YAZARLAR

İşgalciye değil direnişçiye ahlak dersi ahlaksızlıktır

Onca ağır ablukadan çıkış yolunu buldu Gazze. 7 Ekim'de dünyaya gösterdiği şey bu koşullar devam ettiği takdirde ölümlerin çatışmanın İsrail şehirlerinde de görülebileceğiydi. Gazze’deki ölümleri görmeyenler gördüler İsrail’deki ölümleri. Ancak 7 Ekim'i hazırlayan, buna zorlayan koşulları baskıyı, faşizmi, soykırımı hala görmek istemiyor gibiler.

Bu dünyada hayatta kalan her kız çocuğu birer survivor. Özellikle çatışmalı bölgelerde… Filistinli kız çocuklarının bugünlerde Gazze’deki yaşam savaşını konu etmeden 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü hakkında konuşulabilir mi? “Bazen bütün dünya üstüne geliyormuş gibi hissedersin. Böyle hissettiğinde bil ki gerçekten bütün dünya üstüne geliyordur.” Diziden alıntı bir replik olması bu cümlenin ağırlığını perdeleyemez. Özellikle kız çocukları için gündelik hayatın rutininde bile gerçeğin olanca ağırlığını yüzümüze çarpan bir cümle çünkü. Ve bugün tüm dünyanın desteklediği İsrail tarafından holocosta tabi tutulan Gazze’de 2 milyondan fazla kız ve oğlan çocuğu, kadın ve erkek Filistinli…

Kendini yönetme (self determinasyon) hakkını Filistinlilere tanımayan dünya… Neymiş efendim, Hamas’mış… Sahi Hamas nasıl ortaya çıktı? Salt son günlerdeki savaşa ilişkin yaklaşımlara baktığımızda bile bu sorunun basitçe cevaplandığını görebiliriz. Ölenin ve öldürenin kimliğinden bağımsız insani duruşu öğrenmenin kaçınılmazlığıyla birlikte düşünebilirsek.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze’de elektrik, yakıt ve su kesintisini meşru göstermek için Gazze’de yaşayan Filistinliler hakkında “insansı hayvanlar” diyebilme cüretini nereden buluyor? Koşulsuz, sınırsız olarak sunulan siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri Amerikan desteğinden, uçak gemisi ve savaş filosu gönderilmesinden elbette. Tabii ki İngiliz İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın İsrail protestolarında Filistin bayrağı taşımayı, teröre destek anlamına gelebilecek bir suç olarak göstermesinden; Gazze’ye yardımın kesilmesi kararı alan AB ülkelerinden; sivil ölümler sadece Avrupalı turistlerin ve İsrailli insanların başına geldiğinde savaşı kınamayı seçen insanların, devletlerin, halkların varlığından alıyor bu cüreti. Netanyahu’nun Başbakanlığında Gazze günlerdir devasa bir krematoryum görünümünde. Denizden ve havadan bombardımana tutuluyor. Çıkış yolları kapalı insanların. Tek bir geçit ise salt İsrail Devlet desteğine sahip Yahudi yerleşimcilere tanınmıştı. İşgalci İsrail'in işgal ve mülksüzleştirme politikasının uygulayışı olan Yahudi yerleşimciler de kendileri gibi aynı yoldan kaçmak isteyen Filistinlilere ateş açmışlardı. Malum İsrail vatandaşı olan Yahudilerin silah taşımasını ve Gazze’de yaşayan Filistinlileri öldürmesini suç saymıyor. Dünya görmezden gelse de bu sözler insanlık suçu.

Evet 7 Ekim günü Hamas Gazze’den çıkış operasyonu gerçekleştirdi. Gazze’den çıkış ne demek, hapishaneden mi kaçış anlaşılmalı? Evet. Kesinlikle evet. Öncesinde de aralıklarla gerçekleştirilmiş olmasına rağmen son 16 yıldır bütün bir Gazze ağır abluka altında açık hapishane halindeydi. Bir tarafı denizle geri kalanı duvarlarla çevrili bir hapis hayatı yaşanıyordu. İlaçtan hastaneye, gıdadan yakıta, içme suyu ve enerjiye ulaşım İsrail'in keyfi kararlarına bağlıydı. Ve dünya seyrediyordu bu açık hava hapishanesini. Gönderilen insani yardımın, Gazze’ye, Filistinlilere ulaşması, onlara “insansı hayvan” diyecek kadar insanlıktan çıkmış İsrail yöneticilerinin, kolektif cezalandırma politikası için elverişli bir araç oldu hep. Dünya sustu 16 yıldır. Küresel güçlerin egemenliğindeki dünyada ancak ezilenlerden geldi Filistin’e destek. Ama her şeye rağmen Gazze yaşıyordu, direniyordu. Yaşam özgürlüktür. Çünkü tüm canlılar hayatta kalmaya programlı. İster içgüdü deyin ister yaratılış tüm canlılarla aynı programa sahip insanlar hayatta oldukları sürece hayatlarını daha güvenli bir şekilde yaşamanın arayışında. Onca ağır ablukadan çıkış yolunu buldu Gazze. 7 Ekim'de dünyaya gösterdiği şey bu koşullar devam ettiği takdirde ölümlerin çatışmanın İsrail şehirlerinde de görülebileceğiydi. Gazze’deki ölümleri görmeyenler gördüler İsrail’deki ölümleri. Ancak 7 Ekim'i hazırlayan, buna zorlayan koşulları baskıyı, faşizmi, soykırımı hala görmek istemiyor gibiler.

Görenler var ama… Örneğin Siyonizm karşıtı Yahudiler bunu görüyor. İsrail hükümetine, Netanyahu politikalarına itiraz ederek Filistin ve Gazze’ye destek yürüyüşü yapıldı: Filistin yanlısı ve siyonizm karşıtı Yahudiler, Kudüs'te Filistin ve Gazze'ye destek yürüyüşü yaptı.

Israrla şunları vurguluyorlar: "Siyonizm, Yahudilik değil. Siyonistler de Yahudi değil. Yahudi inancında Siyonizm yok. İsrail Yahudi devleti değil." Köktendinci Yahudi gruplarının İsrail hükümet politikalarını Yahudilik dışı bulması egemenlerin dini dayatmalarına karşı anlamlı bir çıkıştı. Dünyanın geri kalanından daha anlamlı bir duruş sergileyen Yahudi dindarlar gibi İsrail Komünist Partisi de farklı yaklaşımla ama benzer duruş sergiledi. “Yaşananların sorumlusu, Netanyahu hükümetinin canice işgal politikası” görüşünü içeren basın açıklaması çözüm için de tek yol gösteriyor: İsrail hükümetinin işgali sonlandırması, Filistin halkının meşru taleplerinin ve haklarının tanınması. Egemen güçlerin kışkırttığı İsrail Hükümet politikası, uzun yıllardır sürdürdüğü işgal ve baskıyla, salt günümüzdeki Hamas operasyonunun değil bizzat Hamas’ın köşeye sıkıştırılmış olan Gazze’deki 2005 seçimlerini kazanmasının da sebebi.

Hamas’ın El-Fetih ve Arafat’a karşı bizzat Netanyahu tarafından güçlendirildiği de bilinen ve çok konuşulan gerçeklerden. 2019’da parti içi bir konuşmasıyla Hamas’ı güçlendirmek için elimizden geleni yapmalıyız mealindeki sözleri dolaşıyor ortalıkta. Çok daha önce 1998’de ise Mesut Yılmaz ile iki başbakan olarak yaptıkları görüşmede Türkiye devletini insani yardımın Hamas’a yapılması yönünde teşvik ettiği de biliniyor. Nedeni ise çok basit. Son seküler kesimler gibi İsrail hükümetinin yürüttüğü politikayı Siyonizm olarak isimlendirip karşı çıkan dini gruplar da işgalin sonlanmasını istiyor. İsrail toplumunda tıpkı bizdeki gibi aşırı sağ hep seçim kazansa ve Netanyahu en uzun süreli başbakan haline gelse de müzakere ve insanca çözümü konuşan taraflar var. Netanyahu bunu gördüğü ve savaşsız iki devletli çözüme yanaşmadığı için seküler Filistinli gruplara, Arafat’a karşı radikal İslamcı Hamas’ı güçlendirerek işgal ve baskıcı savaş politikasına dünyanın egemenleri nezdinde meşruiyet kazandırması kolaylaştı. Bile isteye seçtiği yolun ürününü hasat ediyor bugün. Önce Hamas çıkış operasyonu sonra Gazze bombardımanı, yakım, yıkım, kırım harekatına girişmekte eli çok rahatladı. Bir komplo teorisinden değil adım adım izlenen savaş politikasının günümüze uzanan son noktasından söz ediyorum. Egemenlerin Netanyahu’dan, halkların Filistin ve Gazze halkından yana olduğu söyleniyor bugünlerde. Bu pek de haklı bir tespit gibi görünmüyor maalesef. Çünkü egemenleri destekleyen halk kesimleri de az değil. Jonathan Cook gibi düşünenlerin dünya genelinde çoğalmasını umalım: “İsrail'in yerleşimci sömürgeciliğinin en müstehcen unsurlarını nasıl bu kadar bütünüyle bünyesinde barındırdığına dair kalıcı bir imaj varsa, bu, 2 milyon Filistinliyi hapseden bir açık hava hapishanesinin kenarında parti düzenleyen genç, kaygısız İsraillilerdir. Batı medyası Hamas'ın bu dans festivaline saldırısını vahşetin son noktası olarak sunuyor. Ve vahşiydi. Ama daha büyük vahşet, Gazze'deki işkence odasının önünde parti yapmanın normal olduğunu düşünmektir. Sonuncusu: Batı'nın Gazze'den kaçışa yönelik ikiyüzlülüğü mide bulandırıcı”

Ve tabii ki politik doğruculukla ahlaki söylem arasında bazen açının çok genişleyebildiğini unutmayalım. İşgal ve işgalcinin yaptıklarıyla, işgale karşı direnişi aynı kefede tartmanın böyle bir ahlaki zaaf yarattığı hatırda tutulmalı.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.