Gazetecinin gözaltı notları

Van'da gazetecilik yapan Oktay Candemir, sosyal medya paylaşımları nedeniyle gece yarısı evinden özel harekat polisleri tarafından gözaltına alındı. O andan itibaren yaşadıklarını Gazete Duvar için yazdı.

Google Haberlere Abone ol

Oktay Candemir

DUVAR - Sabahın 5’inde koçbaşı kapıya vurduğu anda hızla aşağıya indim. Daha önceden böylesi bir ev baskınında neler yapacağıma dair kafamda hep bir şeyleri tasarladığım için hazırlıklıydım. Onlar, kapıyı kırmaya çalışırken; hızlı davrandım ve kapıyı hemen açtım. Kapıyı açar açmaz “Yat, yat, yat, yat” bağırışları karşısında “Tamam, sosyal medya operasyonu, sakin olun” diyerek tempoyu düşürme çabama rağmen içlerinde belli ki baskın yaptığı her evde birilerine dayak atmayı alışkanlık haline getirmiş kar maskeli özel hareketçi polis, “Bu bayağı bir profesyonel, sosyal medya operasyonu olduğunu da biliyor” diyerek saçlarımdan çektiği gibi beni yere uzattı ve ayaklarıma basarak arama yapmaya başladı…

O esnada aklım yaşlı annem ve babamda olduğu için kendimden çok onlara zarar gelmemesi için mümkün mertebe sakin durmaya çalışsam da polis memurlarının durmaya niyeti yoktu. Bağırışlar, çağırışlar!!! Oturduğum binadaki tüm komşular ve alt katta kalan yakın akrabalarım eve doğru koşmaya başladılar. Benim bulunduğum yere doğru hareket eden herkesi silahın namlusuyla iterek olay yerinden uzaklaştırdılar. Beni yukarı çıkardılar, sandalyeye oturttuktan sonra arama yapmaya başladılar. Özel hareket polisleri karşımda durmuş, gözleri gözlerime sabitlenmişti. Benim sakinliğim belli ki onları rahatsız ediyor, her an farklı bir reaksiyon gösterebilme ihtimalini göz önünde bulundurarak gözlerini benden ayırmıyorlardı. Kitaplığımda 5 tane kitabı sevinçle bulduktan sonra yere bırakarak fotoğraflarını çektiler. Amed Dicle’nin “Oslo Görüşmeleri” ve “Qijika Reş” dergisi ‘sakıncalı’ bulunarak bir poşete konuldu. Qijika Reş dergisinin yasaklı olup olmadığına dair kendi aralarında tartışma yürüten polislerden biri “Kapak fotoğrafı sıkıntılı” diyerek son noktayı koydu.

.

Gerekli imzalar atıldıktan sonra, “Asansörle mi, merdivenden mi götürelim” tartışmasının sonucunda asansörle aşağı indirilmeme karar verildi. Asansörde aynadan kendime sanki son defa bakıyormuşum gibi hissettim. Dışarı çıktığımızda beni bekleyen onlarca zırhlı araç gördüm. Normal şartlarda bir telefon açsalar gidip ifade vereceğim Van Emniyet Müdürlüğü bu defa ayağıma kadar gelmişti. Dışarıda selam verdiğim bizim bina görevlisi o esnada beni tanımazdan gelince olayın ciddiyetini kavramaya başladım.

Yanımda bir polisle akrep denilen zırhlı araçlardan birine bindirildim. 2011 yılında alındığım KCK operasyonunda özel araçla götürüldüğüm için böylesi içi temiz olmayan, garip garip sesler çıkaran bir zırhlı araçla götürülmem beni rahatsız etti (!)

Ve genç polis, ilk sorusunu sordu… Sorgu araçta başlamıştı!

“Oktay, ayda ne kadar para kazanıyorsun?” diye sordu. 2 bin TL” diye cevap verince, “Bize hikaye anlatma, 2 bin TL’ye geçim mi olur, belli ki fahri gazetecilik yapıyorsun” diye çıkıştı. İçimden “Buna 10 milyar maaş bile yetmiyor” diye düşündüm.

Devamında en kritik soruyu sordu :

“Oktay bugün ayın kaçı?”

“Bugün 5 Nisan.”

“Dün ayın kaçıydı?”

“4 Nisan’dı.”

“4 Nisan sana neyi hatırlatıyor?”

Hiç sekmeden “Abdullah Öcalan’ın doğum günü” deyince, “Haaa” dedi, kaşlarını çatarak. Bunu söylememden sanki kendince bir sonuç çıkarmış gibi memnuniyet duydu ve devam etti : “Tarih kelimesinin Kürtçesi nedir?” şeklindeki sorusuna “Dirok” deyince “Kürtçe de yok la öyle bir şey” diyerek birden başıma dilbilimci kesildi. Ben de “var” diye ısrar edince “İşte seni bu yüzden alıyoruz” gibi çok açıklayıcı (!) bir cevap verdi.

.

“Kürtçe bildiğim için mi alıyorsunuz?” diye ben sordum bu sefer. “Hayır” dedi ve ters kelepçe yapma girişimini aracı kullanan 50’li yaşlarındaki polis engelledi.

Hastaneden sonra nezaretteydim. Battaniye odasından tam 12 battaniye aldım. 1990’lar ve 2011 KCK operasyonundan deneyimli bir gözaltı müdavimiydim. Nezarette betonun üzerinde yatarsın ve günlerce çay ya da sigara içme şansın olmayacaktır. Yemek olarak da ekmek arasına doldurulmuş pişmemiş tavuklarla beslenme cabası... İlk gün dışında pek yiyemezsin getirdikleri garip dürümlerden.

İlk günüm avukat ziyaretleri ve polisin “Telefon şifreni ver” baskısıyla geçti. Telefonda bir suç unsuru olmamasına rağmen ilkesel olarak şifremi vermeyi doğru bulmadım. “Telefonunu bir daha alamazsın” tehditlerine ise, “Sorun değil, yenisini alırız” diyerek yanıt verince gözaltı süremi bir gün daha uzattılar.

3 gün boyunca her akşam devlet hastanesine götürüldüm ve polisten darp edilmediğime dair raporlar aldım. Bu geliş gidişler sırasında genç polisler ile orta yaş polisler arasındaki çekişmeye şahit oldum. Polislerin düşünsel olarak kendi aralarında bölündüğünü gördüm. 50 yaşına yaklaşmış polisler belli ki genç polisler üzerinde muhafazakâr bir baskı kurmaya çalışıyor, genç polisler ise buna direniyordu. Hatta bir tanesi “Ben içerim lan, onlara ne” deyince; "Bunların da yaşam tarzına ilişkin çelişkileri yoğunlaşmış" diye düşündüm.

Sosyal hayatta yaşadığımız malum laik-dindar çelişkisi burada da yoğun olarak devam ediyordu.

Nezarette kaldığım 3 kişi ile birlikte yat, kalk, volta at… Günün yüzde 70’i uyku ile, yüzde 30’u volta ile geçiyordu. 12 tane battaniyeye rağmen uyku sırasında vücudumun uyuştuğunu hissediyordum.

Salı günü Adliyeye sevk edilmeyi beklerken, aniden “Oktay hazırlan, ifadeni alıp gönderiyoruz” diye tok bir ses duydum. O esnada sevinç ve endişe arasında bir duygu oluşuyor. Çünkü, dosyanda henüz nelerin olduğunu bilmediğin için gözaltında sürekli neyle suçlayacaklarına dair ihtimalleri kafanda yaşayıp duruyorsun.

Emniyette ifademi aldılar… Murat Karayılan'ı tanıyıp tanımadığımı, PKK ile ilgili ne düşündüğüm şeklinde sorulara, “Bu soruların muhatabı değilim” dedikten sonra dosyanın içeriğine girdik. Neredeyse yaptığım tüm haberlerden kalın kaplı bir dosya yapılmıştı. Bütün haberlerimi tek tek sordular ve söz konusu tüm haberlerin bana ait olduğunu söyledim. Makalelerimde neden Süleyman Soylu’yu, Necdet Takva’yı eleştirdiğimi, Silopi’deki işkence iddialarına ilişkin neden haber yaptığımı, “Parti kapatmak çözüm değil, HDP kapatılırsa oyu artar” şeklindeki yazımı sordular ve bunların hepsi için 'suç' diyerek fezleke hazırlamışlardı.

Sonra tabi klasik, “Gizli tanık ya da açık tanık” ifadesi… İfademi alan polis memuru buraya, “İşte geldik asıl mevzuya” diyerek söz konusu tanığın ifadesini okudu. Açık tanığa göre ben örgüte eleman kazandırıyormuşum. 'Sesli Wan' diye bir gazete çıkararak örgüt propagandası yapıyormuşum ve ayrıca, 42 yaşında nasıl oluyorsam artık, HDP ve SGDF Gençlik temsilcisiymişim. Yani bir şeyler uydurmaya çalışmışlar dosyamı kabartmak için ama tutturamamışlar.

Yanıma 1 polis vererek beni önce hastaneye oradan da adliye binasına getirdiler. Adliyede beni bekleyen dostlarım ve ailemle ayaküstü merhabadan sonra savcıya gittim. Savcı, kafasını kaldırıp yüzüme bile bakmadan birkaç soru sordu… Avukatlarımızla bütün iddiaları çürütmemize rağmen genç savcı yüzüme bile bakmadan beni tutuklamaya sevk etti.

Nöbetçi mahkemede yaklaşık 2 saat süren bir duruşmadan sonra hakim ara bile vermeden adli kontrol ile serbest bırakılmama karar verdi.

Hakkımda 2 yılda 25’inci dosya açılmıştı artık. 2 yılda 2 gözaltı yaşadım ve 2 defa mahkemeye çıkarılıp serbest kaldım.

Bana yaşatılan tüm bu olumsuzlukların sebebi ise Van’da kayyım döneminde yaptığım gazetecilik. Neredeyse bütün gazetelerin kapatıldığı, gazetecilerin çalışamaz hale getirildiği bir dönemde gösterdiğim muhalefet, belli ki bayağı bir rahatsız etmiş. Ancak her ne şartta olursa olsun, özgür basın geleneğinden gelen bir gazeteci olarak gazetecilik yapmaktan vazgeçmeyeceğim.