YAZARLAR

Hiçbir hadise sonsuza dek sürmez!

Cennet vatanın, hiç usanmadan hayata, tabiata saldıran bir cehenneme çevrilişini görmeden, duymadan, konuşmadan, değiştirmeye uğraşmadan; Keçi Kalesi’ni kurtaran keçiler kadar hayrımız dokunmayacak bu topraklara.

Korkusunu dağa yaslamış Kale, uzun süredir kuşatma altındaydı.
Saldıranlar Kale'yi ele geçiremiyor ama kuşatmayı koyulaştırıyordu.
Kale’ye sığınmış çiftçiler, çobanlar, ustalar dışarı çıkamıyor, Kale’ye ürün giremiyor, içeride kalabalıklaşmış ahali Kale’nin erzakını, ne kadar dikkat etseler de, giderek tüketiyordu.

Yine gün akşam olmuş, zifiri karanlık basmış, kuşatanlar dinlenmeye çekilmiş, içeridekiler artık bir karar aşamasına gelmişti.
Dışarı çıkıp saldırarak, mutlak bir ölümü göze alarak bu kuşatmayı bitirebilirler miydi?

İnsanoğlunun zekâsı bu durumlarda parlayabiliyor ama onu parlatacak bir ilham kaynağı da gerekli olabiliyor.
Kale içindeki bilgelerden bir bilge, ısrarlara rağmen günlerdir kestirtmediği keçileri işaret etti ahaliye.
Her keçide iki boynuz, bilirsiniz.

Dedi ki, “Her boynuza bir mum koyun. Yakın mumları. Salın keçileri. Karanlıkta, hızla hareket halinde bir ordu gibi ışıldasın boynuzlar.”

Umut en umutsuz anlarda bir mum gibi yanar ya, ele avuca sığmaz keçiler de, sanki bu biçare insanlara çare olmak istercesine; melemeden, tekmelemeden, inat etmeden, mumları boynuzlarına taktırdılar.

Kale kapısı açıldı, keçiler düşman üstüne salındı; karanlık, çığlıklarla ve oradan oraya zıplayan alevlerle yarıldı.
Saldırgan, cüretkâr da olsa, içinde kesif bir korkuyla da yaşayandır.
Öyle de oldu.
Işıl ışıl boynuzlarla, elde meşalelerle saldıran ordunun keçi gibi inatçı cesareti sayesinde, Putin’in demeyelim de, o günkü mütecavizin ordusu gerisin geriye, dağdan tepeden aşağıya, geldikleri gibi gidiverdi.

Kale, Arkut Dağı’ndaydı. Arkut Dağı, Bitinya topraklarında.
Siz bu dağı, Bolu nerede işte Gerede, diye ararsanız, bulursunuz kolayca.
Kendi içine kapalı muhafazakârlığıyla da bilinen Gerede’nin tarihine, o zamandan beri kuşbakışı bakar Keçi Kalesi.

Asırdan asra akıp bugüne de ulaşan efsanenin demesi o ki, bir zamanlar o topraklarda yaşayanlar, keçilerin yardımıyla, yani hayvanlar sayesinde canlarını, mallarını kurtarmışlardır ama…
Milattan Önce efsanesinden Milattan Sonra 2022’ye geliriz.
Gerede Gerede’dir lakin vicdan nerededir?

Perşembe günü, Gerede Hayvan Barınağı’nın donduran, öfkelendiren görüntüleri düştü kalbimize.
İnsanın insana ettiği zulümlerden bir savaşla acıyan yüreklerin bir kısmına, bakın hepsine değil tabii, tüm canlıları canlı gören bir kısmına, kendi ıstıraplı ülkesinden bir de böyle bir merhametsizlik düştü.

Barınağa sözde barınsın diye atılmış hayvanlar, tabii bilhassa köpekler, insanın kendilerine ettiğiyle titriyor, kimisi ölüyor, bir toplama kampı fotoğrafından tarihe kazınmış deri kemik insanlara zulmün adeta bir benzerini yaşıyorlardı.
Ne bir isyanla, ne tarihe düşebildikleri bir notla, kar ve çamura bulanarak, yine de insan ruhunun bir iyi tarafına sığınmak istercesine.

Bu vicdani yükü elbette sadece “debbağ, tabakhane, dericilik” merkezi Gerede’ye yıkamayız.
Çünkü kendi vahşetine âşık olan bir kısım insanın; insanlar gibi hayvanlara da hiddet ve şiddetinin, il ve ilçe sınırı da rakımı da yok.
Bu zulüm de, hayvanların insanları kurtardığı o anlatıyı, efsanesi yapmış kadim bir ilçede, insanların kendilerini kurtarmasını bekleyen hayvanların kısmetine düşmüştü işte.

Bir gün kadim zeytini, bir gün toplama kampındaki hayvanlara eziyeti, kirletilen denizi, yakılan ormanı, karartılan havayı, kurutulan gölü, kırgın kuşu, yorgun uçuşu…
Cennet vatanın, hiç usanmadan hayata, tabiata saldıran bir cehenneme çevrilişini görmeden, duymadan, konuşmadan, değiştirmeye uğraşmadan; Keçi Kalesi’ni kurtaran keçiler kadar hayrımız dokunmayacak bu topraklara.

Son söz olarak; Sayın Bakan Nebati’nin, biz zor durumdaki insanlara yüksek enflasyon vesilesiyle hitabındaki o büyük umudu, başta Gerede Toplama Kampı olmak üzere, zor durumdaki tüm canlılara da teşmil etmek istiyorum müsaadesiyle:

“Zorluklara takılıp kalmayın.
Hadiseyi sonsuza dek sürecek gibi görmek, bizim bakış açımızda yer almamaktadır.”

Bu iyi bir haber işte!
Umut da o:
Hiçbir hadisenin sonsuza dek sürmeyecek olması!

Ben de kendisine, elbette Geredelilerin izniyle, yörenin meşhur türküsünü, “hadisenin sonsuza dek sürmemesi, muradımızın tez olması” temennisiyle armağan etmek istiyorum:

Beyaz giyme toz olur
Siyah giyme söz olur
Gel beraber gezelim
Muradımız tez olur

Not: Şimdi kimimizin aklına takılan bir Gerede’yi anıp o görüntülerin de bir kurtuluşa vesile olmasını dileyerek müsaade isteyeyim.
Hayır, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a giden Bandırma Vapuru yolcularından Hüsrev Gerede, Geredeli olduğu için değil; İstiklal Savaşı sırasında Bolu, Düzce ve Gerede’deki isyanı bastırmakla görevli olduğu için o soyadını almıştı. 


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.