YAZARLAR

Haydin soykırıma! Haydin soykırıma!

Anlaşılan Bahçeli Tanrı Dağı ile Hira Dağı arasındaki ortaklığın su sızdırmasını istemiyor; Erdoğan’a Enver Paşa’nın 1915 sünneti etrafında kamilen birleşmeyi öneriyor. “Tercih”e davet ederken siyasi partilere değil sadece, medyaya, akademiye, herkese sesleniyor. Dersim öncesinde olduğu gibi.

“meğer yakmak için bir bahçeyi, ikna lazımmış ateşten önce.”

(Oğulcan Kütük, Oğlan Çıkmazı, İtaki Yayınları)

Siyaset-medya el ele barbarlığın kitabını yazarken, gün geçmiyor ki sınırlardan biri daha kolayca aşılmasın. Bunlardan biri MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın. Lafı hiç kıvırmadı: "HDP/PKK kamilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür."

ALTI MİLYON SEÇMENLİ PARTİ

Lafın içine silahlı bir örgütü de koyarak haklılığını kanıtlayacak tutamak sağladığına emin anlaşılan Yalçın. On milyondan fazla nüfusa denk düşen altı milyon seçmen, on bin kadarı zaten hapse atılmış on binlerce siyasetçi için konuşuyor. Kavgada yumruk sayılmaz, siyasette dilin kemiği yoktur filan diye geçiştirilecek bir iş değil bu; daha laf ilk yayıldığında haklı olarak “soykırıma eşlik eden çirkin dil”den konuştuğu hatırlatıldı siyasetçinin.

Gerçekten de Ruanda’dan Nazi dönemine, Dersim’den 1915’e, Batı Avrupalıların ilk yayılma çağında ulaştığı yeni dünyanın dört bir yanında bu “dil” kırımlara eşlik etti. Malumun ilamı olacak ya soykırım literatüründe bu tutumun adı “dehumanizasyon”, çünkü “insan” olduğu kabulüyle milyonların yok edilmesine karar vermek, bu kararı kırıma katılacaklara kabul ettirmek, onaylatmak zor. O yüzden basit bir yol seçiliyor: Zaten insan değil ki. Yok edilmesi gereken zararlı bir canlı.

HAKLARINDAN, İNSANLIĞINDAN, CANINDAN SOYMAK

Esasen, vatandaş olarak hakları eksiltmeyle yani işte KHK ile açlığa mahkum etmeyle, ölüm tehlikesi altında çalışmaya mecbur bırakmayla, hak arayışlarına karşı kanunsuz, orantısız şiddete hoşgörüyle, devamında çıplak aramayla, habeas corpus’un ilgasına giden gözaltı/tutuklama uygulamalarıyla kademe kademe giden sürecin finali, insan saymayarak kırıma uğratmayla gelir. Yani kanuni vatandaşlık haklarından, vatandaş veya değil insan haklarından ve fırsat buldukça elbiselerinden soymayla yürüyen sürecin sonunun insan oluştan soymaya varması hiç mi hiç uzak ihtimal değil.

AÇIKÇA 'TEMİZLİK' TEKLİFİ

Bahçeli de “haşere” lafını çok sevdi ve iktidar ortağının bazı yöneticilerine de aynı sert tehdidi yöneltmekten hiç çekinmedi. O, yardımcısından daha da netti, “soykırım”a en yakın terimlerden birini açıkta ifade etti: Temizlik.

“Zehirli haşeratla mücadele milli haysiyete muhteşem hizmettir. Bölücülükle mücadele istiklalimize onur verici destektir. Artık seçenek kalmamıştır: Ya terörizm ya temizlik, ya bölücülük ya da huzur. Her siyasi parti tarafını ve tercihini yapmalıdır.”

Anlaşılan Bahçeli Tanrı Dağı ile Hira Dağı arasındaki ortaklığın su sızdırmasını asla istemiyor; Erdoğan’a ve kurmaylarına hürmetle yad ettikleri Enver Paşa’nın 1915 sünneti etrafında kamilen birleşmeyi öneriyor. “Tercih”e davet ederken siyasi partilere değil sadece, medyaya, akademiye, sokaktaki vatandaşa, herkese sesleniyor.

BAHÇELİ’NİN NUTKUNUN EN ESKİ HALİ

MHP liderinin ve yardımcısının sözleri, Mazhar Aren’in 1937 yazında Cumhuriyet gazetesinde çıkan cümlelerine ne kadar benziyor:

“Bunlar benim kanaatımca tarihin pek eski zamanlarından beri o sarp dağlarda barınan ve kimse el değdirmediği için münkariz olmayan (çökmemiş, yok olmamış) hususi bir ırktandır. Dersimin ıslahına gerek yok. Temdide (uzatmaya) gerek yok. Dersim’i boşaltmak gerek.”

İnsanlık dışı görme ve temizlik hedefini alenen dillendirme meselesi cumhuriyet tarihi içinde 1937-38 öncesi Dersim meselesine kadar gider kolayca; o dönem TBMM oturumları dahil resmi yazışmalarda Dersimlilerin “kadim zamanlardan kalma”, “eğitilmesi ve medenileştirilmesi mümkün olmayan”, “bildiğimiz hiçbir inanca benzemeyen inançlara sahip”, “Kürtlere karıştıkları için bozulmuş” hususi bir ırk oluşturduğu, bu nedenle de temizlenmesi gerektiği tartışılırdı açık açık.

Mazhar Aren yazısını yayınlayan Cumhuriyet gazetesi, olan biteni verirken, “Mağaralarda fareler gibi zehirlendiler” başlıkları atarak kutlayacaktı katkıda bulunduğu sonucu. Sonucun nasıl bir facia olduğunu Erdoğan da kabul eder gibi yapmıştı ya köprünün altından çok sular aktı; artık eski kıyımların kıymeti harbiyesi geçti, yeni iktidara yeni kıyımlar lazım, yoksa Bahçeli’nin okuduğu soykırım ezanı hiç cevapsız kalabilir miydi? Hoş, zaten Erdoğan’ın derdi Dersim’in Kızılbaş Kürtlerinin hatırasını yad etmek, haklarını, itibarlarını iade etmek değil fırsattan istifade CHP’ye vurmaktı. Yoksa, Alevilerin haksızlığa karşı hafızayı koruma ve yas hakkını koruma çabasına en ufak hürmeti olan bir iktidar, Maraş’ın kapılarını pogrom anmasına düzenli biçimde kapatmazdı.

MERAKLISINA NOTLAR

1
ANKARA’DA HAKİM YOKSA SAVCI NASIL OLSUN?

MHP’nin çıkışındaki tehlike bir hukuk hocası olan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın gözünden kaçacak değildi elbette: “Şu anda Semih Yalçın’ın yaptığı uluslararası ceza hukukunun; soykırımı tahrik ve teşvik olarak nitelendirdiği suçlardır. Biz suç duyurularını hem içeride hem dışarıda yapacağız. Türkiye’de savcılıkların derhal dava açması gerekir.”

Peki, bu açıklamayı dikkate alacak savcı var mıdır? Peki başka siyasi parti? MHP’nin soykırım çağrısına sessiz kalmak, katılmaya hazırlık anlamına gelmiyor mu?

2
SOYKIRIMA GİDEN YOLUN HARİTASI

MHP, soykırım literatüründe öne çıkan aşamalardan birini kamilen yerine getirmiş oldu başkan ve yardımcısının çıkışlarıyla.

Gregory Stanton’ın “Soykırımın Sekiz Aşaması” isimli raporuna göre 8 aşama şöyle:

1. Sınıflandırma: İnsanlar ‘bizler’ ve ‘onlar’ diye bölünür.
2. Simgeleme: Nefretle birleştiği zaman simgeler dışlanan grubun gönülsüz üyelerine dayatılabilir.
3. İnsanlığı inkâr: Bir grubun üyeleri diğer grubun insanlığını inkâr eder. Grubun üyeleri hayvanlar, parazitler, böcekler ya da hastalıklarla özdeşleştirilir.
4. Örgütlenme: Soykırım her zaman örgütlüdür. Özel ordu birlikleri ya da milisler genellikle eğitilir ve silahlandırılır.
5. Kutuplaşma: Nefret grupları kutuplaştırıcı propaganda yapar.
6. Hazırlık: Yok edilecekler etnik ya da dinsel kimlikleri nedeniyle belirlenip ortaya çıkarılır.
7. İmha: Girişilecek operasyon katillerin gözünde “imha”dır. Çünkü kurbanlarının insan olduğuna inanmazlar.
8. İnkar: Failler genellikle herhangi bir suç işlediklerini inkâr eder.

Konuyu güzelce toplayan bir yazı için:
https://kronos34.news/tr/ulkenin-eski-sahibi-sekuler-turklere-cok-is-dusuyor/

3
DAHÜMANİZASYON

Sekiz aşama içinde sayılan “dehümanizasyon” yani insanlıktan çıkarma-insan saymama en tipik aşamalardan biri belki de.

Yaygın, basit bir ifade için:

Soykırıma giden süreçteki en kritik psikolojik aşama burasıdır. Güç sahipleri ve destekçileri, hedefteki grubun “insan”lığını inkar ederler. Hedef grubun üyeleri hayvanlara, parazitlere, böceklere benzetilir veya toplumun ahlaki değerleri bakımından aşağılık olarak kabul edilecek tanımlamalarla ya da hastalıklarla özdeşleştirilir. Bu aşamanın kritik olmasının sebebi ise; güç sahipleri tarafından, destekçilerinin canavarlaşma hisleri ortaya çıkarılır ve hedef grubun korunması veya desteklenmesi güdüsünü taşıyan vicdanlı kişilerin de gözünün korkutulmasını sağlar, itiraz etmelerini engeller. Bu aşama, büyük oranda kırılma noktasıdır. Dehümanizasyon aşamasının tamamlanmasından sonra, doğal seyrinde, sürecin artık geri dönme ihtimali pek yoktur. Çünkü; dehümanizasyonun en ürkütücü sonucu, dehümanize edilen grubun, kendilerine yapılan (sınıflandırma, simgeleme vs) ve ileride yapılması planlanan (soykırım) fiilleri, hak ettikleri yönündeki bir gerekçe artık genel kabul görür. Bu kabullenme, haksızlıklara karşı diğer tüm grupları körleştirmekte, duyarsızlaştırmaktadır. Yapılan haksızlıklar, vicdanlı insanlar tarafından dahi artık görülmez olur.”

4
MARAŞ’TA ANMA YİNE YASAK

Maraş Valiliği üç gerekçe sıraladı bu rutin yasak için:

“Covid-19 salgınının yaygınlaşmasının önlenmesi…” E güzel.

İl sınırları içerisinde kamu düzeninin bozulması. Yani? Nasıl bir kamu düzeni var ki haksız, hukuksuz biçimde öldürülmüş insanların anılmasından rahatsız oluyor? Diriyken koruyamadığı insanların ölülerini anmak da yasaksa, o insanlar insan mı değildi Valiliğin gözünde?

“Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması…” Başkalarının? Katledilmiş canlarını ananlar kimin hak ya da özgürlüklerini tehdit altına alabilir? Anmanın kendisi bir tehdit olarak algılanıyor olmasın? Kimin anılması tehditmiş gibi gösterilecek kadar göze batıyor olabilir? Alevi? Sosyalist?

5
CHP’DEKİ MİLLİ GÜVENLİK TEHLİKESİ OLARAK ALEVİLER

İktidar, Alevilik ile derdini pek gizleme ihtiyacı hissetmez aslında. “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse biz dört dörtlük Aleviyiz” dışlayıcı klişesi en üst düzeyde telaffuz edildi zaten. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Biliyorsunuz Alevi…” işaretiyle yuhlatılması ayıp bile sayılmadı. İktidar ağızlarının bu minvaldeki son örneklerinden biri Mahir Ünal tarafından televizyonda dile getirildi. Ünal Genel Başkan Yardımcısı ve “medya başkanı”, sıradan biri değil yani. Kanal 7 Ankara temsilcisine konuşurken söyledi şunları:

“CHP'nin içine baktığınızda ve gerçekten ulusalcı 2010 öncesi CHP'nin refleksleri ile düşünen bir eski CHP'li arkadaş geçen gün ilginç bir şey söyledi, dedi ki, ‘CHP'deki mezhepçilik artık dedi ciddi bir milli güvenlik sorunu haline geldi dedi.’”

Programcı araya girip soruyor, “Size mi dedi bunu?” Evet demeden, ama evet kime olacak, tabii canım filan anlamında bir baş kaş göz hareketi eşliğinde devam etti:

“Orduya dönük kullandığı bu ifadenin altında, kahraman ordumuzun Afrin’de, Barış Pınarı’nda Fırat Kalkanı’nda aldığı o büyük muzafferiyetler yatıyor. Canları, canları yandığı için bu ifadeleri kullanıyor.”

Anlaşılacağı gibi “orduya dönük ifade” denilen şey, CHP’li Ali Mahir Başarır’ın iktidar tarafından ordu düşmanlığı olarak gösterilen sözleri. Fakat bu kısacık konuşmada asıl mesele “CHP’deki mezhepçilik” lafıyla Aleviliğin açıkça nefret hedefi haline getirilmek istenmesi. Tahmin edebileceğiniz gibi, Mahir Ünal’a böyle şeyler söyleyen “CHP’li ulusalcı”, rahmetli Erbakan’ın Batı karşıtı görüşlerini aktarmayı pek sevdiği “Batılı bir profesör”den daha gerçek bir kişi değil. Yani CHP’de “Aleviliğin milli güvenlik sorunu haline geldiğini” düşünen biri yok tabii ki, Aleviliği milli güvenlik sorunu olarak gören iktidar, nefret dolu fikrini lisanı münasiple yayıyor hepsi bu. Çünkü TSK’nin Suriye’de yaptığı harekat resmi açıklamalara inanacak olursak “Suriye ordusu”na karşı değil, PYD/YPG’ye ve IŞİD’e karşı; üstelik pratikte sahada Suriye ordu güçlerine karşı alınmış bir zafer de yok çünkü bir çatışma yok. Bu kısacık nutuktaki ikinci hileli nokta da bu; her şeyi benzer görünen bir şeye eşitleye eşitleye (Yektan Türkyılmaz’ın kulakları çınlasın) en sonunda her şeyi birbirine eşitleme hilesi: “Ha PKK, ha PYD/YPG, ha SDG, ha IŞİD, ha CHP, ha Esad…”

CHP’nin bütün bu olan bitenlere Suriye’den Karabağ’a, Fransa ile tartışmadan Amerika ile tartışmalara iktidarı ve onun askeri yöntemlerini canla başla savunmaktan pek fazla olmaması da bir başka tuhaflık ya neyse.