Biz neyin lalesiyiz?

En alçaltıcı ve küçültücüsü ise, herhalde, başka ülkenin yöneticisine “lale” falan denebilmesi. Birçoğumuzun mezar taşına “başkaları adına utanarak yaşadı ve öldü” yazdırılabilir. Sen ne lalesisin? Evet, ne lalesiyiz sahiden?

Google Haberlere Abone ol

Portakalları sıkıp suyunu içmek, kendi kimlik kartında bulunması gereken kelimeleri yabancı ülke adının başına koyup hakaretler savurmak, temsilcilikler önünde, polisin sana bir şey yapmayacağını, aksine muhtemelen destek olacağını, en fazla, taşkınlığı ileri götürürsen “yapma birader” diyeceğini bilerek, bütün o rahatlık içerisinde, her an içeri dalıp küffarı telef, malını yağma edebilecekmiş pozlarıyla tafra yapmak filan kolay.

Kendi topraklarında, senin koruman, garantin altındaki konsolosluk binasının çatısında dalgalanan bayrağı indirip yerine kendi bayrağını çekmense, rezalet olmasının, “yapma birader” sınırının çook ötelere kaydırılmış olduğunu göstermesinin yanısıra, ciddî hastalık belirtisi. O kişi oraya nasıl girdi, polis nasıl izin verdi… bunları sormuyoruz haliyle. Fakat bu eylemin nasıl bir kafa yapısı, nasıl bir ruh haliyle, hangi maksatla yapıldığını, yapanın ne bakımdan tatmin hissettiğini falan ciddî olarak sorgulamak, yapılacak her siyasî tartışmadan daha önemli, hattâ daha hayatî, nâçizâne bendenize göre. Eylemi yapan ve orada Türk bayrağını görünce coşkuya kapılıp tekbir getirenler, binayı Hollanda ordusunun koruduğunu mu sanmaktalar? Haçlıları mı yendi şahıs? Nedir? (Aynı şekilde, Hollanda’nın yaptığına karşılık İncirlik’teki Almanların Polis Özel Harekât tarafından gözaltına alınmasını ve hepsinin kafasına çuval geçirilmesini savunan insanların da teşkilatlı tıbbî bakım ve tedavi altına alınması gerekmez mi?)

Tepkinin bindirilmiş kıta kısmını, bu sosyal-psikolojik, patolojik boyutlar dışında konu etmenin mânâsı yok. Öbür kısmı, yaşanan skandaldan bir millî mağduriyet hissi üretme ve bundan yararlanarak nicedir ayrı düşülmüş devlet ve iktidarla hiç değilse bir vesileyle yanyana gelme arzusudur ki, ilki mi daha alçaltıcı, bu mu daha küçültücü, tayin etmek zor. Bir de sırf AKP’yi dövüyor diye Hollanda’yı tutma hali var; onu da bu kendini aşağılama müzikalinde koroya katmak yanlış olmaz.

En alçaltıcı ve küçültücüsü ise, herhalde, başka ülkenin yöneticisine “lale” falan denebilmesi. Birçoğumuzun mezar taşına “başkaları adına utanarak yaşadı ve öldü” yazdırılabilir. Sen ne lalesisin? Evet, ne lalesiyiz sahiden?

Lale kime denir? Yurtdışı gezilerinde bizim cebimizden çıkan paralarla sefa süren ve utanmadan afra tafra yapan birine denebilir mi meselâ? Boşverin, bu lafı devamı bizi kötü yere götürür. Kimbilir neyin altına gideriz…

Böyle zamanlarda pek kimsenin yanaşmadığına yönelelim, çocuklarımız torunlarımız hiç değilse üç-beş insan, fırsatçı, ırkçı, millî yaygaraların dışında kalıp olan biteni anlamaya anlatmaya çabalıyormuş, toplumumuz o kadar da akıl fikir vicdan idrak izan yoksunu değilmiş, desin. Aslında bu yapay kriz ve yaygara dönemlerinde olaylara akılla mantıkla, hakkaniyetle yaklaşmaya çalışan nüfusumuz hiç de az değildir. Lâkin ne sesimiz yeterince çıkabiliyor ne de çıkması birilerine ulaşmasına yetiyor.

Olsun. Başka yolumuz yok.

İLK DEVRE

Olanları özetlemeyeceğim, bu yazıyı okuyacak kadar konuyla ilgili herkes zaten takip ediyor. Bazı sorular sıralayacağım.

-Ankara tam olarak ne istedi, Hollanda makamları tam olarak neye engel oldu?

-İstenen, Türkiye Cumhuriyeti devleti adına istenebilecek bir şey miydi yoksa iktidardaki parti adına siyasî çalışma imkânı mıydı?

-Dolayısıyla, Hollanda’nın tutumu TC devletine yönelik sayılır mı yoksa Türkiye’de yapılacak referandumda bir tarafı savunanların siyasî eyleminin engellenmesi mi sözkonusudur?

-Hollanda hükümeti, Türk dışişleri bakanının yapacağı toplantı için, ülkesinde yapılacak seçimlerin ertesindeki bir tarihi önerdi mi?

-Önerdiyse Ankara ne cevap verdi? “Hayır, ille bu hafta geleceğiz” mi dedi?

-Eğer böyle ise benzer durumda Ankara nasıl davranır?

-Hollanda hükümeti, Türk dışişleri bakanının toplantısı için yer konusunda görüşmeler yapıldığını ileri sürüyor. Görüşülen neydi?

-Eğer toplantının Türkiye’nin resmî temsilciliklerinden birine alınması görüşüldü ise, bu bizzat TC yasalarına göre yasak değil mi?

-Görüşme sürüyorken Türk dışişleri bakanının, “ben gelirim, sıkıyorsa önlesinler” anlamına gelen posta koyma eylemi yapmasının ardındaki güdü nedir?

-Ankara, üstelik devlet meselesi değil parti, hattâ tek adam liderliği meselesi olan bir konuda başka devlete posta koyarak sonuç alabileceğini gerçekten düşündü mü yoksa bu posta, kriz çıksın, büyüsün diye mi kondu?

-Benzer bir postayla karşılaşsa Türk hükümeti nasıl davranır?

İKİNCİ DEVRE

Gerisi, biliyorsunuz, TC dışişleri bakanının uçağına iniş izni verilmeyişiyle geldi. Mevlût Çavuşoğlu’nun çıkıp yerini Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya bıraktığı ikinci devreye geçelim.

-Rotterdam şehri yetkilileri (vali veya belediye başkanı), TC konsolosluğuna, başka siyasî-resmî ziyaretçi (bakan) bekleyip beklemediklerini sordu mu?

-Konsolosluk, aile bakanının Almanya’dan karayoluyla geleceğini bilmesine rağmen buna “beklemiyoruz” cevabı verdi mi? Yani yalan beyanda bulundu mu?

-Konsolosluk, bakan Kaya’nın gelişi önlenmesin diye güvenlik görevlilerini farklı araçlarla başka yönlere gönderdi mi? Yani ülkesinde görev yaptığı hükümetin güvenlik güçlerini kandırmak üzere plan yaptı ve uyguladı mı?

-Hollanda polisi bunu fark etti ve esas büyük skandal patlamadan önce bir de böyle kendi halinde ufak skandal yaşandı mı?

-Bakan kimliğiyle yapacağı ziyaret ve ziyaretin amacı bildirilmeden, Aile Bakanı Kaya’nın Hollanda topraklarında diplomatik kimlik ve dokunulmazlık sahibi sayılması mümkün mü?

-Hollanda polisi bakan ve konvoyunu ülkesine sokmamaya, Almanya’ya geri göndermeye çalıştığı sırada bakanın zırhlı aracına binip kapıları kilitlemesi vs., bir hükümet mensubunun yabancı ülke topraklarındaki davranışı olarak değerlendirildiğinde, hangi sınıfa girer? Eylem?

-Benzer durumda Ankara nasıl davranırdı?

-Bakanın “persona non grata”, yani “istenmeyen kişi” ilan edilmesi, resmî kimliğiyle yabancı ülke topraklarında eylem yapma girişiminden ötürü müdür yoksa Hollanda’nın keyfî uygulaması mı?

-Bir de, sokak gösterileri ve polis tepkisi vs. var. Orada olanlara dair soru sormak dahi komik olacak, bu yüzden sorunun şeklini, zeminini değiştirelim: Polisin “dağılın” dediği ama dağılmayan göstericiye Türkiye’de ne yapılıyor? Şunu da eklemeden olmaz: Hollanda’da ne yapılmış? (On altısı gözaltına alındı, on dördü bu yazı yazılırken bırakılmıştı.)

Tam bu bağlamda, oraya doğrudan doğruya krizi büyütmek için eylem yapmaya gitmiş bakanın düşünce ve ifade özgürlüğünden, demokrasiden, insan haklarından sözeden mesajlarını hatırlamamak ve hiçbir ilacın iyi edemeyeceği bulantılara kapılmamak mümkün mü? Bu yüzden, döndükten sonra söylediklerini tamamen duymazdan gelmeye çabalıyoruz.

Sona şu soruları ekleyeyim:

-Hollanda veya başka herhangi bir Avrupa devletinin taze AKP iktidarına yaklaşımı nasıldı?

-Türkiye’nin siyasî ortamı ve devlet-toplum ilişkisi demokrasi-çoğulculuk yönünde gelişecek gibi gözükürken bizzat Tayyip Erdoğan başta, AKP’li bakanların şunların bunların Avrupa ülkelerindeki itibarı ne âlemdeydi?

-Bunlara takılacak bir sürü kulp bulunacağının farkındayım. İyi. O halde şöyle soralım: Beş-altı yıl önce Hollanda veya herhangi bir başka Avrupa devleti, herhangi bir Türk bakana, uçağına iniş izni vermeme veya ‘istenmeyen kişi’ ilan edip sınırdışı etme gibi bir davranışı reva görebilir, buna cüret edebilir miydi?

-“Devlet olarak saygınlık” diye bir kavramı kimse biryerlerde duydu mu?

Ve son sorum, aynaya: Türklerin içinde bulunduğu herhangi bir anlaşmazlık, kavga, çatışma şu bu durumunda Türk tarafının hiçbir zaman herhangi bir kusuru kabahati olmuş mudur, var mıdır, olabilir mi, düşünülebilir mi, iddia edilebilir mi, değiştirilmesi teklif dahi edilebilir mi, falan..?