Gezi davasında 'müebbet' istenen Kavala: Saçmalık

Gezi davasının bugün görülen duruşmasında karar çıkmadı. Savcı daha önce sunduğu mütalaayı tekrar ederek Osman Kavala için müebbet hapis cezası istedi. Dava 25 Nisan'a ertelendi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Gezi davasının karar duruşması başladı. Gezi Parkı eylemlerine ilişkin beraat kararının bozulmasının ardından Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 17 sanıklı davada karar çıkmadı. Dava, savunma yapamayan sanık avukatlarının savunma yapmaları için 25 Nisan Pazartesi gününe ertelendi.

SAVCI MÜTALAASINI TEKRAR ETTİ

Davada duruşma savcısı celse arasında mütalaasını açıklamış, mütalaada, Osman Kavala ve Ayşe Mücella Yapıcı'nın 'Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması talep edilirken, 6 sanığın ise 'Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etme' suçundan 15'er yıldan 20'şer yıla kadar hapisle cezalandırılması istenmişti. 

Mütalaada ayrıca, haklarında yakalama kararı bulunan ve 'olayların organizatörleri' oldukları öne sürülen sanıklar Ayşe Pınar Alabora, Henry Jack Barkey, Can Dündar, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Mehmet Ali Alabora, Yiğit Aksakoğlu ve İnanç Ekmekçi'nin dava dosyalarının ayrılarak, yakalama kararı infazlarının beklenmesi talep edilmişti. Duruşma savcısı daha önce verdiği mütalaasını tekrar etti.

Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekci ve sanık avukatları duruşma salonunda hazır bulunuyor. Osman Kavala ise duruşmaya cezaevinden SEGBİS ile bağlandı.

'İKİNCİ İDDİANAME BENİM TUTUKLU KALMAM İÇİN HAZIRLANMIŞTI'

Duruşmaya cezaevinden SEGBİS'le bağlanan Osman Kavala söz aldı: "Soyut gerekçelerle tutukluluğumun sürdürülmesi sebebiyle artık savunma yapmamaya karar vermiştim. Alınacak karara etki edeceğini düşünmesem de kamuoyuna saygı gereği açıklamalarda bulunacağım. Yargı süreci siyasi etki ile deformasyona uğramış, kamu yetkisinin kötüye kullanıldığı bir süreç yürütülmüştür

AİHM kararının ardından davanın hızla karara bağlanmasına karar verildi. Gerekçesiz birleştirilen dosyalar ayrıldı. İkinci iddianamenin kullanım süresi sona erdi. İkinci iddianame benim tutuklanmam için hazırlanmıştı. Bunu yapmak için de Gezi protestolarına katılan binlerce kişi itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Gezi protestoları kamuoyunun gözü önünde gerçekleştiğinden o dönem bu protestoların bir darbe girişimi olduğuna yönelik komplo teorisi tutmadı, hükümet de bu komployu benimsemedi. Yoksa Başbakan kendisini devirmek isteyenlerle görüşür müydü? Keza George Soros da 2015’de Türkiye’ye geldiğinde hükümet yetkilileri ile görüşmüştü

Henri Barkey'nin Adana'ya gittiği tarihte benim de Fransa'ya gitmiş olmam çok önemli bir bulgu olarak iddianamede yerini almış. Yani her türlü keyfi uygulama için kullanılacak bir suç ilan edilmiş. Avrupa Konseyinin dosyayı AİHM’ye göndermesinden sonra dava bir an evvel karara bağlanmak istendi. İkinci iddianamenin süresi doldu yani. İkinci iddianame sadece beni cezaevinde tutabilmek için hazırlanmıştı. Gezi protestolarının Soros ve dış güçlerce planlandığı, benim bunun organizasyonunu gerçekleştirdiğim kurgusunun daha sonra FETÖ üyesi olmakla suçlanmış bir savcı tarafından hazırlandığını biliyoruz.

Bir masa, bir sandalye, poğaça ve eczaneden alınmış maskeleri götürerek Gezi’nin finansmanını sağladığım iddiası akla uygun değildir. Gezi'nin dışarıdan yönetildiğine dair delil gösterilemedi. 80 ile yayılan protestoları yönlendirdiğim iddiası akla uygun değildir, sadece poğaça ve eczaneden alınmış maskelerle gittiğim Gezi’nin maddi ihtiyaçlarını karşıladığım iddiası saçmalıktır.

'GEZİ PARKI, ÜSTÜNDE BİRKAÇ AĞACIN BULUNDUĞU BOŞ BİR ARSA DEĞİLDİR'

Protestoculara akıl hocalığı yaptığım iddia ediliyor. 30 yıl sivil toplum kuruluşlarında çalışmış biri olarak görüşlerimi kamuoyuyla, siyasetçilerle paylaşırım. İddianamede de belirtildiği gibi hükümet yetkilileriyle de toplantılara katıldım. Suç eylemine destek vermemle ilgili bir delil ortaya konamamıştır. Taksim yayalaştırma projesine açık bir şekilde karşı çıktım, toplantılara kapatıldım. Evime yakınlığı nedeniyle eylemleri gördüm. Parka bir masa götürdüm. Fidan ekme eylemine bizzat katıldım. Hiçbir faaliyetimi gizli kapılar ardında gerçekleştirmedim. Gezi Parkı üstünde birkaç ağacın bulunduğu boş bir arsa değildir. Milyonlarca İstanbullunun yararlandığı, kamu için büyük öneme sahip bir alandır. Bu parkın tahribinin engellenmesi, yapılaştırmanın durdurması, parkın park olarak kalması kamu yararına olmuştur.

'SOROS'UN SANIKLAR ARASINDA OLMAMASI, YAZANLARIN İDDİALARA İNANMADIĞINI GÖSTERİYOR'

Gezi protestolarının George Soros tarafından düzenlendiği iddiası protestoya katılan vatandaşlarımızı itibarsızlaştırmaya yönelik bir iddiadır. Bu iddia, araştırma sonucu ulaşılmış herhangi bir delile değil, Soros’un Arap Baharı arkasındaki kişi olduğu algısına dayanmaktadır ve iddianamede de böyle yer almıştır. Türkiye’yi ziyaretinde vakfın çalışmalarını değerlendirdiği toplantılar dışında Soros ile hiçbir irtibatım yok. Benim dışımda hiçbir vakıf üyesiyle konuşmuş olmaması, Soros’un sanıklar arasında olmaması bu iddiaları yazanların da iddialara inanmadığını gösteriyor. 15 Temmuz darbe girişiminde bu kadar önemli rol oynadığına inanılan bir kişinin sorgulanmamış olması kanaatimce savcılık mesleğinin doğasına aykırı ciddi bir görev ihmalidir.

Şiddet içeren, suç sayılan bir eylem biçimi önermem, insanları, kuruluşları buna teşvik etmem söz konusu değildir. Zaten iddianamede de bu kanıtlanmamıştır. Herhangi bir örgüte bağım bulunamadığından beni kalkışmanın finansmanı yaptılar. Hayatımın 4,5 yılını cezaevinde geçirmiş olmam benim için telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Bana teselli sağlayacak yegâne şey yaşadıklarımın yargıdaki vahim sorunların daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunması ihtimalidir."

‘KALLAVİ BİR ÖZÜR İSTİYORUM’

Ali Hakan Altınay esasa karşı savunmasını yaptı. “Açık Toplum ve Anadolu Kültür hakkındaki iddialar İstanbul 30. ACM tarafından sorgulandı ve MASAK raporu, Gezi’ye finansman sağlandığına dair herhangi bir delil bulunmadığını yazdı” diyen Altınay, savunmasında şunları söyledi: “Ama iddia makamı bunlar yok sayıyor. İddia makamı bahsi geçen tapelerin İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce yeniden incelendiğini söylüyor. Oysa Yargıtay tapelerin delil olarak sayılamayacağına dair karar verdi. Telefonlarımı dinleten savcı ve yargıçlar FETÖ/PDY üyeliği soruşturması kapsamında yargılanıp tutuklandı ama ben yargılanıyorum. İçinde bulunduğumuz durum o kadar gerçek üstü ki. Esas hakkındaki mütalaada benim hakkımda TCK 39. maddedeki yardım suçundan ceza isteniyor. Bu maddedeki suçlamalara dair tek bir delil yok. Sadece beraatımı talep etmiyorum. Kallavi de bir özür istiyorum”

'NİYETİNİZİ VE KORKULARINIZI BİLİYOR, BU BEYHUDE ÇABALARINIZI REDDEDİYORUZ'

Altınay'ın ardından hakkında ağırlaştırılmış müebbet istenen Mücella Yapıcı esas hakkındaki savunmasını sunmak üzere söz aldı. “Niyetinizi ve korkularınızı biliyor, bu beyhude çabalarınızı reddediyoruz" diyen Yapıcı şöyle konuştu:

"Bu iddianame ve esas hakkında mütalaa akla, vicdana sığmıyor, adalet barındırmıyor, bilime dayanmıyor, insan olmanın gereklerine saygı duymuyor. Gezi direnişi bu ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi ve en kapsayıcı barışçıl kitlesel hareketidir. Birlikte konuşup karar vermenin, yaşamın her türlüsüne sahip çıkmanın duvar yazısı olmuştur. Ölümcül polis şiddetine karşı her şehirde yankılanan itirazın adıdır Gezi.

İddia makamı çaresizce ve defalarca iddia etse de içeriden veya dışarıdan bir şefi, reisi, talimat vereni, tepe örgütü, finansörü yoktur! Olamaz da. Bu iddia, tüm olayların akışına, mantığın sınırlarına ters. Hayali senaryolara dayanan suçlamalar, terör, darbe, dış güçlerin oyunu gibi asılsız ithamlar ve tarafsızlığı çoktan tartışmalı hale gelmiş yargısal zorlamalar Gezi Direnişi’nin tarihsel gerçekliğini değiştiremez. Zira bu iddianameler ve ithamlar bir zümrenin eseriyken, o gerçekliğin şahidi milyonlardır. Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürme çabası hiçbir delile, tanıklığa ya da başkaca bir somut gerçekliğe dayanmıyor. Sadece temelsiz bir yorumdan ibaret. Siz de biliyorsunuz çünkü dersini gördüğünüz hukukun kabul edebileceği tek bir delil, ispat bulamadınız, yaratamadınız da. Gezi Direnişi’nin demokratik hak ve ifade özgürlüğü çerçevesinde son derece meşru ve anayasal bir zeminde gerçekleştiği hakikatın ta kendisi.

Tüm bu gerçekliğe karşı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanunu’nun “Anayasal Düzene Karşı Suçlar” bölümünde yer alan TCK 312 inci maddesi uyarınca cezalandırılmamızı istiyor. İddia makamı bu suçlamaya ilişkin hukuksal bir dayanak, suça ilişkin bir delil bulunması ya da “illiyet bağı kurulması” gibi ceza yargılamasının asgari gerekliliklerden kendini muaf tutuyor. Mesela Osman Kavala ve ben haddimiz olmayarak bu Türkiye’nin koskocaman toplumsal eylemini aramızda kurduğumuz telefonlarla sağlamışız. İddia makamı, yurttaşların haklarından değil sadece yükümlülüklerinden söz edilmesini istiyor.

Etkinliklerimiz ve çağrılarımız bütünüyle yasal, meşru ve barışçıldır. Taksim Dayanışması tarafından alınan kararların hiçbiri kapalı kapılar ardında alınmadı, alınmaz da. Gezi süresince hiçbir şekilde fon kullanılmadı; hiçbirimizin kursağından beş kuruş fon geçmedi. Gezi Direnişi fon ile para ile açıklanamaz; Gezi süresince tüm ihtiyaçlar imece usulü karşılandı. Belki şimdilerde siz anlayamaz oldunuz ama rantı değil ekmeği bölüşmenin insana onur veren bir yanı vardır. Yemekten değil yedirmekten, sahip olmaktan değil paylaşmaktan mutlu olan bir kültür var bu topraklarda. İmece kelimesinin başka dillerde karşılığı yok."

'PARAM OLSA GAZ MASKESİ ALIR DAĞITIRDIM'

Yargılananlardan Mine Özerden'in esas hakkındaki savunması şöyle: “Bizi burada sanık olmaya maruz bırakan süreç doğal değil. Savcı Edip Şahiner'in mütalaasının beraat ettiğimiz iddianameden farkı var mı? Sonunda beraat ettiğimiz duruşmalarda açıkça tekrar tekrar ve teker teker çürüttüğümüz iddiaları özet olarak önümüze koyuyor mütalaa. Üstelik gizlisi saklısı olmayan, yasala aykırı olmayan olay ve olguları suç gibi gösteriyor. Gezi eylemleri, nedenselliği ve bizlerle hiç ilgisi olmayan şiddeti bizlerle ilişkilendirmeye çalışıyor. Birinci sınıf hukuk öğrencisi bile şaşkınlıkla izliyordur bunu. Benim Geziyi fonlamak için aracı olduğum iddia ediliyor. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Yeterli param olsa gerekli kapsamlı gaz maskesi alır herkese dağıtırdım.”

'BİR SİNEMACI OLARAK BU KADAR SONU ŞAŞIRTAN BİR METİN OKUMADIM'

Yargılananlardan Çiğdem Mater savunmasında şunları söyledi: “İnsanın sürekli kendini tekrarlamak zorunda bırakılması epey zor bir şey, ama içinde bulunduğumuz durum gereği buna mecburuz. Beraat ettiğimiz yargılamadan 2 yıl sonra neredeyse aynı mütalaayla karşılaştık. Daha önce defalarca belirttim, dosyaya belgeleriyle sunduk ama savcılık ya belgeleri görmedi ya da kendi doğrusuna inanmaya devam etti. Ben bir sinemacıyım. Bazı filmleri yapabilir, bazı filmlerse proje olarak kalır. Sinema pahalı bir sanattır, finansman bulamazsanız yapamazsınız.

Savcılık film çalışmamızın Gezi Parkı eylemlerinin başarıya ulaşmadığı gerekçesiyle yarım kaldığını iddia etmiş. İddianamesinde film çektiğimizi söylemiş, sonra bundan bahsetmiş, filmi bulamamıştı. Bana hiç sormadı ama sorsaydı ona bizim sinemayı başarılı hikayeleri değil tarihe tanık bırakmak için yaptığımızı söylerdim. Bu mütalaa ve iddianameler 2013teki protestoların toplumsal hafızadaki algısını değiştirmeyecektir, Gezi orada duruyor. Hukuk eğitim almadım ama bu tuhaf yargılama nedeniyle mecbur olmadığım birçok şeyi öğrenmek zorunda kaldım. Somut delil olmadan birinin suçlanamayacağı gibi. Bunun hukuk fakültesinin ilk yılında öğretildiğini sanıyordum.

Bir filmle hükümetleri zor durumda bırakmak mümkün değil ama iktidarlar kendilerini zor durumda bırakabiliyor. Savcılık mütalaasında Gezi protestolarını nasıl bir takvime oturttuğunu anlamadım. Suç oluştuğu tarihle suç olduğu eylemler arasında zamansal bir örtüşme yok. Garajistanbul'da bir toplantıya katıldığım iddia edilmiş. O toplantıya katılmadım, o tarihte İzmir’deydim. Biletlerimle kanıtları dosyaya sundum ama savcı galibe görmemiş. Ofisimi revire çevirdiğimi söylemiş. Orası bir ev. İddia makamı apartman sahanlığındaki suçlulara yardımcı olduğumu söylüyor. Bu suçlular kim? Fiziki takibi yapan polisler onları da biliyorlardır herhalde.

Dosyada önünüze konan tapeler Anayasa ile koruma altında olduğuna inandığım kişisel verilerim, karanlık bir dönemin bir kısmı tutuklu bir kısmı firari olan yetkilileri tarafından toplanmıştır. Kıymetlendirmeyi kabul etmiyorum. Katılmadığım bir toplantı üzerinden savcılık makamı niyet okuyor, bununla kalmayıp suç yöneltiyor. Bir ülkenin hukuk sistemi vatandaşına bunu yapamaz. Siz bana bunu, bize bunu yapamazsınız. Sizler hukuki ve ahlaki olarak bağlı olduğunuz ve savunmak zorunda olduğunuz Anayasaya aykırı davranamazsınız. Bir sinemacı olarak çok senaryo okudum ama bu kadar sonu şaşırtan bir metin okumadım."

'SIRF RECEP TAYYİP ERDOĞAN İSTEDİ DİYE BİZE CEZA VERECEKSİNİZ'

Yargılananlardan Can Atalay şöyle konuştu: "Sayın yargıç bu bir yargılama faaliyeti değildir. Sizi heyetinizdeki yargıçları tanımam şahsi bir hususum yoktur, ama ağır cezada yargılanan biri olarak bunu demek zorundayım bu politik bir faaliyettir. Bu bir yargılama faaliyeti değildir. Bu politik bir temaşa. Siz, Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda mahkum ettirmeye yemin ettiği bir prosedürü izliyorsunuz. Ceza Maddesi Kanunu'nun 1. maddesini ihlal ediyorsunuz. Duruşma sırasında mütalaa okunmadığı, iddianame bize ulaşmadığı halde önceki celse ‘size son kez süre veriyorum’ dediniz. Sırf Recep Tayyip Erdoğan istedi diye bize ceza vereceksiniz.

Bu dosyanın çok önemli belgeleri vardı. Savcı Nazmi Ardıç'ın raporunu aynen aldı ama Otpor iddiası çöktü. Savcı Edip Bey bu kadar mı güveniyor bu belgeye? Meşhur deliller vardı ne oldu onlar? Murat Papuç ne oldu? Bir anda tuz buz oldu, ne oldu Murat Papuç'un ifadeleri. El çabukluğuyla kayıp mı ettiniz? Sanığız ama azıcık saygı. Bana saygı duymuyorsanız mesleğinize saygı duyun. Edip Bey bana yanıt vermek zorunda değilsiniz ama kendinize yanıt verin. Türk Ceza Kanunu’nu muhterem ailenizin evinden getirmediniz. Bu kanuna uymak zorundasınız. Edip Bey dayandığı delilden neden vazgeçtiğini açıklamak zorunda. Esas hakkındaki mütalaa çok sayıda kişi ölmüştür diyor. Kaç kişi öldü? Edip Bey, rakam söyleyin. Edip bey “polis memuru öldü” diyor, nasıl öldüğünü neden yazmıyor. Polis AK Parti belediyeciliğinin çılgınlığına kurban gitti. Eğer bir gösterici buna neden olsaydı siz bunun üstünde tepinmez miydiniz?

Berkin Elvan ve Medeni Yıldırım ile ilgili iddialarınızdan dolayı sizi men ederiz! (Nazım Hikmet'in şiirine atıfta bulunarak) Gezi direnişi neden bu kadar dehşetli tehlikelidir? Neden arka arkaya verilen beraat kararlarına karşı Fethullahçıların delilleri rafta duruyor? Esas hakkındaki mütalaa beyaz adama itiraz eden siyah genç kadının yanına koymuyor, beyaz muktedirin yanına koyuyor. Esaslı bir yoksullukla karşı karşıyayız, esas olarak bunu konuşmalıyız. Esas hakkındaki mütalaa boş boş konuşurken bizim konuşmalarımızdan sıkılmayın sayın başkan. Kapitalizme karşı sosyalizm sayın başkan. Ancak çoğulcu ve demokratik bir ortamla bu karanlıktan çıkılabileceğine inanıyorum. Demokrasiyle hiçbir alakası olmayan ülkesini tiranlıkla yönetim bağımsızlıkçılık lafları edenleri, üst akıl falan deyip emperyalizmin adını koyamayanları ifşa etmekten yılmayız. Hep birlikte mücadele edeceğiz, hep birlikte kazanacağız. 'Teslim olun' diyor mütalaa bize, asıl siz teslim olun."

 'GEZİ, TEMSİL EKSİKLİĞİ HİSSEDEN VATANDAŞLARIN YERİYDİ'

Gezi sanıklarından Tayfun Kahraman savunmasında şunları söyledi: "Aynı ciddiyetsizlikle ve tamamen yorum üzerine inşa edilmiş bir iddianame ve mütalaa ile karşı karşıyayız. Bu iddianame ve mütalaa Gezi'yi anlatmıyor Gezi antiemperyalisttir. Dış güçlerin oyunu diye açıklanamaz. Bizler Taksim yayalaştırma projesi ve Topçu Kışlası’na karşı görevlerimiz kapsamında faaliyet gösterdik. Topluma anlatmaya başladık. Gördüğümüz şiddet üzere toplumun vicdanı harekete geçti. İlk olarak davamızı açtık, ilk olarak yargıya güvendik. Ben, Mücella Yapıcı ve Can Atalay dava dilekçemizi birlikte yazıp idare mahkemesine verdik. Biz meslek odaları olarak katılımcı bir yönetim benimsenmediği için davalarla mücadele edebiliyoruz. Ama davalar da yardımcı olmadı. Hukuki olmadıkları, şehircilik ilkelerine aykırı olduğu mahkemelerce kesinleşmiş pek çok proje yerinde duruyor, önüne geçemedik.

İddianame ve mütalaa cevap bulamadığı soruların hiçbirine cevap vermiyor, iddiayı ifade edip geçiyor. Gezi, Taksim Dayanışması ile aynı şey değildir. Taksim Dayanışması da dur dediğinde durulan, git dediğinde gidilen bir muktedir hiç değildir. Hiçbir fon kullanılmaması kararı vardır. Böyle bi fon kullanmış olsak meslek odalarımız hakkımızda soruşturma açardı. İddialar bunları görmezden gelse de Gezi, temsil eksikliği hisseden vatandaşların yeri haline geldi. Dünyadaki hiçbir parayla bunu toplayamazsınız. Taksim Dayanışması sadece kitlelere tercüman olmuş, tüm hükümet görüşmelerinde bunu dile getirmiştir. Hükümet politikalarını protesto etmek hükümeti yıkmak değildir. Dayak yiyerek darbe olmaz, biz dayak yedik. Bugün de dayak yediğim için darbe yapmakla suçlanıyorum. Bizler tarafından gerçekleştirilmemiş olayların failleri de tespit edilemedi. Gezi Parkı'nda polislerin çadırları yakması ne kadar yanlışsa kamu malına verilen zarar da o kadar yanlıştır."

Duruşmayı TMMOB Genel Başkanı Emin Koramaz, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu,  KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, SOL Parti MYK üyesi Alper Taş, CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Turan Aydoğan, Ali Şeker, Özgür Özel, Aykut Erdoğdu, Orhan Sarıbal, Gülizar Biçer Karaca, Gökhan Zeybek,  Yunus Emre, CHP MYK Üyesi Yüksel Taşkın, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Emek Partisi İl başkanı Sema Barbaros, HDP İstanbul İl eş başkanı İlknur Birol, HDP Milletvekilleri Serpil Kemalbay, Garo Paylan, Oya Ersoy, Züleyha Gülüm, TİP Milletvekili Ahmet Şık, Sera Kadıgil, Halkevleri, İTO, EHP, Sol Parti, Kaldıraç, TİP,  Barış Akademisyenleri, Emek Partisi, TBB Başkanı Erinç Sağkan, İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, DİSK Basın-İş başkanı Faruk Eren, Uluslararası PEN başkanı Burhan Sönmez, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, HRW temsilcisi Emma Sinclair Webb ve çok sayıda sivil toplum örgütü izledi.

Dava, savunma yapamayan sanık avukatlarının savunma yapmaları için 25 Nisan Pazartesi gününe ertelendi.