Harputlu bir Ermeni’nin Atatürk'e mektubu ortaya çıktı

Agos gazetesinin 26 Şubat tarihli sayısında 83 yıldır devlet arşivinde bulunan ve Hüsnü Gürbey ile Mahsuni Gül'ün ulaştığı bir mektup yayınlandı. 1937 sonlarında, B.G. Karapetyan isimli bir Harputlu Ermeni'nin yazdığı mektup Atatürk’e gönderilmiş. Karapetyan mektubunda 1909'dan 1915'e Ermeniler'in başına gelenlere dair gelişmeleri sıralıyor, bunların analizini yapıyor ve Türkiye için tüm halkların özgürlük taleplerine yanıt verecek yeni bir yapı öneriyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Agos gazetesinde yayınlanan ve 1937-38 yıllarında yazıldığı belirtilen B.G. Karapetyan'a imzalı mektup Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulundu. “CA: 01019578/648214” kayıt numaralı mektubu yazan kişinin ön adı henüz belirlenemedi. Verilen ABD örneği nedeniyle o tarihlerde ABD’de yaşayan bir Harputlu Ermeni olan Karapetyan'ın isminin 'Bedros' olabileceğinden hareketle 'Bedros Garabetyan' adıyla yapılan araştırmada ise 1897’de Harput’ta kurulan bir kolejde bu isimde bir öğretmene rastladı. Ancak bu öğretmenin mektubu yazan kişi olup olmadığı belli değil.

Mektupta; “Gayrı-Türk unsurlara karşı halen saltanat istibdadı günlerindeki istisgâr (küçük görme) ve istihkar (aşağılama) sistemi tatbik olunuyor” dendikten  sonra,  “Saltanat devrinde gayrı-Türkler memleket dâhilinde hiç olmazsa dini ve kısmen de kültürel sahalarda serbestiye nail oluyorlardı. Hâlbuki müterakki ve ileri fikirli sizlerin gününde memleketin gayrı Türk evlatları bu iptidai haklardan da mahrum edilmektedirler” denilerek, ilerici olduğu ileri sürülen Cumhuriyet yönetiminin, aslında Osmanlı yönetiminin de gerisine düştüğü açıkça öne sürülüyor.

Yazar bir kıyaslama da yapıyor ve sözü 1915’e getiriyor. “Avrupalılar işgal ettikleri eski Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan halklara baskı yapmak yerine, onların demokratik haklarına saygı göstererek, birbirleriyle kaynaşma yolunu seçtiler. Oysa sizler daha, dün, Ermenileri katliam ettiniz, kalanlarını da dünyanın dört tarafına dağıtarak himayesiz, serseri ve vatansız bir hale soktunuz. Memleket içerisinde kalanları da şahsi ve milli haklarından mahrum ederek esire çevirdiniz.” 

Hüsnü Gürbey ile Mahsuni Gül'ün ulaştığı mektuptan bir bölüm şöyle:

Muhterem Mustafa Kemal Paşa:

Fikirlerimi Türkçe olarak beyan edemediğime müteessirim. Ancak bunları, size gereği gibi tercüme edebilecek iyi Türkçe bilen bir Emeninin kolaylıkla bulunacağından emin olarak mecburen Ermenice yazıyorum. Yurdumuz üzerinden geçen zulüm ve felaket günleri geçeli yirmi sene olduğu halde dâhili ve harici politikamızdaki terakki bakımından henüz mahsus ve ümit verici bir değişiklik göremedim.

Gayrı-Türk unsurlara karşı halen saltanat istibdadı günlerindeki istisgâr ve istihkar sistemi tatbik olunuyor.
Saltanat devrinde gayrı-Türkler memleket dâhilinde hiç olmazsa dini ve kısmen de kültürel sahalarda serbestiye nail oluyorlardı. Hâlbuki müterakki ve ileri fikirli sizlerin gününde memleketin gayrı-Türk evlatları bu iptidai haklardan da mahrum edilmektedirler.

Din, bir milletin ruhundan hiçbir zecri vasıta ile koparılamayan ruhu teselli ve nezahetin yegâne amilidir ve onu zecri hiçbir tedbir ve vasıta, bir milletin kalbinden söküp atamaz. Din, hakiki manasile bir milletin veya halkın manevi ve ahlaki miyarını (ölçüt) gösteren tek vasıta, vicdani duyguların yükselişini ve mukaddesatı temin eden yegâne amildir ve eğer riyakâr din adamlarının taassup ve istismarlarından masuniyeti temin edilirse (korunursa) beşeriyetin önünde doğru ve insanları birbirlerile samimi münasebete ulaştıran hakiki ve mutlak bir terakki yolu açılmış olur.

Hakiki bir din iman ve telakkisi mevcut olmaması ahlaksızlık ve riyakârlıktan başka bir netice veremez.
İnsan namı verilen mahlûka, milletleri her sahada birbirlerile mütekabil münasebata sevk ve terakki yoluna imale eden mevzuata riayet mecburiyetini tahmil eden vicdan duygusudur, vicdan duygusunun ehemmiyetini ve rolünü kavrayan ve onun lüzumuna kani olan ferdlerden teşekkül edecek bir millet veya bir devlet, kemiyet itibarile ne kadar küçük olursa olsun onu dâhilden ve hariçten kimse mağlup edemez. Kuvvet ve kudret, bir memleket dâhilinde doğan ve gelişen muhtelif milletlerin mütekabil münasebatının doğruluk ve samimiyet prensiplerine müstenit (istinat eden) idare tarzından husule gelir. Bu olmadıkça, her şey kendini beğenmek ve kendini aldatmaktır.

İstanbul'un zabtından ve muzaffer ordularının ricatından sonra, Türkiye’nin içine kemirici bir kurt girdi, haşmet ve nüfuzunu tamamen kaybetti. Türkiye’nin, büyük fedakârlıklarla elde ettiği birçok memleketleri kaybetmesine sebep, bu meziyetlerden mahrum kalmasıdır.

Maziden sarfınazar, günümüzde vukua gelen zayiatı ve bunların sebeplerini bir az tetkik edelim:
Bütün bu zayiat, hatta son harp esnasındakiler bile, hep Türkiye dirijanlarının (bürokratların/yöneticilerin) politika işlerindeki acemiliklerinin, vicdan ve ahlak sukutunun, ihtiras ve hotperestlik ve ecnebi düşmanlığı gibi geri düşüncelerin neticesidir. Sonu tekrar geriye dönmek olan bu halin, halen de yine aynı his ve şevk ile ileri götürülmesine çalışılıyor.

Bir dirijan, elindeki imtiyaz ve salahiyetlerle idaresi altındakilere müsavat temininde ihmal gösterirse, onlarla beraber kendisi de mutazarrır (zarar görmüş) olur. Bir devlet, ancak idare ettiği unsurları tefriksiz (ayrımsız) takip ve teşrik ettiği, kanun karşısında onları müsavi (eşit) tuttuğu ve onların içtimai haklarına hürmet ettiği, kendi şerefine onları da iştirak ettirdiği takdirde fedakârlıkla elde ettiği nüfuz ve şeref kökleşir, genişler, büyür, yükselir ve ebedileşir. Fark gözetmek cehalettir. Bütün eserleri, maksatları, ümitleri, tasavvurları ve istikbali bilgisizce yıkan bir amildir.
Viyana ricatinden sonra devleti sukuttan sukuta sevk eden sebep bizzat bu tefrik politikası olmuştur.

Ülkelere ve milletlere hâkim oldunuz fakat onları devlete bağlamak, bend etmek dirayet ve kiyasetinden mahrumdunuz. Gizli ve aleni surette yapılan zulümler, yağmalar, katliamlar, müsadereler ve haksızlıkların, bittabi şiddetli bir hoşnutsuzluğa, nefret, kin ve husumet ve nihayet isyan husule getirerek, hiç yoktan düşmanlıklara, imparatorluğun zaaf ve fakra düşmesine, budanmasına ve nihayet ölümüne sebep olacağı şüphesizdi.

1930'ların sonlarına doğru Mustafa Kemal Atatürk

 

Bu son harpte bile, birçok devletlerin bu bakir memleketi yutmak için iştihalarını biledikleri ve kat'i projeler hazırladıkları sırada, siz bilhassa Ermenilere karşı tarihte misli görülmemiş katliamlarla tehciri tertip ettiniz. Bunun sebebi ne idi? Çünkü biz, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğuna karşı sadık olmadıkları kanaatinde bulunuyordunuz. 

Bu suikasdi tertip eden devletlerarasında eğer birbirile kruvazıman (çelişen) yapan menfaatler zuhur etmese idi, bugünkü Türkiye de halen mevcut olmayacaktı. Fakat korkarım ki, o devletlerin birbirine zıd olan menfaatleri bir gün birbirine uygun bir şekilde sıralanacak ve Türkiye'de artık yeniden devlet hayatı yaşamak fırsatından mahrum kalacaktır. Devletlerin gösterdikleri bu imhal, kendi iştihalarının ve ilerlemiş menfaatlerinin tezat ve ihtilafı neticesinden başka bir şey değildir.

En serkeş ve isyankâr bir unsur olan Ermenileri tehcir ve katliam etmekle onların hakkını da kendilerile beraber ortadan kaldırdığınızı zannetmeyin. Avrupa devletleri bir gün tam bir anlaşma ile maksatlarını tahakkuk ettirmek için size yine birkaç Kürd veya Ermeniyi katliam etmek fırsatını vereceklerdi. Suriye, Irak ve Filistinin ziyaı henüz pek yenidir. Bu memleketler ve bunlar gibi daha birçokları Avrupa devletleri tarafından zabtedilmiştir. Avrupalılar ana vatanlarından çok uzak olan bu yerleri nasıl, hangi kuvvetle, hangi sistemle idare ediyorlar? Katliam ve yağma ile mi? Yoksa başka vasıtalarla mı? Bittabi ilk zamanlarda yeni hükümet ile tebaası arasında çarpışmalar oluyordu. Fakat zaman geçtikçe sarfolunan mesai neticesinde iki taraf da birbirine yakınlaşmak ve anlaşmak ve birbirlerini mütekabilen tetkik etmek suretile her iki taraf da karşısındakinin talep ve haklarını takdir ederek mütekabil menfaatlerin imtizacile (uyumlu hale gelmesi) birbirlerine bağlanmakta ve böylece yaşamakta ve terakkiyat sahasında ilerlemektedirler.

Fakat siz, halen bugüne kadar idareniz altında yaşayan muhtelif milletlerin mevcudiyet haklarını kavrayamadınız. Siz halen bugüne kadar da aranızdaki ve hariçteki Ermenileri keserek imha etmek için muhtelif vesileler ve fırsatlar aramakta, onların mallarını zabtetmekte ve mekteplerini ve dini müesseselerini kapatmakta ve hatta mezarlıklarına bile müdahale etmektesiniz.
Dün, Ermenileri katliam ettiniz, kalanlarını da dünyanın dört tarafına dağıtarak himayesiz, serseri ve vatansız bir hale soktunuz. Memleket içerisinde kalanları da şahsi ve milli haklarından mahrum ederek esire çevirdiniz. Onlar bu suretle memleketin umumi inkişaf ve terakkisinden istifade edemedikleri gibi bu terakki ve inkişafa hizmet vazifesinden de geri kalmaktadırlar.
Onları her türlü (………okunamadı) sevk eden sizin gururunuzun verdiği korkudur. Siz, zeki ve müdebbir önderler, Ermenilerin de kendilerini memleketin öz evladı sıfatile Türkiye’de Türkler kadar ve hatta daha bile fazla hak sahibi görmekte olduklarını düşünmeli ve takdir etmelisiniz.

Ermeni isyankarmış, Ermeni Hristiyanmış, ihtilal çıkarmış, hürriyet istemiş, Kürd başka tarikattan imiş, vahşi imiş, serkeş imiş, Türk Muhammed dininden imiş, Müslüman imiş, katliamcı imiş, şu imiş bu imiş, mademki hepsi bir vatanın evlatlarıdırlar ve hepsi de o vatana aynı sarsılmaz ve çözülmez bağlarla, aynı unutulmaz hatıralarla ve aynı hak ve salahiyetlerle bağlıdırlar... Şu halde bu hak ve salahiyetlerden ben niçün komşum olan Türk kadar istifade edemiyeyim? Bu farkı, bu ayrılığı kim ihdas etti? Şüphesiz hüküm süren cahilane zihniyet ve gayra husumet illeti değil mi? Eğer Ermeni’nin mevcudiyetini tehdit eden tehlike olmasaydı; onun da isyan ve ihtilale başvurmasına ve kendisini feda etmesine bir sebep yoktu.

Siz de ve biz de biliriz ki boyun eğilmesi esaretten daha ağır şartlar ve sebepler vardı. Ermeni, bir insan ve vatanın bir evladı sıfatile hissemize düşen müsavi hakkı istedi, Türk ise cahilane bir şekilde silahla, tehditle vurarak, keserek ve en gayrı insani tedbirleri bile esirgememek suretile mukabele etti. Eğer siz, hâkim Türk unsuru, vaziyeti kavramış olsaydınız, ne siz ecnebi amillere alet olurdunuz ve ne de biz ümitsizliğe düşerek başkalarının sözlerine inanıp kendimizi akıntıya kaptırırdık. Eğer siz bizim vaziyetimizi kavramış, kanunu samimiyetle tatbik ve adaleti seyanen tevzi etmiş ve bize diğer devletlerin kendi tebaalarına verdikleri hakları vermiş olsaydınız biz de onlar gibi ilerler, inkişaf eder ve medeniyetin zirvesine yükselirdik.

Amerika bu gün 49 Cumhuriyetten mürekkep ve 150 milyon nüfusu olup bu birleşik Cumhuriyetler dünya üzerindeki türlü türlü milletlere mensup anasırdan (unsurdan)mürekkep olduğuna göre adeta başlı başına bir dünyadır. Böyle olduğu halde bu birleşik cumhuriyetlerden müteşekkil ve henüz 150 senelik bir mazisi olan Amerika bugün dünyanın en kuvvetli ve en müterakki bir memleketidir. Bu memleketin böyle dev adımlarile terakkisindeki amil nedir ? İstibdadın kırbacı mı? Süngü mü? Katliam mı? Şüphesiz bunlardan hiç biri değil. Bu amil, birleşik hükümetleri birbirlerine sarsılmaz bağlarla bağlayan anayasadır. Anayasa Amerika'da yalnız vatandaşlara değil, vatandaş olmayanlara  bile misli görülmemiş imtiyazlardan istifade, terakki ve para kazanmak hak ve imkanları bahşetmiş ve bu suretle her fedakarlığa katlanan, emsalsiz metin bir millet yaratmıştır.

Niçün aynı serbesti başka memleketlerde hüküm sürmesin? Çünkü onlar kendi tebaaları olan halktan, Amerikanın kendi halkına kayıtsız ve şartsız olarak bahşettiği hakları esirgemektedirler. Türkiye de, tam ve kamil hürriyetin, istiklalin, terakki ve inkişafın yegane şartı, idaresi altında yaşayan muhtelif millet ve unsurların her sahada haklarının tanınmasından ibaret bulunduğunu bilmelidir.

Herhangi bir devlet sevki ihtirasla bu memleketin (ABD’yi kasdediliyor) hürriyetini ihlale kalkışmak cesaretini gösterecek olsa, emin olunuz ki bütün halk şimdiye kadar altına topladığı ekseriyet ve akalliyet unsurlarına ve memlekette yaşayan bütün milletlere karşı hiç bir fark gözetmemiş olan Amerikan bayrağını tek bir fert gibi ve hayatı bahasına müdafaa edecektir. Çünkü o, hepsini öz evlad olarak kabul etmiştir ve onlar da bilmukabele onu.

MEKTUBUN TAMAMI