YAZARLAR

'Her zamanın bir hükmü vardır'

Düşünme eylemini sloganla sınırlı tutarak karşıtlıkları büyütmenin alışkanlık haline gelişi, eski ama eskimeyen hastalığımız maalesef ve yine Taliban sorunu vesilesiyle depreşti.

Taliban, “anahtar teslim” yöntemiyle Afgan halkının yaşamına karar verecek konuma yükseltildiğinde veya ilerleyişine göz yumulup, yolu açıldığında baş gösteren hak temelli insanî kriz endişesi aynı zamanda ülkemizde, dindar seküler karşıtlığının ezber kalıplarını yeniden dolaşıma soktu. Kadınların ve kız çocukların yaşam, eğitim ve çalışma hakları öncelikli sorunlar olarak dünyadaki tüm kadınları ayağa kaldıran, kaldırması kaçınılmaz temel sorunların başında. Ancak hak temelli kaygıların ifade edilişinde seçilen kelime ve kavramlar nedeniyle ayrımcılık ve çoklu hak ihlali yapıldığını belirtmek gerekir. Düşünme eylemini sloganla sınırlı tutarak karşıtlıkları büyütmenin alışkanlık haline gelişi, eski ama eskimeyen hastalığımız maalesef ve yine Taliban sorunu vesilesiyle depreşti.

Şeriata hayır!

Şeriat. Sihirli sözcüklerden. Albenisi var. Karşıtları üzerinde olduğu kadar taraftarları üzerinde de büyüleyici çekim gücüne sahip. Karşıt gruplardan her biri için bam teli hükmünde. En çok karşı çıkılan ve en çok savunulan; istenmeyen veya arzu edilen; her kötülüğün anası ya da her derdin devası sayılan şey. Kelime anlamıyla suyun kaynağına ulaşılacak yol, suyun akışı da olabiliyor. Doğru yol, kural, yasa hatta yöntem manasına kullanılıyor çoğunlukla. Ancak kelime kökeninden çok fazlasına sahip olmuş, zamanla çok katmanlı bir kavrama dönüşmüş. En geniş anlamıyla şeriat kavramı, itikadi, ameli ve hukuki bütün hükümleri ve kaçınılmaz olarak bütünüyle bir İslam düşünce ve hukuk sistemini ifade eder kabul edilmiş. Şeriat kavramını böyle en geniş manasıyla kullanmak doğrudur demiyorum ama ortalama dindarın anladığı haline dikkat çekmek gerektiğine inanıyorum.

İtikadi hükümler yani inanç esasları şeriat kavramına dahildir ve bu haliyle dindarların din anlayışında dokunulmaz bir yere sahiptir. Ve bu durumda “Şeriata hayır!” sloganı örneğin inanç esaslarının temeli olan Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz Muhammed’in peygamberliğine hayır dendiği şeklinde anlaşılır ortalama dindar algıda. Ve din baronları bu algıyı pekiştirmek için tüm güçlerini kullanır. Veya ameli hükümlerden yani Müslüman dindarın gündelik hayat pratikleri arasındaki en temel ibadetlerden örnek verirsem namaz kılmaya, oruç tutmaya hayır anlamına da gelir şeriat karşıtlığı. Şeriata hayır sloganı, diline pelesenk olmuş kişiler bu inançlara ve dini pratiklere karşı olabilirler. Bunu söyleyebilirler de. Evrensel insan hakları bu özgürlüğü tanır. Ancak tutarlı hak savunucuları olmak konusunda iddiası olanlar bu söyleyişten, bu slogandan kaçınmalılar. Çünkü bilindiği gibi o evrensel insan hakları inanç ve ibadet hürriyetini de içerir. Şeriat kavramını sadece İslam Hukuku olarak anlayıp, bu hukuk sistemi içinde sadece bazı cezai hükümlere karşı çıktığını düşünerek şeriata hayır sloganını hayatının merkezine yerleştirenlerin yaygın argümanlarından birisi, şeriat kavramının Kuran’da geçmediği yönünde. Yanlış. “,,,sana da buyruğumuzla bir şeriat verdik” ifadesi Hz. Muhammed’e hitaben ve Casiye Suresi 18’inci ayette yer alır. Buna dayanılarak şeriat kavramı yol, yöntem, kanun, kural manalarını içerir ve itikadi, ameli, fıkhi hükümler bütünü olarak kabul edilir.

Şimdi bir de seküler kesimden duyduğu her sözü din düşmanlığı olarak kabul eden dindar kesimin şeriat anlayışındaki sorunlara değinmek yerinde olur. Şeriat kavramının itikadi ve ameli hükümleri de ihtiva ettiğini yani değişmeyecek, nas denilen kabulleri de işaret ettiğini belirtmiştim. İnanılır ya da inanılmaz seçim açık hükümler ama tartışmaya açık değil yani dogmalardır. Bu değişmeyecek esaslar nas olarak ifade edilir ve bütün dinler gibi dogmadır, din dogmadır yani. Ancak bizim dindarların büyük kısmı, şeriat kavramının katmanlarından habersiz olarak tümüyle salt dogma/tartışılmaz kabul edilmesi gerektiğini düşünür. Şeriat kavramının kapsadığı hukuk sistemini de Allah’ın hükümleri sayarak her eleştiriyi düşmanlık olarak kabul eder. Fıkhın yani İslam hukukunun da tartışmaya açık ve bütün hukuk sistemleri gibi yorum ilmi olması gerektiğine itiraz ederler. Sırf şeriat kavramı içinde yer tutmuş katmanlardan birisi olduğu için bir döneme ait hukuk hükümlerini de Allah kelamı zannederler. Farklı bir söyleyişle seküler kesim şeriatı sadece hukuk sayarak itiraz ederken dindar kesim de şeriat kavramının içerdiği hukuk sistemi gerçekliğini görmezden gelir.

Başlık olarak seçtiğim cümle Rad suresinden. 39’uncu ayet, hukukun değişkenliğinin zorunlu oluşuna işaret eder. “Her zamanın bir hükmü vardır” ifadesi ayetle bildirilmiş hükümlerden. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi, klişesinin dini ve hukuki ifadesi gibi duruyor ayetin bu kısmı. Üstelik İmamı Azam Ebu Hanife de “din tek şeriat muhteliftir” sözüyle farklılıkları işaret eder. Sadece zamana göre değil toplumlara göre de çeşitlenir hukuk hükümleri yani şeriat. Ve şeriatla yönetildiği iddia edilen ülkelerin hukuk sistemleri de birbirinden farklıdır ve hatta birbirlerini nakzederler. Nakzetmek ne kelime kendilerini tek doğru şeriat uygulayıcı olarak kabul ettirmek, ahalide devletin resmi ideolojisine rıza üretmek için her biri yekdiğerini tekfir eder.

Zamana göre hükmün değişeceği ayetle bildirildiği halde Müslümanların, tarihin bir kesitinde hukuku dondurması, akıl alır gibi değil ama durum aynen böyle. Sosyolojik, kültürel, tarihi değişimleri yok sayarak yaşamaya, toplumları bu anlayışa mahkum etmeye çalışanların yaşattığı acılara itiraz etmek şart. Ancak yazı boyunca anlatmaya çalıştığım nedenlerle bu itirazın yolu “şeriata hayır” sloganı olamaz. Daha derinlemesine düşünerek sorunun kökenine inilmeli. Fakat bu da tabii ki yerleşik kutuplaşma söylemiyle dile getirirsem seküler kesimin değil dindar kesimin sorumluluğu. Seküler dostlara sadece özneyi daralttıklarında meramı daha iyi anlatacakları tavsiyesinde bulunabilirim. Dindar dostlara ise fıkhın ve fıkıh usulünün de Orta çağ tarım toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiği gerçeğini hatırlatmak isterim. Bilinmeyen bir şey söylemiş de olmuyorum zaten herkes bunun farkında ama işte aması var.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.