'Bir bebek daha ölürse bizim ayıbımız olur'

Suriye'deki iç savaştan kaçarak İzmir Torbalı'ya yerleşen mülteciler, çok zor koşullar altında yaşam savaşı veriyor. Beslenme yetersizliği nedeniyle geçen hafta hayatını kaybeden 3 aylık Nouf bebeğin amcası, 2 odalı evde 25 kişi barındıklarını söyleyip ekliyor: Bazı günler sadece su ve ekmek yiyoruz...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Suriye'deki iç savaştan dolayı Türkiye'ye sığınan mültecilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden bir tanesi İzmir'in Torbalı ilçesi. Geçen hafta 3 aylık mülteci Nouf bebeğin kötü yaşam koşulları nedeniyle hayatını kaybettiğinin iddia edilmesi, mültecilerin durumunu bir kez daha gündeme getirdi.

Yaklaşık 15 bin Suriyeli'nin İzmir'de yaşadığı tahmin ediliyor. İzmir'in Eğerci mahallesinde, Haseki, İdlib ve Deyrizor’dan göç etmiş mültecilerin çoğu kendi imkânlarıyla kurdukları çadırlarda ve metruk binalarda yaşıyor. Hayatını kaybeden Nouf bebeğin amcası Fehad El Alluş, 2 yıl önce Türkiye'ye geldiklerini söylüyor. Alluş, çoğu zaman kazandığımız paranın tümü kiraya gidiyor. Bazen sadece ekmek ve su tüketiyoruz diyor.

'YEĞENİMİN ÖLÜMÜYLE VARLIĞIMIZDAN HABERDAR OLDULAR'

El Alluş, Suriye'de savaştan önce sınıf öğretmenliğini yaptığını söylüyor. İzmir'e geldikten sonra iki odalı bir evde 25 kişi yaşamaya çalıştıklarını söyleyen Nouf bebeğin amcası, ''Yeğenim kucağımda öldü'' diyor. El Alluş, içinde yaşadıkları durumu ise şöyle anlatıyor: “Kimlik kartımız olmadığı için hastane bizi kabul etmedi. Şunu açıkça söylemek istiyorum, insani yardım kuruluşları bize ulaşmadan önce kendimizi bir hayvan gibi görüyordum. Halkın gözünde de hep böyleydik. Ne acıdır ki yeğenimin ölümüyle varlığımızdan haberdar oldular. Bu sayede insan sınıfına konulduk.”

bebekson El Alluş, çocukların vücutlarında yaralar oluştuğunu söylüyor...

'ÇOĞU ZAMAN YEMEK YEMİYORUZ'

Bazen sadece ekmek ve su tükettiklerini, çocukların her tarafından yaralar oluştuğunu söyleyen El Alluş, "Şu an kendimi yaşıyor hissetmiyorum. Savaştan kaçtık ama burada da hayattan koptuk'' diyor ve ekliyor: "Suriye’de durumumuz çok iyiydi. Evimiz, arabamız vardı. Uçaklar evimizi bombaladığında, her şeyimiz enkaz altında kaldı. Sadece çocuklarımızı kurtarabildik. Tek çare olarak da Türkiye’ye gelmeyi düşündük."

'YETER Kİ ÇOCUKLARIM OKULA GİDEBİLSİN...'

Torbalı'da yaşayan mültecilerin çoğu kendilerinden çok çocuklarını düşünüyor. Eğerci'de yaşayan bir başka mülteci aile Feaz İbrahim ve 10 kişilik ailesi... İbrahim'in 8 çocuğu var,  13 yaşındaki oğlunu Türkiye'ye getirememiş. "Savaş bizim oralara gelince, evimiz bombalandığında ve çocuklarımız ceset parçalarını gördüğünde kaçmak zorunda kaldık" diyen İbrahim şöyle devam ediyor: ''Suriye'de cemiyet başkanıydım. İşçilerin çalışacağı yerlere dağılımını yapıyordum. Şu an bir çadırda kardeşimin çocuklarıyla birlikte 21 kişi kalıyoruz. Savaştan önce çok rahat yaşıyorduk. Savaştan sonra ise sokaklarda sadece ölüm vardı. Çocuklarımız artık bunları görmeye başladı. Biz de Türkiye'ye geldik. Ama 13 yaşındaki oğlumun Türkiye'ye girişine izin vermediler. Oğlum orada kaldı. Çocuklarımın 3 yıldır okula gitmemesi bile savaşın bitmesini istemem için bir sebep. Sokakta yatsam da olur. Yeter ki çocuklarımıza kimlik çıksın, okula gidebilsinler. Yoksa çocuklarımız burada heba olacaklar.''

Feaz İbrahim, 21 kişilik ailesi ile birlikte çadırda yaşıyor Feaz İbrahim, 21 kişilik ailesi ile birlikte çadırda yaşıyor

'BİR BEBEK DAHA ÖLÜRSE BİZİM UTANCIMIZ OLUR'

İzmir'de bulunan Halkların Köprüsü Derneği, yaklaşık 3 yıldır Torbalı'da incelemelerde bulunan ve raporlar hazırlayan bir dernek. Derneğin Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Eğerci mahallesinde mültecilerin yaşadıkları bölgenin en kötü mülteci yerleşkesi olduğunu anlatıyor. Terzi, burada yaşayan mültecilerin çoğunda özellikle kadınlarda çaresizliğin hakim olduğunu belirtiyor: “Önce anlamadık, bir anne sırtına kadar gaita (dışkı) içinde olan bebeğini niye temizlemez diye, çünkü anne ne yapar eder temizler bebeğini. Bu tamamen çaresizlik, donakalmışlık. Kadınların hepsi Majör depresyon. Dayanışmak için elimizden geleni yapıyoruz. Devletin bütün kurumlarına çağrı yaptık. Ancak bu bürokratik işlemleri beklemeden  dernek olarak yapabileceklerimizi yapacağız. Burada yaşayanların neredeyse yarısı çocuk. Eğer bir an önce önlem alınmazsa hem bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkacak hem de yeni ölümler yaşanacak. Burada bir bebek daha ölürse bu bizim utancımız olur.”

Prof. Dr. Cem Terzi, bir bebek daha ölürse bu bizim ayıbımız olur diyor. Prof. Dr. Cem Terzi, 'bir bebek daha ölürse bu bizim ayıbımız olur' diyor.

'ÇOCUKLAR KOŞULLAR NE OLURSA OLSUN HEYECANLANIR'

Halkların Köprüsü Derneği'nden Psikiyatrist Neşe Direk, Eğerci mahallesinde incelemelerde bulunan diğer bir isim. Direk, mahallede yaşayan çocukların psikiyatrik açıdan tedavi gerektirecek düzeyde risk altında olduklarına dikkat çekiyor. Direk, mültecilerin yaşam alanlarına girdiklerinde çocukların genel olarak olan bitene ilgisiz olduklarını belirterek şöyle devam ediyor: “Mülteci çocuklarla iletişim kurduğumuzda koşullar ne olursa olsun heyecanlanır ve çocukça bir heyecanla bizlerle iletişime geçerler. Ancak bu bölgede yaşları 12 ve altında olan çocukların hemen tümünde bir enfeksiyon hastalığı, gelişme geriliği, beslenme bozuklukları gibi hastalıklar vardı. En dikkat çeken şey, çocukların genel olarak durgun, olan bitene ilgisiz, üzgün ve bazılarının kaygılı görünmeleri.”

haci-haber .

'BİRİ ÇOK ÖFKELİ, DİĞERİ YASINI TUTMAYA ÇALIŞIYOR..'

Mülteci kadınların genelinin tarlalarda çalıştığını söyleyen Direk, 2 kadının içerisinde bulunduğu koşulları da anlatıyor. Yaşları 17 ve 25 olan iki kadının çocuklara baktığını, bu kadınlardan birinin birkaç gün önce bebeğini kaybettiğini söyleyen Direk, burada da şu tespitlerde bulunuyor: “Her iki kadında da durumun ruhsal hastalıkların gelişimi için ciddi risk olduğunu biliyoruz. Biri böyle bir ortamda yasını tutmaya çalışıyor. Diğeri çok öfkeli. Ayaküstü yaptığımız görüşmede yerdeki çöpe, düzene, savaşa, etraftaki sineklere, onları yok sayanlara, dayıbaşına, çıplak ayağına öfkesini dile getirdi. Zannımca, bu bölgelerde kadınlar ve çocuklara yönelik destek sistemlerinin devreye sokulması ve kültürel özelliklerin incelenip yaşam koşullarının buna göre şekillendirilmesi, ruh sağlığı planlamasının en acil basamağı.”