'Gözüüüm kalbime dokunuyor'

Ne Ana’lara maaş istiyoruz, ne de Dede’lere. Alevilere rağmen hazırlanacak olan tüm dayatmalara “Gözüüm kalbime dokunuyor” diyoruz. 

Google Haberlere Abone ol

Gülfer Akkaya

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin hemen öncesinde Kürt Alevi köyümüzden Sivas merkeze taşınmıştık. Sadece mekânsal olarak bir yerden başka bir yere taşınmamıştık, inanç ve etnisite açısından bambaşka bir dünyaya da taşınmıştık. İnsanlar başka bir dilde konuşuyor, başka bir dine inanıyorlardı. Şaşkınlık içindeydim, nereye geldik, bunlar kim diye soruyordum kendime?

Benden büyük iki kardeşim var okula giden, biri üçüncü, diğeri beşinci sınıfa kaydedilmişti. Beni birinci sınıfa kaydedecekler. Talebe olduk. Aman ne talebelik! Yaşadığımız her şey ayırımcılıkmış.

Ayırımcılıkmış diyorum çünkü darbe sonrası devrimciler, Aleviler katledilip, işkence tezgâhlarında sakat bırakılıp öldürülürken, yıllar sürecek insan avı sürerken bizlere okulda yaşatılanlara ayrımcılık demek bugün dahi lüks ve naif kaçıyor.

Bizlere yönelik farklı tavırların farkındaydık. Annem sık sık “Sakın Alevi olduğunuzu kimseye söylemeyin” diye tembihliyordu. Bu tembihlerle öğrendim Alevi olduğumuzu. Biz Aleviydik tamam da, bize hiç benzemeyen onlar neydi?

Onu da öğrenecektim hem okulda hem komşulardan.

Saadet abla adlı bir komşumuz vardı. Hepimiz bilirdik bizleri sevmediğini, Alevi oluşumuzdan rahatsızlık duyduğunu. Diğer Sünni komşularımız da Alevi olduğumuzu bilirdi, zaten mahalleye ışık hızıyla yayılır böyle şeyler. Kimi hiç ilişki kurmayıp dışlar, kimi olumlu ilişki kuruyor gibi yapar ama ilk fırsatta komşuluk “nezaketi” maskesiyle laf sokup aşağılayıcı göndermelerde bulunmaktan haz alır, kimi bizzat nefretini kusmak için sürekliliği olmayan, zamanlaması manidar kesik tarzda ilişkilenirdi.

Komşumuz Saadet abla son tarife uyanlardandı. Dini bayramlarda mutlaka bayramlaşmaya gelirdi. Böylece bizlere de bayram kutlatmış olduğunu sanırdı. Zengin biri olduğu için her yıl hacca giderdi. Dönüşte yine mutlaka bize uğrar, her defasında seccade verirdi. Bir de cenazemiz olduğunda gelirdi. Bizimkiler kahve ikram edince “Gözüüüm kalbime dokunuyor” der içmezdi. Konu kalbi değildi, Alevinin elinden bir şey yenmez diye içselleştirdiği nefretiydi.

O gittikten sonra taklidini yapar “Gözüüüm kalbime dokunuyor” der kahkahalarla gülerdik. Zamanla bu sözü yapmak istemediğimiz, kabul etmediğimiz her şey için kullanır olduk. Çarşıda, sokakta, evde, her yerde. Annemler aman komşular duymasın der bir yandan kıs kıs gülerlerdi.

YOL GÖSTERMEK YA DA YOL’DAN ÇIKARTMAK

Sevgili Berrin Sönmez 18 Ağustos tarihli Gazete Duvar yazısında Abdülkadir Selvi’nin 17 Ağustos tarihli yazısını eleştirmiş. Alevilerin eleştiri ve karşı çıkışlarının yok sayılarak cemevlerine ilişkin yapılmakta olan düzenlemelerden bahsediyor Selvi yazısında. Bahsedilen düzenlemeler şöyle:

“Cemevlerinin elektrik ve su giderlerinin devlet tarafından karşılanması.

Cemevlerinde görevli Alevi dedelerine maaş bağlanması.

Ayrıca cemevlerinin hizmetlerini yürüten bir görevliye maaş bağlanması.

Cemevlerine tapuda özel bir imar lejantı verilmesi.”

Alevilere azıcık kulak veren herkes bilir ki Alevilerin böyle talepleri yok. Aleviler eşit yurttaşlık haklarının önündeki engellerin kaldırılmasını, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesini, okullarda zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, madımak otelinin müze olmasını, el konulan Alevilik inancına ait dergâh ve mekânların geri verilmesini talep ediyor.

Sevgili Berrin Sönmez iktidarın Alevilerin taleplerine kulak tıkayıp yok sayarak mevcut talepler yerine kendi ürettiği suni “sorun ve çözümleri” Alevilere lütufmuş gibi sunmasını haklı olarak eleştiriyor. Ancak iktidarı eleştirirken onlara yaptığı öneri ile yazık ki kendisi de Alevilerin taleplerine aynı anlayış ile yaklaşıyor, onlar gibi davranmış oluyor.

Berrin Sönmez “Alevi inancında Dedelik gibi bir de Analık statüsü olduğuna göre acaba Dedelere maaş bağlanmasına yönelik hazırlıklar (doğruysa) Analar için de geçerli olacak mı?” diye soruyor iktidara. Şüphesiz bu önerinin kadınları güçlendireceğini düşünerek soruyor Sönmez, ancak yanılıyor.

Öncelikle belirtmem gerekir ki Alevi kadınların da, Ana’ların da, Alevilerin de böyle bir talebi yok. Alevi kadınların ne dediklerine ne istediklerine birazcık kulak veren herkes bu talebin onların “devletin alevisi olmayacağız” diyerek karşısında mücadele ettikleri konuların başında geldiğini bilir. Alevi kadınların ve Alevilerin gündeminde olmayan, üstelik ilkesel olarak tam da karşısında oldukları bir “çözüm”ü Alevi kadınlar ve Ana’lar adına gündeme getirmek, onlar adına ve üstelik onların istemediği çerçevede bir talep ileri sürmek en naif söylemle hakkaniyetsiz ve isabetsiz olmuş.

İkinci olarak, “Şimdilik diyaneti kaldıramıyoruz bari Ana’lara maaş bağlatalım” iyimserliğiyle hareket edildiğini varsaysak dahi, bunun yol ve yöntem olarak da yanlış olduğunu söylemeliyim. 800 yıldır İslami bir perspektif ve akılla yönetilen bu devlet Alevileri ya katlederek ya asimile ederek ya da inkâr ederek yok etmeye çalıştı. Şimdi gündeme getirilen ve Selvi’nin kaleme aldığı düzenlemeler 800 yıllık asimilasyon politikasının devamıdır, yeni hamlesidir. Bunun içine girerek, bu yoldan yürüyerek ne kadınlar, ne de Aleviler bir şey kazanamaz. Aksine her şeye rağmen korumayı başardıkları inançlarını ve bağımsızlıklarını yitirirler. O yüzden Aleviler devletin maaşlı kadrosu olmayı reddediyor ve bağımsızlıkta ısrar ediyorlar. Alevileri, Alevi kadınları güçlendirmek isteyenler buna saygı duymayı başarmalılar.

KADIN DAYANIŞMASI   

Ülkedeki kutuplaştırma politikalarına karşı son yıllarda oluşan kadın dayanışması, kadınların birlikte mücadelesi, birbirinin sorunlarına karşı yan yana durması, ortaklaşması ülkedeki tüm siyasi hareketlere ders verici nitelikte.

Ama kutuplaştırma politikalarından gördüğü zararlar gibi Aleviler yerine konuşmak, taleplerde bulunmak da aynı şekilde zararlar verir Aleviliğe ve Alevilere. Dedelere maaş istemek de Ana’lara maaş istemek de aynı yaklaşımın ürünü. Ve Aleviler kendileri adına konuşulmasına, karar verilmesine karşı mücadele ediyor esas olarak.

Alevilerin en önemli taleplerinden biri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) kaldırılması ve devletin inançlara müdahale kanallarının kapatılması. Aleviler aslolarak devletin ve iktidarların inançlı, inançsız, Alevi, Müslüman, Hristiyan, Yahudi yurttaşlardan toplanan vergileri inanç gruplarına vererek bunları kendisine bağımlı kılmasına karşı. Aleviler din ve inançların devlet etkisinden kurtulmasını savunuyor. Ne para, ne ikrar, ne post için devletin kabulüne ihtiyacı yok Alevilerin. Eşit yurttaşlık, inanç ve ibadet özgürlükleri, yani anayasal hakları kabul edilsin, bu kadar.

Alevilerin ve Alevi kadınların Ana’lara maaş verilmesi talebi de yok, gündemi de. Yukarda anlatmaya çalıştığım gibi buna özellikle karşı Alevi kadınlar. Erkeklerin iktidarına olduğu gibi devletin iktidarına da karşılar, inançlarına dışardan gelecek her türlü müdahaleye de. Aleviliği bugüne getiren güç devletten ve iktidardan bağımsız duruşudur. Hatta devletin şekillendirmelerine karşı duruşudur.

Bu yetki devletin elinde oldukça, kadınlardan ve halktan toplanan vergilerle iktidarlar kendilerine yakın duran inançları, cemaatleri, yandaş cemaat liderlerini destekleyeceklerdir. Oysa Aleviler, Alevi kadınlar inanç meselesinin inananla inandığı yol arasında bir mesele olarak kalmasını talep ediyor. Alevi kadınlar halktan toplanan vergilerin iktidarlar tarafından politik çıkarlarına uyan kesimlere dağıtılmasını değil, kadınlar için kullanılmasını istiyorlar. Bu vergilerin DİB’e ya da maaşlı Dedelere, Analara değil, bağımsız, eşitlikçi, bilimsel ve özgürlükçü laik eğitime bütçe yapılmasından yanalar.

Berrin Sönmez'in yazısı Alevi kadınların taleplerinden uzak, Alevi kadınlara rağmen kaleme alınmış bir yazı olmuş. İktidarın Alevilere rağmen ürettiği suni talep ve çözümleri meşrulaştıracak yöntemlerden uzak durmak hepimizi güçlendirecektir.

Ne Ana’lara maaş istiyoruz, ne de Dede’lere. Alevilere rağmen hazırlanacak olan tüm dayatmalara “Gözüüm kalbime dokunuyor” diyoruz.