YAZARLAR

Gündem dışı ama gündemden uzak olmayan sayıklamalar

Bahsi rap’le açtım, Ferdi Özbeğen üzerinden Moğollar’a geldim. Bu hafta böyle oldu çünkü iki gün önce çok özel bir insanı, çok yakınımdaki bir ismi kaybettim. On yılı aşkın bir süredir hayatımda olan Burcu Galiba, savaştığı mendebur hastalığa yenildi ve aramızdan ayrıldı. Haberi aldığım günden beri aklım karışık. Bu yazı, biraz da onun için böyle. Hani başta söyledim ya, planlarımız başka ama başımıza gelen bambaşka...

Geçtiğimiz hafta yazımı rap bahsiyle bitirmiş, son yılların yükselen müziği üzerine birkaç kelam edeceğimi söylemiştim ama söz bir türlü oraya gelmiyor. Önceki aylarda duvaR’da bu mevzu üzerine çok yazdım; yine de kurulacak cümle çok. Kısa Türkiye Tarihi başlıklı seriyi bu yüzden bu bahisle bitirme niyetindeyim ancak yaşanan kimi hadiseler, bunu engelliyor. Bunlar özel durumlar elbette, insanın işini etkilememeli ama neticede insanız, yazının başına oturduğumuzda aldığımız haberler, insanın aklına üşüşenler ve hatta hava değişimleri bile gidişin yönünü değiştirebiliyor. Hani o çok kullanılan klişe cümle vardır ya, “hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerden ibaret”, tam da öyle.

Açık söyleyeyim, rap, yakın dönemde ilgi duyduğum bir müzik türü. Bunu yazarken lise yıllarında deli gibi rap dinlediğimi saklamayacağım. Run DMC, Beastie Boys, LL Cool J, o dönem dinlediklerim arasındaydı. Bilhassa Run DMC’nin 1986 yılında yayımlanan “Raising Hell” ve Beastie Boys’un yine aynı yıl dinleyici karşısına çıkan “Licensed to Ill” albümlerini kasetçalarımdan çıkarmazdım. İlerleyen dönemde ikisinin de plaklarını ve CD’lerini aldım, özel baskıları ve çıkan 45’likleri topladım, koleksiyonumu bu iki albüm nezdinde genişlettim ama rap bahsinde çok ilerlemedim. Bu müziğin memlekete geç girişi, bunun ilk nedeni. Dümeni yabancı müzikten yerli işlere kırdığımda karşımda Mazhar Fuat Özkan vardı ve “Ali Desidero” ile “Anında Görüntü”yü henüz yapmamışlardı. “Ali Desidero”nun ortamları şenlendirdiği yıllarda Barış Manço’nun “Ayı”sı, Hümeyra”nın “Tutkulardan İntihar”ı, Sertab Erener’in “Sakin Ol”u gibi münferit çalışmalar ya da Vitamin ve onları taklit eden ya da devam ettiren kimi albümler memleket rap tarihindeki ilk popüler işler ama bunlar olurken, rap, alttan alta kendi hükümdarlığını kuruyor, büyük çıkışa hazırlanıyormuş. Böyle diyorum çünkü Ankara’da yaşarken Gemlik’te, Bursa’da, Kadıköy’de olanları duymuyor, gelişmelerden haberdar olmuyorduk. Kendi adıma bu böyle. Rap’i Vitamin’den ibaret sanmıyordum elbette ama memleketin büyük bölümü buna inanmıştı. Bugün ortalığı karıştıran bu tür, memlekete böyle girdi ama neyse ki orada kalmadı.

Sonrası sahiden uzun hikâye. Bunu anlatan kitabın ya da kitapların çoktan yazılmış olması gerekiyordu ama Türkiye’de işler böyle ilerlemiyor. Bir şey meşhur oluyor, onun üzerine gidiliyor, hızla tüketiliyor ama sonrasında dönüp buna bakmak kimsenin aklına gelmiyor. Buradan bambaşka bir meseleye atlayayım: Geçtiğimiz haftalarda Berkun Oya’nın ortalığı karıştıran dizisi “Bir Başkadır”da Ferdi Özbeğen şarkılarının kullanılması ve dizinin tanıtımının bununla yapılması, insanların bir dönem burun kıvırılan bu ismi yeniden keşfetmesine vesile oldu. Özbeğen’in 20. sanat yılını kutlarken Şan Tiyatrosu’nda verdiği konserden alınan görüntüler, hepimizi geçmişe götürdü -ki orada, hepimizin hoşlanacağı güzel şeyler bizi bekliyordu. Türkiye gerçeğini tartışırken bu görüntüler ve şarkılar üzerinden “masum” yıllarımızı konuşmaya, o yıllara dair izlerin peşinden koşmaya başladık. Bu kadarla da kalmadı, döneminde iki plak olarak basılan Şan Tiyatrosu konseri hızla yayına hazırlandı ve yeniden basılan plaklar, dizinin rüzgârı dinmeden ön siparişe açıldı. Muhtemelen çıktığı anda yok satacak ama sonrasında bir kere daha basılırsa kimse yüzüne bile bakmayacak. Hep böyle oluyor, örneği çok. Diziler ve filmler sayesinde topluca dinlemeye başladığımız bir kısım şarkılar ve şarkıcılara ilgi bir anda artıyor ama sonrasında bu ilgi başka yerlere yönelince yapılan hazırlıklar havada kalıyor.

Plak piyasasında da böyle bu. Çok zamandır pek çok eski albüm yeniden basılıyor ama bunların çoğu, özensiz baskılar. Dahası, içlerinde “Niye?” sorusunu sorduracak albümler var. Bunlara girersem laf dolanır başka mecralara girer ve yeni tartışmalar açılır, bu yüzden teğet geçerek sözü önümüzdeki günlerde basılacak bir albüme getireceğim: Moğollar’ın “Anatolian Sun” başlıklı ikili albümü… Bu albümde kimi eski şarkılar yeniden yorumlandı ama bunu diğer “best of”lardan ayıran önemli bir özellik var: Plak, “direct to disc” yöntemiyle yani olduğu gibi, üzerinde hiç oynamadan doğrudan kalıba kaydedildi. Daha basit açıklamak gerekirse, plağı dinlerken, Moğollar’ın çaldığı şarkıları “canlı” dinleyeceğiz. Sonrasında yeni bir mix yapılmayacak, nasıl kaydedilmişse kulağımıza öyle gelecek. Hatta varsa, hatalarıyla. Bir anlamda, onları, konser dinler gibi dinleyeceğiz. Bu, Moğollar’a yakışan bir şey elbette. Böylesi iddialı bir işe girişebilecek çok fazla topluluk yok. Geçtiğimiz ay, BaBa ZuLa’nın “Hayvan Gibi” başlıklı albümü bu yöntemle yayımlanmıştı, Moğollar albümü 11 Aralık’ta dinleyici karşısına çıkacak. Merak edenler, albümden yayımlanan ilk şarkı olan “Iklığ”ı dijital platformlarda bulabilir. Üstelik onda da geçmişin güzel yanlarını hatırlatacak bir durum var: İlk kaydı, TRT’nin unutulmaz dizisi Kaynanalar’ın jenerik ezgisi olarak kullanılmıştı.

Bahsi rap’le açtım, Ferdi Özbeğen üzerinden Moğollar’a geldim. Bu hafta böyle oldu çünkü iki gün önce çok özel bir insanı, çok yakınımdaki bir ismi kaybettim. On yılı aşkın bir süredir hayatımda olan Burcu Galiba, savaştığı mendebur hastalığa yenildi ve aramızdan ayrıldı. Haberi aldığım günden beri aklım karışık. Bu yazı, biraz da onun için böyle. Hani başta söyledim ya, planlarımız başka ama başımıza gelen bambaşka.

Kısa Türkiye Tarihi’ni bir ya da iki yazıyla sonlandıracakken, rap’ten rock bahsine geçip kendi yollarında yürürken sınırları aşan ve memleket dışında ilgi gören sanatçılara, topluluklara değinecekken düşünceler ve cümleler beni bambaşka yerlere götürdü. Bu hafta da böyle olsun. Önümüzdeki hafta tarih bahsini sonlandıracak, sonrasında birkaç zeyl yapacak, nihayetinde 2020 yılını bir müzikal değerlendirmeyle uğurlayacağım. En azından planlarım bunlar ama hayat bizi nereye savurur, bilmiyorum.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.