Kendine yetmek

Korona virüsü nedeniyle, şanslı olanlar iki üç haftadır evden çıkmıyorken şanssız olanlar yani günlük yaşayanlarsa, büyük bir korku ve gerilimle toplu taşıma araçlarını kullanmaya, kalabalık iş yerlerinde çalışmaya devam ediyor. Bütün vatandaşlar için temel gelir mücadelesini bir taraftan sürdürmeliyiz elbette ama bu arada sistemden kaçmak için bireysel/toplu çözümler de arayabiliriz; köylere dönmek, bir toprak parçası edinmek, üzerine belki sonradan geliştirmek üzere ucuz, geçici bir barınak yapmak ve kendimize yetecek bir hayat biçimi benimsemek…

Google Haberlere Abone ol

Bir eşikte bekliyoruz. İklim krizine, otoriter yönetimlere falan razıydık aslında şu virüs çıkmasaydı. İklim krizi epey uzakta görünüyordu hâlâ, biyoçeşitlilik kaybının değil hayatımızda yaratacağı etkileri, kelime anlamını bile bilmeden yaşamak mümkündü. Otoriter yönetimler sustuğumuz ve rıza gösterdiğimiz müddetçe bize pek dokunmuyordu. Borçla harçla da olsa kafamızı bir dam altına sokuyor, temel ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk. Bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu hep biliyorduk ama bunu değiştirmenin bir yolu yoktu. Çaresizdik. Hükümetler sert politikalarla, değil hakkımızı aramamızı, hesap sormamızı, hatta eleştirmemizi bile engellemişti.

Sonra virüs geldi. Görece şanslı olanlar iki üç haftadır evden çıkmıyor ama dünyanın hem tanınmaz hale gelmesinden hem de dört duvar arasına sıkışmasından bunalıyor. Şanssız olanlar yani günlük yaşayanlar, çalışmayınca ağızlarına koyacak lokma bulamayanlar, büyük bir korku ve gerilimle toplu taşıma araçlarını kullanmaya, kalabalık iş yerlerinde çalışmaya devam ediyor. Hükümet parasızlık bahanesiyle sokağa çıkma yasağı ilan etmediği için sağlık çalışanlarının yükü artıyor, eksik koruyucu ekipman yüzünden sağlıkları tehlike altına giriyor. Toplumun dezavantajlı kesimlerini; evsizleri, mültecileri, yaşlıları, işsizleri, yoksulları, tutukluları, hayatı en çok risk altında olan sağlıkçıları korumak için ne yapacağımızı bilemiyoruz. Ufak tefek örgütlenmeler var ama çok daha geniş bir kesime yardım götürebilecek altyapısı olan belediyeler yardım kampanyası başlatınca İçişleri Bakanı buna sudan bir bahaneyle engel oluyor. Sadece ekonomi değil, en bayağı şekliyle siyaset de insan canının önüne konuyor.

Sırf evimizin dört duvarı arasında değil ülkenin sınırları içinde de bunalıyoruz uzun zamandır. Zaten dezavantajlı gruplar için koca dünya epeydir düşman bir yer halini aldı. Kapitalizmin refah vaadi bitti, sınıflar arası geçiş özelleşen eğitimle artık pek mümkün değil, prekaryanın bir geleceği kalmadı. Ahlaksızca zenginleşmiş üç beş kişinin özel jetleri, adaları falan var. Öte tarafta milyarlarca insan açlık sınırında ya da aç biilaç yaşıyor. Sefaleti yaşayan yığınlar maruz kaldıkları korkunç hayat koşullarından, onların ne halde olduğunu anlayabilen biraz vicdanlı insanlar da bu adaletsizlik ve acıdan serseme dönmüş vaziyette. Dünyayı yönetenlerin ve kaymağını yiyenlerin bu devasa sefalet karşısında kılı bile kıpırdamıyor, kıpırdamayacak. Devlet babanın içinden insan yiyen uzaylı bir canavar çıkalı çok oldu. Bu durumu siyasetle değiştirme çabalarının önü ABD gibi fikir hürriyetiyle övünen bir ülkede bile statüko tarafından kesiliyor. En azından kırk yıldır süren neoliberal beyin yıkama faaliyeti vatandaşların çoğunu da esir almış durumda. Onlara ulaşmak, bu durum değişmezse çok büyük felaketler yaşanacağını anlatmak mümkün olmuyor. Zordayız, dardayız ama bambaşka şeylerin de mümkün olabileceği bir eşikteyiz aynı zamanda.

Tarım ve gıda konusu genelde insanlara sıkıcı gelir. Siyasetle ilgilenenler bile bu konularla ilgilenmezler. Halbuki mevcut durumun sürebilmesini sağlayan en önemli etkenlerden biri insanların kendi kendine yetememesi, kendi gıdalarını yetiştirememesi, kendi barınaklarını inşa edememesi. Zincirin bu halkasını koparabilirsek kapitalizm bize artık köle muamelesi yapmayı sürdüremeyecek. Sınırlı iş imkanları için şirketlerin kapılarında bekleşen işsizler olmasa çalışan insanlar da bu kadar kötü koşulları kabullenmek zorunda kalmayacak. Uzun süredir uygulanan yıkıcı tarım politikaları sonucu küçük çiftçinin köyde tarım yaparak hayatını sürdürmesi çok zor, bu yüzden de köylerde sadece yaşlılar kaldı. Herkes geleceğini şehirlerde, maaşı ve emekliliği olan bir işte görüyor. Peki bütün vatandaşlara temel gelir verilse ve ücretsiz sağlık hizmeti sunulsa, biz de kırlara dönsek ve kendi kendimize yetecek gıdayı yetiştirsek nasıl olurdu? En azından sahip olduğu şirkette bir güvenlik önlemine harcayacağı parayla bir işçinin ölümü halinde ailesine vereceği tazminatı kıyaslayıp ikincisini daha maliyetsiz bularak tercih eden patronlar ortadan kalkabilirdi.

Bütün vatandaşlar için temel gelir mücadelesini bir taraftan sürdürmeliyiz elbette ama bu arada sistemden kaçmak için bireysel/toplu çözümler de arayabiliriz. Tabii daha önceki yazılardan bildiğiniz gibi benim önerim köylere dönmek, bir toprak parçası edinmek, üzerine belki sonradan geliştirmek üzere ucuz, geçici bir barınak yapmak (Alakır evi, diye ararsanız hoş bir öneri bulabilirsiniz) ve kendimize yetecek bir hayat biçimi benimsemek. Buna kalkışmadan önce neyle karşılaşacağınızı da iyice düşünmeniz lazım. “Kalabalıktan Uzakta” yazımda bunlardan biraz bahsetmiştim, belki şimdi dikkat edilmesi gereken bir iki noktayı daha ilave etsem iyi olacak.

Öncelikle tamamen kendine yeterli bir hayat için epey emek sarf etmeniz gerekeceğini söyleyeyim. Yani yaşamınızı aslen kırda geçirmeniz, zaman zaman şehre ziyarete gitmeniz icap edecek. Bu yüzden de tek başına olmak çok iyi bir fikir değil, hatta tek bir aile olmak da iyi fikir değil. Yanınızda dört beş arkadaşınız olursa ve bunu ortak bir proje olarak düşünürseniz daha iyi olur. Tabii insanın kendi arkadaşları böyle bir hayatı tercih etmeyebilir ama internetin her türlü iş için kullanıldığı bu devirde acaba böyle bir isteği olan insanları bir araya getirecek bir site ya da platform kurulamaz mı?

Bu yazıları okuyan ziraat mühendisi bir tanıdığım, “insanlar köye geliyor sonra hayal kırıklığına uğruyor, onları bazı olumsuzluklar konusunda da uyarmak lazım, yoksa geri dönüyorlar,” diye beni uyardı. Ona hak verdim. Bahçe işi epey ağır bir iştir ve daha önce hiç yapmamışsanız size çok zor gelebilir. Şu anda köylerin çoğunda yaşlılar kaldığından bahçede size yardım edecek genç birini bulmak çok zor, hatta olanaksız.

Yani bahçe işlerini (toprağı belle kazmak, gerekliyse taş ayıklamak, ayrık temizlemek, ağır gübre çuvallarını taşımak vb.) çoğunlukla kendiniz yapmanız gerekecek. Kesin kararınızı vermeden önce bir yerde kendinizi deneyin, bir miktar pratik edinin ve bu işi sevdiğinize, yapabileceğinize emin olun. Diyelim ki kararınız kesin ve kendinize satın almak için bir yer arıyorsunuz, yanından yağmurda kullanılmaz hale gelmeyecek bir yol geçmesi ya da yola yakın olması önemlidir. Kışın çiftçiler traktörle tarlalarına gidebilir ama sizin traktörünüz yok. Her yer vıcık vıcık çamur olduğunda bazen yürümek bile zor olur. Bu yüzden de almayı düşündüğünüz yere kışın da gidin ya da mesela kışın gittiyseniz ve yanından küçük bir dere akıyorsa yazın derenin kuruyup kurumadığını kontrol edin. Eğer acele etmeniz gerekmiyorsa (ki uzun süre arayıp hiç uygun bir yer bulamayınca ilk bulduğu yere atlayabiliyor insan) dört mevsim gidip ayrıntılı bir değerlendirme yapmak sağlıklı olacaktır.

Araziyi almadan önce o civarda nelerin yetiştiğini gözlemlemek neler yetiştirebileceğiniz konusunda size fikir verebilir. Hatta toprak yapısıyla, asitlik alkalilik durumuyla bile üzerinde yetişen bitkilerden bir nebze anlayabilirsiniz. Bahçenizde hangi bitkileri yetiştirip hangilerini yetiştiremeyeceğinizi belirleyecek en önemli şeylerden biri toprağın pH değeridir. Hatta özel bir bitki türü yetiştirmeyi düşünüyorsanız öncelikle tarlanın toprağından örnek alıp pH’ını test edebilir, bu bitkiye uygun olup olmadığını anlayabilirsiniz. Araziyi aldıktan sonra da tam bir toprak analizi yaptırmak gayet faydalı olacaktır.

Toprağın yapısı da önemlidir. Killi bir toprak çok zor işlenir, kazması epey yorucudur ama içinde daha çok besin maddesi barındırır. Kumlu toprak kolay işlenir ama yağmurla içindeki besin maddeleri kolayca yıkanır ve fakirleşir. Her ikisi için de bolca organik madde ekleyerek sorunu çözmek mümkündür ama emek ve para ister. En ideali bu ikisinin ortalaması olan killi tınlı, mümkünse organik maddesi bol topraktır. Tahmin edeceğiniz gibi bu ideal toprak çok zor bulunur ve kıymetlidir. Yine de toprak yapısını iyileştirme seçenekleri mevcuttur.

Tarım için en önemli şeylerden biri de hava koşullarıdır. Hem bir sahil kasabasına yerleşip hem de tarım yapmak istiyorsanız biraz zorlanabilirsiniz. Sıcak hava ve sert rüzgarlar bitkilere iyi gelmez. Mesela Datça’da kocaman bir bahçesi olan bir arkadaşım hem killi toprak hem de rüzgar yüzünden neredeyse hiçbir şey yetiştiremiyor. İklim değişikliği yüzünden Ege ve Akdeniz’in çok daha az yağmur almasının ve çölleşmesinin beklendiğini unutmayın. Kuzey Ege’nin biraz yüksek, korunaklı ve sulak yerleri ve Marmara hariç (ılıman mikroiklime sahip bazı kesimler istisna olabilir) hiçbir bölgede bütün meyve ağaçlarını yetiştiremezsiniz. Bu bölgelerde de soğuktan hoşlanmayan narenciye ağaçları ancak seralarda yetiştirilebilir. Bölgelere göre belki daha yüksek rakımlara çıkılarak aşırı sıcak ve kuraklık sorunu çözülebilir.

Her bölgeye uygun bitkiler ve ekim takvimi elbette vardır. Tükettiğiniz gıdanın tümünü olmasa da bir kısımını yetiştirmeniz mümkündür. Yine de genel bir kural olarak yaz aylarında aşırı sıcak olan alçak ovalar yerine biraz daha yüksek yerleri tercih etmek yerinde olacaktır. Mesela biz Marmara’da 250 rakımlı bir yerde oturuyoruz ve yazın hiç klima kullanmak gerekmiyor. Geceleri gayet güzel bir serinlik çıkıyor, hatta battaniyesiz balkonda oturulmuyor. Yaz sebzeleri bu iklimde bir iki hafta geç ürün vermeye başlasa da neredeyse Kasım ayına kadar meyve vermeyi sürdürüyor. Halbuki Ayvalık civarında pazarda satmak için sebze yetiştiren bir ahbabımızın domatesleri sıcak ve kuru rüzgarlar yüzünden Temmuz ortasında kuruyor.

Kısacası bir arazi alırken önceki yazımda da anlattığım gibi dikkat edilmesi gereken pek çok husus vardır. Psikolojik olarak hazır olmanız yetmez. Uygun olmayan bir yer alırsanız bütün bu zorlukların altında boğulur, bu işin size uygun olmadığını düşünür ve pes ederek geri dönebilirsiniz. Halbuki görece daha sorunsuz bir arazi almak ve karşılaştığınız sorunları dostlarınızla ya da hayaldaşlarınızla birlikte çözmek, birbirinize destek olmak daha sonra yaşayacağınız büyük keyiften mahrum kalmamanızı sağlar. Kalıcı bir sistem oturtabilmek için maddi manevi hazırlık son derece gerekli ama bu hazırlığınız tam olsa bile kafanızdaki şeyin gerçekleşmesi dört beş sene sürebilir. Bir de tabii herkes kendini daha iyi tanır ama çok sosyal bir insansanız ve şehir hayatını çok seviyorsanız belki bu iş pek size göre olmayabilir. Romantik değil gerçekçi bir yaklaşım elzem.

Peki ne büyüklükte bir yere ihtiyacınız var? Komşumuz bir kişinin en fazla 300 m² bir alanı işlemeye gücünün yetebileceğini okumuş bir yerde. Bence tahılı işin içine katmazsak bir dönüm arazi dört kişiyi doyurmaya yetebilir. Bir dönüm arazinin 300 m²’si sebze ve çiçeklere ayrılabilir, kışlık yeşil yapraklı sebzeler (marul, ıspanak, roka, tere, pazı...) için 20-25 m²’lik bir sera alanı yeterli olur, bahçenin geri kalan bölümü meyve ağaçlarına, bir iki süs ya da orman ağacına ve süs çalılarına ayrılır. Unutmayın çok geniş bir alana bakmaya gücünüz yetmeyecektir. (Ancak arazinin bir bölümünü doğal haline bırakmayı düşünüyorsanız daha büyük bir arazi alabilirsiniz. Mesela permakültürde ileride budanıp yakacak olarak kullanılmak üzere küçük bir koru ekme uygulaması var.) İçine bir ev yapacaksanız ve tahıl yetiştirmeyi düşünüyorsanız 1.5 - 2 dönüm daha iyi bir büyüklük. Tahıl yetiştiriciliği konusunda şimdilik pek bilgim olmadığı için bu konuyu daha iyi bilen birine danışmanızı tavsiye ederim. Merak ettiğiniz her konuda bolca kaynak bulabilirsiniz, hele İngilizce biliyorsanız ulaşacağınız kaynaklar çok daha fazla olacaktır. Bunun dışında çevrenizdeki üreticilerle ya da bitki yetiştirdiğini bildiğiniz bütün herkesle konuşmanızı, bol bol sorular sormanızı tavsiye ederim. Onlardan öğreneceğiniz şeyleri süzgeçten geçirip bir kısmını kullanabilirsiniz.

Ilıman bir bölgedeyseniz bahçe sizi bütün bir yıl meşgul edebilir. Kışın en soğuk ve yağışlı zamanları hariç bahçede sürekli çalışmak mümkündür. Biz genelde sonbahar aylarını, baharda kullanmayı düşündüğümüz yerleri kazarak, meyve ağaçlarının bakımını yaparak geçiririz. Böylece bahar gelip de işler aniden patladığında elimizde bitki ekecek yerimiz hazır olur. Bahçe sizden biraz mimar olmanızı talep eder, kafanızda bahçenin nasıl tasarlanacağına dair bir fikir yoksa şimdiden BBC’nin bahçe programlarını seyrederek, tasarım kitapları okuyarak bir fikir edinmeye çalışabilirsiniz. Yoksa pek estetik, biçimiyle zevk veren bir bahçeniz olmayacaktır. Biraz ziraat mühendisi olmanız ve bitkileri iyi tanımanız, ekim takvimini bilmeniz, doğru planlama yapmanız gerekir.

Bu eşiği atladığımızda kuracağımız sosyal devletlerden bize atıl duran arazileri tahsis etmesini talep edebiliriz belki. Bu virüs bizden sadece evde oturmamızı talep ediyor ama iklim krizi konusunda bir şey yapmazsak muhtemelen evimizden barkımızdan olacak, aç susuz kalacak, yaşamın mümkün olduğu son toprak parçaları için milyarlarca insanla rekabet etmek zorunda kalacağız. İklim krizini tersine çevirecek adımları atmamız da virüsün durduracağı ekonomilerden sağ çıkmamız da tüketimi kesmemize ve kendi kendimize yetmemize bağlı. Bence yapabiliriz, sizce?