz eti görünürde herkes için tabudur ama pratikte erkeği “dinsiz ve günahkar” konumuna düşürmez. Örneğin, domuz eti tüketen erkekle ev işi yapmayan erkeğin saygınlığı aynı şekilde kendini açık ettiği halde gizli bir koruma altına alınmıştır. Örneğin, ev içi emekle ilgili, erkekler için neredeyse, bulaşığın cinsellikten daha büyük bir tabu olduğunu söyleyebiliriz (Collin ve Kaufer, 2016: 51).

Et yemedeki cinsiyetçilik bazı anlam sapmalarına neden olur: Tüm sınıflara nüfuz etmiş olan etin erkeksi bir yiyecek olduğu ve et yemenin bir erkek faaliyeti olduğu miti gibi (Adams, 2017: 76). Dolayısıyla, erkeklerin çoğunlukla tabuları ihlal edip etmediği sorgulanmaz aksine pek çok hususta ihlaller bizzat teşvik edilir. Çünkü tabu dahi olsa et yemek bireysel ve toplumsal yiğitliği ölçer ve kişinin erkekliği yediği yemekle güvence altına alınır (Adams, 2017: 77-89). Buradaki yemek bizzat et tüketimiyle ilgilidir. Örneğin, kadının evlilik öncesi cinsel ilişkisi tümüyle yasaklanırken, aynı toplumlarda erkeğinki teşvik edilir (Akın, 2007: 4). Kadınların, ikinci sınıf yurttaşların, ataerkil kültürde ikinci sınıf sayılan yiyecekleri yemesi daha olasıdır: etten ziyade sebzeler, meyveler ve tahıllar gibi (Adams, 2017: 76). Kadınların domuz eti tabusunu nasıl deneyimlediğine dair duyduğum merak ise, bana inanç kisvesi altında yasaklanmış “yeme-içme pratikleri”ni sorgulama alanı yarattı. Almanya’da domuz eti tabusunu merak duygusu gibi türlü sebeplerden dolayı “ihlal eden” veya onun tüketiminden ve temas ettiği şeylerle temas etmekten uzak durmaya çalışan kadınlardan “nefsine yenilip Jelibonlara dayanamayan” kadınlar var. Burada şunu belirtmek gerekir, tatlıya dayanamayan kadın imajı dahi ataerkil bir (yeniden)üretimdir.

Toplumsal olarak kadınların domuz eti yeme(me) nedenleri bulundukları bölgeye göre farklılık göstermektedir. Bu yazıda sunulan örnekler Almanya’daki kadın ve erkeklerin deneyimleridir. Örneğin, görüşmecilerime göre kadınların domuz eti yeme nedenlerinden biri dişil bir duygu olarak öne çıka(rıla)n merak duygusudur. Görüşmecim Arnavut F “Dört kere tadına baktım. Çünkü Almanya’da çok çeşit var ve yaygın diye merak ettim” demişti. Freud tabularla ilgili analizlerinden bahsederken onu yıkma duygusunu “ambivalent bir tutum” (2016: 69) olarak tanımlar. Fakat onun aksine bu merak duygusu kadınların tabuları yıkmak için ifade ettiği direnç mekanizmalarından sadece biri olarak yorumlanmalıdır.

Türkiyeli görüşmecilerin değindikleri ortak bir nokta vardır “Almanlaşma.” F’nin “Türkiye’de olduklarından daha muhafazakârlar Almanya’da” ifadesi buna bir örnektir. Örneğin, Türkiyeli F “Deniz teyzemin kızı İzmir’de yaşıyor. Okuldan sonra kız erkek bir yerlere giderdi. Ben de düşünürdüm biz de gitsek diye” ifadesi bu muhafazakârlığa bir örnektir. 1960’larda işçi olarak Almanya’ya ilk göç edenlerden biri olan Mustafa Akçı Almanya-Türkiye ikilemine karşı “Türkiye’deyken Alman, Almanya’dayken Türk olduğumu hissediyorum” (7) der. Mesela domuz eti tüketimi Türkiye’de “dinsiz ve günahkar olmak”la Almanya’da tüketildiğinde ise “Alman olmak”la yargılanır. Türkiyeli olarak Almanya’da domuz eti yemek “Almanlaşma ve/veya Alman olma” korkusu veren hususlardan en önemlisidir. Türkiye’den Almanya’ya göçenler Almanya’da “Türklüklerini kaybettiklerine dair bir takım yargı ve eleştiri” mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bunlardan en önemli olanı da domuz eti tüketimidir. Bu baskılardan dolayı “ihlallerden dönen” çoğunlukla kadınlar olur. F’nin deneyimi en iyi örnektir:

“Yiyordum bıraktım. Küçükken idrak etmiyordum evde anne baba da sana hani bir şeyleri de anlatmayınca, aa dinimiz bu, onları söylemiyorlardı bizimkiler. Küçükken ne diyorlardı? "İnsan insandır, böyle şöyledir, ayrım yapma" ama öyle "domuz eti günahtır, bu günahtır" gibi şeylere girmezlerdi. Arkadaş çevresi de çok etki yaptı sonra büyüdükten sonra zaten 10'uncu sınıfa kadar hep Almanların içerisindeydim. O yaşıma kadar galiba yiyordum evet, evde de konuşulmuyordu o konu. Ondan sonra 11'inci sınıfta mı ne, bir sınıfa girdim sadece Türkler vardı. Onlar çok dikkat ediyorlardı, mesela bir yere gittiğimizde bu böyle şu şöyle... Ondan sonra ben de evde soruyordum işte sonra yavaş yavaş babam da diyordu günah sorduktan sonra. O da önceden hiç açmazdı dinimize göre günah diye. Annem de aslında biraz açık görüşlü yeme demez.”

Bir diğer örnek ise, küçükken Alman komşusu tarafından ikram edilen domuz etli sandviçleri “bilmeden yiyen” F’nin baskı deneyimidir. Abisi onu domuz eti yerken görür ve annesine söyler: “Alt komşumuz sürekli sandviç hazırlardı. Annem sordu. Hoşuma gidiyor dedim. Bana yemememi söylediler. Annem komşuya da söyledi biz yemiyoruz diye ondan sonra hindili sandviç falan yapmaya başlamıştı.”

Yukarıda belirtildiği gibi, bütün bu mekanizmalar ise erkeklerden çok kadınları etkiler. Bu kadınlar için bir diğer yaygın yargı ve eleştiri ise “yabancı sevgili/eş”tir. Genç kadınların “Müslüman olmayan” sevgilileri bir tehdit unsuru olarak algılanmakta ve aile ve mahalle baskısı ile ilişkilere yön verilmektedir. Fakat yine de bu baskıcı “toplumsal yapı ve mistik güçler arasında açık otoriteyi tanıyabilmek her zaman o kadar kolay değildir” (Douglas, 2005: 134). “Kız verilmez, alınır” düşüncesiyle Müslüman olmayan kadınlarla ilişki/evlilik tam olarak bir tehdit unsuru değildir. Örneğin görüşmecim F sırf bu yüzden İspanyol sevgilisinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Başka bir örnek ise, yine Türkiyeli F’nin “ Türk baskısı; erkeklerle dolaşma, görebilirler” ifadesidir. Dolayısıyla, tabuyla muhafaza edilen kuralların toplumun önde gelen bireylerinin istediği ölçüde baskıcı olduğu görülmektedir (Douglas, 2005: 14). Buradaki ‘istediği ölçüde’ ifadesinin ucu açıktır. Mesela baskılar kadının sosyal konumuyla ilgili olarak çeşitli şekillerde çelişebilir. Örneğin, görüşmeci F bir Türk’ten boşandığı için –tekrar evlenemeyeceği endişesiyle- ailesi Yunan sevgilisi olmasına ses etmez. Bu nedenle, erkekler onlara atfedilen muafiyet, sahip olduğu konum ve bulunduğu coğrafyaya göre farklılık gösterse de (“kadınlarla ilgili olan”) tabulardan muaftırlar. Görüşmecim M’nin “Endonezya’da tavuk ve domuz eti aynı yerde satılmıyor ama eğer Almanya’da yaşıyorsan hem bunların aynı yerlerde satışı hem de evlilik öncesi birlikte yaşama Müslüman olsan dahi sorun olmaz” ifadesi buna bir örnektir. Müslüman toplumlarda domuz eti tüketimi ile ilgili görünürde her iki cinsiyet de denetlenir ama bu denetlemeler kadınları erkeklerden daha fazla ayrımcılığa maruz bırakır. Erkekler kadınlar için yasak olan şeylerden çoğunlukla muaftır. Kadınlar için yasak olan şeyler, onlar için bir övünç meselesi olabilir. Evlilik öncesi cinsellik sembolik olarak erkeği yüceltirken kadının değerini hiç eder. Yine bu nedenle, kadınlar açısından Türkiye dışında yaşama ‘deneyim/davranış’ meseleleri feminist bir bakış açısıyla analiz edilmelidir. Çünkü “Alman olma” korkusunun altında yatan en önemli sebeplerden biri yeme alışkanlıklarının değişmesine dair duyulan korkulardır. Başka bir deyişle, domuz eti yiyen Türkiyeli kadınlar Almanya’daki diğer Türkiyeliler için bir korku ya da değişimden ötürü yargı sebebidir.

Bu noktada, içine kapalı kendine has iletişim ağlarıyla ilgili “Kim domuz eti yemeyerek daha çok Türk, Müslüman ve kadın olarak kalabiliyordu?” sorusu önemlidir. Başka bir deyişle, “Kim domuz eti yiyerek ve yabancı erkeklerle sevgili olarak/evlenerek Türklüğünden, Müslümanlığından ve kadınlığından ödün veriyordu?” Buradaki ödün ver(me)mek ise Almanya’da çoğunlukla doğrudan alışveriş yapılan marketle ilgilidir. Almanya’da “Türk, Müslüman ve kadın kimliğini korumak helal et satıldığına hem inanılan hem de inanılmayan Türk marketlerinden alışveriş yapmaktan” geçer. Çünkü Almanya’daki “Türk marketleri” adeta “helal et satan kasap” konumundadır. Almanya’nın Türkiye’den aldığı göçler neticesinde ortaya çıkan bu marketler zinciri zamanla sadece Türkiye’den değil başka İslam ülkelerinden gelen “yeme içme hassasiyeti” olan kişiler için de alışverişin merkezi haline gelmiştir. Fakat bu anlayış “etlerin helal kesilmesi ve kesilmemesi” olarak kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Kişiler arası ayrıma yol açan bir diğer husus tam da budur. Birçoğu bu marketlerde “gerçekten helal et satılmadığı” gerekçesiyle alışverişini buralardan yapmaz. Türkiyeli iki F’nin “Türk marketlerine gelen etler de aynı yerden çıkıyor. Kanının akması beklenmiyor. Dikkat etmiyorum, çünkü helal et kesimi olduğuna inanmıyorum” ve Mısırlı olan M’nın “Netto Marken-Discount’dan alıyorum. Türk marketlerinden de alıyorum ama helal olduğunu düşünmüyorum, çünkü Türk marketlerinde de domuz eti olan pizzalar falan satılıyor” ifadeleri tam da bununla ilgilidir.

Domuz eti tüketimiyle ilgili bir başka yargı ve eleştiri mekanizması ise “İslam ülkeleri” (8) arasındadır. Farklı İslam ülkelerinde (Endonezya, Afganistan, Mısır, Arnavutluk ve Fas ve Türkiye gibi) dünyaya gelmiş fakat Almanya’da yaşamaya başlamış olan erkek görüşmecilerim arasında ise domuz eti yeme(me) “yeniliklere açık olma” (“open-minded”) veya “kültürel Müslüman” (“Cultural Muslim”) yargı ve eleştirisi ile açıklanmaya çalışılır. Sorun inanç ve pratiklerin hangi tür inançları ve pratikleri hangi şartlar altında kimin için, nasıl ve niçin destekle(me)diğini keşfetmek sorunudur. Örneğin Clifford Geertz, İki Kültürde İslam: Fas ve Endonezya’da Dini Değişim (2012) adlı kitabında, Fas ve Endonezya ile ilgili dinsel değişimi “tuhaf çift” olarak ele alır. Onun deyimiyle, “biri Hollanda kültürüyle beneklenmiş seçkin, hatta aşırı medeni bir tropikal Asya ülkesiyken diğer Fransız kültürüyle verniklenmiş, gergin, kuru ve gayet püriten bir Akdeniz ülkesidir” (18). Endonezyalı görüşmecim M domuz eti yiyen arkadaşı olmasını normal karşılarken, Faslı M, Afganistanlı M ve Türkiyeli iki görüşmeci F yeme-içme pratiklerine göre seçim yapar. Başka bir deyişle, domuz eti ile ilgili yasakları “ihlal etme” aile, akraba, arkadaşlık, evlilik gibi pek çok ilişkide belirleyici faktör haline gelir. Dolayısıyla, Afgan M’nin “Arkadaşım domuz eti yerse bir daha bağlantı kurmayız,” veya Türkiyeli F’nin “Arkadaşlığımız yemek konusuna gelmediği sürece çok iyi”, “O bana gelmeye ve bende yemek yemeye çekindiği için ben de ona gitmiyorum. O bana gelmiyorsa, yemek yemiyorsa ben niye ona gidip yemek yiyim diyorum” gibi ifadeler bunun bir tahayyülüdür. Bu nedenle, “toplumsal cinsiyet açısından tabuları sosyo-kültürel sınırları nasıl tekrar kurgularız?” sorusu (9) önemlidir.

Sonuç olarak, bu yazının amacı kime ne yemesi gerektiğini söylemekten ziyade kadının yeme-içme meselelerinde yasakları ihlal etme deneyimlerini görünür kılmaktır. Özetle, tabu deneyimlerinden daha çok kadınların domuz eti tüketimine değinilmektedir. Dolayısıyla, yazı dini olarak “et yeme keyfi ve geleneği”ni (Adams, 2017: 59) dini, coğrafi ve feminist bir bakış açısıyla ele almaya çalışır.

(1) 2015/2016 Erasmus+ Programı katılımcısı olarak antropoloji lisans bitirme tezi kapsamında Almanya Ludwigsburg şehrinde görüşmeler yapılmıştır. Bu yazının ilham kaynağı çalışma kapsamında görüşme yapılan kadınlardır. Bu yazıda, görüşme yapılan kadınların ve erkeklerin isimleri gizli tutulmuş harfler verilmiştir (kadınlar F erkekler M olarak harflendirilmiştir).

(2)  George Orwell’in 1999 yapımlı Animal Farm adlı filminde insanla domuz aynı kategoridedir.

(3) https://edition.cnn.com/travel/article/cooking-and-eating-tarantula-spiders-cambodia/index.html 

(4)  Yahudiler domuza tapıyorlar mıydı yoksa onu iğrenç mi sayıyorlardı. İkinci kural kirliliği anlatıyorsa, ilki daha da güçlü olarak hayvanın kutsallığını anlatır (Frazer, 1992: 55). Ona göre, kutsallığa ilişkin tabularla kirlilik tabuları örtüşür, çünkü insan kutsallıkla kirlilik arasında ayrım yapmaz (Douglas, 2005: 32).

(5)  Bu örneği verdiği için Yrd. Doç. Dr. Mustafa Aslan’a sonsuz teşekkürler.

(6)  https://gaiadergi.com/hanne-blank-ile-kadinlar-tabular-uzerine-soylesi/ https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-kavrami-tabu-nedir 

(7) https://www.youtube.com/watch?v=zw9NNORIl3Q

(8) Adı geçen ülkelerin İslamik majoritesi anlamında kullanılmıştır. Bu ifade Müslüman olmayanları yok saymaz aksine Müslüman toplumlardaki dini geleneksel çelişkileri görünür kılar.

(9) http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1730

Adak, H., Altınay, A. G., Düzel, E. Ve Bayraktar, N. (2016). İşte Böyle Güzelim. İstanbul: Sel Yayıncılık.

Adams, C. J. (2017). Etin Cinsel Politikası: Feminist-Vejetaryen Eleştirel Kuram. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Akın, A. (2007). “Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı ve Sağlık.” Toplum Hekimliği Bülteni içinde sayı 2 (26). Son erişim tarihi: 11.04.2019 http://www.thb.hacettepe.edu.tr/arsiv/2007/sayi_2/baslik1.pdf

Collin, F. ve Kaufer, I. (2016). Feminist Güzergah. (Çev.) Gülnur Acar Savran. Ankara: Dipnot Yayınları.

Douglas, M. (2005). Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlemesi. (Çev.) Emine Ayhan. İstanbul: Metis Yayınları.

Frazer, J. G. (1992). Altın Dal: Dinin ve Folklörün Kökleri II. (Çev.) Mehmet H. Doğan, İstanbul: Payel Yayınları.

Freud, S. (2016). Totem ve Tabu. (Çev.) Kâmuran Şipal. İstanbul: Say Yayınları.

Geertz, C. (2012). İki Kültürde İslam: Fas ve Endonezya’da Dini Değişim. Çeviren: Mehmet Murat Şahin. İstanbul: Küre Yayınları.

Harris, Marvin. (1995). İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar: Kültür Bilmeceleri. Çeviren: M. Fatih Gümüş. Ankara: İmge Kitabevi.

*İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları bölümünde yüksek lisans öğrencisi