Burada mevsim yok, iklim klima ile ayarlanıyor

Beyaz yakalılar, plazalarda çalışanlar emek cephesinden sayılabilirler mi? Örgütlü bir mücadele içinde olmadıkları için “işçi” olarak tanımlanmıyorlar. Ancak bu onların güllük gülistanlık çalışma ortamına sahip olduklarını göstermiyor. Kadın çalışan “Burada mevsimler yok” diyor. Yazılımcı Ahmet Gire ise yoga kursları gibi aktivitelerin beyaz yakalılar tarafından daha çok yapılmasının bir nedenini ofisteki yalnızlığın giderilmesiyle açıklıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Marx’ın öngörüsü mavi yakalıların artacağıydı. Öngörü tutmadı. Yeni işçi sınıf olarak nitelendirilen beyaz yakalılar adeta bir hayalet ordusu gibi artıyor.

Beyaz yakalılar, plazalarda çalışanlar emek cephesinden sayılabilirler mi? Örgütlü bir mücadele içinde olmadıkları için “işçi” olarak tanımlanmıyorlar. Ancak bu onların güllük gülistanlık çalışma ortamına sahip olduklarını göstermiyor. Aksine, yaptırımı olan örgütlenmeleri olmadığı için yaşadıkları sorunlar da sisli bölgede kalıyor.

Misal, Plaza Eylem Platformu şu soruları soruyor: “Sigortamız maaşımız üzerinden mi yatırılıyor? Maaşın çoğunun gittiği kira derdimiz yok mu? Fazla mesailerimiz ödeniyor mu? İşe ulaşmak için iş saatinden sayılmayan trafikte zaman geçirmiyor muyuz? Önümüzdeki sene bu zamanlar hala bir işimiz olacağından emin miyiz? Performans kılıcı tepemizde sallanmıyor mu? Yaşımız geçtikçe değerimiz kayıp olmuyor mu?” (https://plazaeylem.org/pep-hakkinda/ )

Yazılımcı, sigortacı, bankacı (…) çalıştığı plazada neler yaşıyor? Çalıştıkları ortamın fiziki koşulları nasıl? Meslek hastalıkları oluyor mu?

'Karşınızdaki plaza yüzünden gökyüzünü görmek için yukarı bakmak zorunda kalabilirsiniz'

‘ŞÖYLE CAMLARI AÇAYIM DİYE BİR ŞEY YOK’

Konuştuğum kişi Maslak’ta bir plazada çalışıyor. Plazanın adı çalıştığı şirketin de adı. Bu yüzden adını vermek istemiyor. “Dışarıyla irtibatımız yok” diyor ve şöyle anlatıyor:

“Sigara içmek için terasa çıkıyoruz. Yapay bir ruh hali var. Doğadan uzak. Fırtınalar kopuyor mesela… Sen “Aaaa çok yağmur yağıyor” diyorsun. Mevsimleri anlamıyorsun. Mesela, 12. kattan aşağı bakıyorsun. Aşağıda kaza oluyor. Bir şey ifade etmiyor. Çünkü doğadan ve gündelik yaşamın akışından kopuk oluyorsun.”

Kadın çalışan sürekli klima ortamında çalışmaktan da bahsediyor: “Ofisi havalandırayım, şöyle camları açayım gibi bir şey yok. Taze hava solumuyorsun. Yazın zaten hep soğuk. Bazıları çorap, hırka giyiyor.”

AĞAOĞLU’NUN BİNALARINI GÖRÜYORUZ

Aktarımlarını dinlediğim kişinin çalışma saatleri ise şöyle: 07:30- 12:00. 12:45’e kadar mola. 17:15 iş çıkış saati. Sadece 45 dakikalık yemek molası veriliyor. “Yemekhane binanın alt katında. Teneffüsse çıkmış hissi olmuyor. Robot gibi… Birlikte çalışıyorsun, birlikte yemeğe iniyorsun. Bütün gün çalıştığın insanlara yemekhanede aynı muhabbetleri ediyorsun.”

Eskiden manzarasında ormanlık alan varken şimdi Ağaoğlu’nun binalarının olduğunu söylüyor. “Bir kaç yıl içinde dibimizde bir kaç plaza daha yapıldığı için diğer plazanın duvarlarını görüyoruz. Gökyüzünü görebilmek için cama yaklaşıp kafamı yukarı kaldırmam gerekiyor. İleriye bakınca göremiyorum.”

‘İKLİM, KLİMA İLE AYARLANIYOR’

Plazada çalışan yine ismini vermek istemeyen çalışana, plazalardaki fiziki koşulları soruyorum. Çalışma ortamının pek de sağlıklı olmadığını söylüyor. Misal, güneşten yararlanılamadığını dile getiriyor: “Kışın sabah ofise girip, akşama kadar geçen süre zarfında bütün güneşli saatlerde ofiste oluyorsunuz.”

Sürekli klima ortamında çalışılmasının çalışanlar arasında huzursuzluk da yarattığını ekliyor: “Ofis suni bir şekilde havalandırılıyor ve tabi iklim klima ile ayarlanıyor. Herkesin biyolojisi farklı. Biri açmak istiyor, biri kapamak.”

‘BEYAZ YAKALILAR, TÜKETTİĞİYLE VAR OLUYOR’

Bir plaza kişiliği var mı? “Benim gözlemim var” diyor. Nasıl? “Mesela arkadaşınızın iş yapmadığı zamanlarda bilgisayarında şöyle bir göz attığınızda alışveriş sitelerinde bir ürüne baktığını görürsünüz. Böyle bir alışkanlık var.” Sebebi ne olabilir diye sorduğumda ise şöyle yanıtlıyor:

“Çok klişe bir laf ama gerçekliği de var. Beyaz yakalılar tükettiğiyle var oluyor. Etrafına örülü şeyler tüketim odaklı. Yurt dışı tatil, araba gibi… Bu şey demek değil. Beyaz yakalılar, mavi yakalıdan daha çok kazanıyor. Bir çok iş kolundan çok daha kazanmıyor. Tüketerek, borçlanarak kendini var etmesi gerekiyor.”

‘HAFTA SONLARI HIZLI HIZLI GEZİLMESİ DE PERFORMANS’

Çalışan bunun nedenini yalnızlıkla açıklıyor. “Yoga kursları olsun, benzer aktivitelerin beyaz yakalılar tarafından doldurulmasını bir nedeni de ofisteki yalnızlığın giderilmesi. İşçiler toplu sözleşme yaparlar. Beyaz yakalılar ise yüz yüze, performans vaadine dayalı görüşme yaparlar. Bu da iş arkadaşınla arana giriyor. Sosyalleşmek için başka alan bulma ihtiyacı hissediliyor.”

Paylaşımlarını dinlediğim kişi hafta sonuna bir sürü aktivite sıkıştırılmasından da bahsediyor ve sosyal medya hesaplarından performans harcamanın devam edildiğine dikkat çekiyor: “Kahvaltıya git, yoga dersine git, akşam iç, eğlen, bir şeyler yap. Sosyal medyanın da bunda etkisi var. Ordan sunuyorsunuz kendinizi. Sunmak için de data, fotoğraf, hikâye lazım. Hızlı hızlı gezilmesi de performans.”

Plaza çalışanları özelinde “meslek hastalığı” tanımlaması kullanılmıyor. Onun yerine “çalışmadan kaynaklı sağlık yitimi” deniliyor: “Bir mesleğe bir hastalık meç etmiyor. Bu aralar işler yoğun diye ameliyat olmayan bir arkadaşımız var örneğin.”

'Camı açıp hava alamıyorsunuz'

‘YAPTIRIMI OLAN ÖRGÜTLENMEYE SAHİP DEĞİLİZ’

Bir araştırma şirketinde çalışan İpek Öksüz, öngörülemeyen mesailer olduğundan bahsediyor: “Çocuğum var. Anneyim aynı zamanda. Eve gidiyorum. Çocuğu uyuttuktan sonra açıyorum bilgisayarı. O yüzden gece iyice uzuyor. Sonra yine kalkıp işe geliyorum.”

Yaptırımı olan örgütlenme, sendikalaşma olmadığına dikkat çekiyor Öksüz: “Sendika yok. İnsanlar rakip olarak görüyorlar birbirlerini. Bu yüzden, siz yapmazsanız, başkası yapacak o işi ve terfiyi o alacak gibi bir yaklaşıma itiliyorsunuz.”

Öksüz, bekar, erkek, çocuksuz herhangi sorumluluğu olmayan çalışanların gece gündüz çalıştığını, yeni şeyler öğrendiğini söylüyor ve “Bu çok kritik” diyor. Niye? “ ‘Herkes işini yapıyor ama sen üzerine ne koyuyorsun’ gibi bir soruyla da karşılaşıyoruz. Bu psikolojik baskı tabiki.”

Bilgisayar kullanırken, eli hep aynı biçimde kullanmaktan kaynaklı “karpal tünel sendromu”(el bileğinde sinir sıkışması) olduğundan bahsediyor Öksüz: “Boyun fıtığı, bel fıtığı beyaz yakalı çalışanların en bilinen hastalıkları.”

Öksüz’e son olarak, imaj baskısını soruyorum. Şöyle yanıtlıyor:

“Aaa eteğin, gömleğin ne güzelmiş, nerden aldın falan muhabbetleri yapılıyor. Günün sonunda insanların üzerinde baskı da uyandıran bir şey. Nerden aldın? Ucuz bir marka söyleyemezsin. Ben o toplara hiç girmedim ama böyle bir baskı var.”