Gazeteci Ayşegül Doğan: Bu dava siyasi atmosferle ilgili

Gazeteci Ayşegül Doğan hakkında açılan davada savcı 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istedi. Savcılığın suç olarak iddia ettiği deliller ise Doğan'ın haber için görüştüğü kişiler ve yaptığı telefon konuşmaları... Doğan, hakkında istenilen ceza için, "Benim davam hukuktan yoksun, siyasi atmosferle ilgili" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Gazeteci Ayşegül Doğan'ın gazetecilik faaliyetlerinin suç sayıldığı davada savcılık mütalaasını açıkladı. Savcılık, Doğan hakkında 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istedi. KHK ile kapatılan İMC TV'nin program koordinatörlüğünü yapan Doğan'ın haber için yaptığı konuşmalar, yine haber için DTK binasına girdiği ana ilişkin fotoğraflar ve telefon görüşmeleri 'suç' olarak iddianamede yer alıyor. Doğan, hakkındaki iddialara tek tek yanıt verirken 784 gün boyunca telefonlarının usulsüz bir şekilde dinlendiğinin de altını çiziyor.

 “Benim davam hukuktan yoksun, siyasi atmosferle ilgili” diyen Doğan'la, hakkında açılan davayı, istenilen cezayı ve gazeteciliğin geldiği noktayı konuştuk.

'KORKUTMAYA DÖNÜK BİR ÇABANIN ÜRÜNÜ'

Gazetecilik faaliyetleri kapsamında yaptığınız görüşmeler ve katıldığınız toplantılar gerekçe gösterilerek DTK’de faaliyet yürüttüğünüz iddiasıyla savcılık 7,5 yıldan 15 yıla kadar hakkınızda hapis cezası istedi. İstenilen bu cezayı nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında üzerine çok söz söylenecek bir dosya ile karşı karşıya değilim. Atılı suçlar, bu suçlara dayanak olarak dosyaya konulan ortam ve telefon dinlemeleriyle bir iddianame oluşturmak hukuken imkânsız. Normal koşullarda bunun davaya dönüşmeden, henüz ifade aşamasındayken takipsizlikle sonuçlanması gerekirdi. Oysa savcılık, mütalaasında 'örgüt üyeliği'nden cezalandırılmamı istiyor. Suçun vasfı değişiyor, yani 'örgüt kurmak ve yönetmek'ten açılan davada, şimdi 'örgüt üyeliği'nden cezalandırılmam isteniyor. Her iki iddianın da iler tutar bir tarafı yok, son derece absürt ve gerçeklikten uzak maalesef. Hiçbir örgüte üye olmadığımı ve yalnızca gazetecilik yaptığımı en iyi bu dinlemeleri yapanlar ve yargılayanlar biliyor olmalı. Dolayısıyla soruşturma aşamasında başlayan ve şu ana kadar devam eden süreç tam bir hukuksuzluk, sindirme ve korkutmaya dönük bir çabanın ürünü olarak yorumlanabilir.

'GERÇEĞİ EĞİP BÜKMÜYORSANIZ...'

Telefon görüşmeleriniz, yüz yüze görüşmeler... Bütün bunları gazetecilik faaliyeti kapsamında yaptığınızı birçok kez söylediniz. Ancak gazetecilerin haber kaynaklarıyla yaptığı görüşmeler artık 'suç' kapsamına alınabiliyor, hatta bu yüzden hapis cezaları almalarına gerekçe gösterilebiliyor. Bu açıdan baktığımızda gazeteciliğin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onlarca meslektaşımızın mesleğini yapamaz hale getirildiği günler yaşıyoruz. Gazetecilik yapmak cezalandırılarak imkânsız hale getirilmeye çalışılıyor. Gazeteci işi gereği sorgulayandır, araştırandır, soru sorandır. Kamu yararını gözetendir. Yurttaşların haber ve bilgi edinme hakkını önceleyen ve savunandır. Oysa şimdi soru sormak ya da araştırmacı gazetecilik yapmak fiilen namümkün hale getirildi. Ne yazık ki, Türkiye’de medya çok ciddi bir ölçüde inanılırlık ve güvenilirlik krizi yaşıyor. Gerçeği eğip bükmüyorsanız, algı oluşturma, karalama ve propaganda kampanyalarının bir parçası değilseniz, bir şekilde işsiz bıraktırma, kapatma, erişim engellemesi, soruşturma, yargılama ve hatta cezalar ya da ceza tehdidiyle sürgünde olmak gibi pek çok farklı veçheyle, tek sesli medya düzenine eklemlenmemiş olmanın bedelini ödüyorsunuz.

'EDİTÖRÜMLE YAPTIĞIM KONUŞMA SUÇ DELİLİ SAYILMIŞ' 

DTK binasına girip çıkarken görüntülendiğiniz birkaç fotoğraf da iddianameye eklenmiş...

Pek çok kez o binadan canlı yayınlar yaptım, dönemin DTK eş başkanları, Diyarbakır Büyükşehir Belediye eş başkanları ile yaptığım programlar veya yine bir haberci olarak takip ettiğim toplantılar, kongreler, çalıştaylar gibi aktiviteler bulunuyor. Tüm bunların kayıtlarına farklı sosyal medya platformlarından erişmek mümkünken bunlar dosyada delil olarak değerlendirilmiş. 2011 öncesi ve sonrasında yaptığım hiçbir söyleşi, program ya da yazdığım herhangi bir yazı, yani hiçbir gazetecilik faaliyetim herhangi bir soruşturma konusu olmadığı gibi imc tv’de yaptığım yüzlerce programda dönemin iktidar partisi milletvekilleri de dahil olmak üzere, binlerce insan ağırladım. Tek bir defa RTÜK’ten uyarı dahi almamış birini örgüt kurmak ve yönetmekten yargılamaya çalışmak ya da örgüt üyeliğinden ceza istemenin hukuk nosyonuyla izah edilebilir bir tarafı yok. Tüm bunlar yaşadığımız politik iklim ve özelde de Kürt meselesindeki güvenlikçi yaklaşımla ilgili. Dolayısıyla benim davam da diğer pek çok dava gibi hukuktan yoksun daha çok siyasi atmosferle ilgili. Telefon konuşmalarının kayıtları incelendiğinde hiçbir örgütsel içerik, şiddete teşvik gibi suç unsuru teşkil edecek bir şey bulunmadığı halde, iddianamede 'silahlı örgüt yöneticiliği' gibi ağır bir suçlamanın delilleri gibi sunulmuş. Zaten bu gerçeği dosyanın kendisi de gösteriyor. Onca dinlemeye rağmen hakkımda örgüt kurmak yönetmek, üyelik ya da propagandaya delil oluşturabilecek bir şey bulunamadığından, gıyabımda yapılmış konuşmalardan elde edilen ortam dinlemeleri ile adli tıp raporuyla bana ait olmadığı ispatlanan bir ortam dinlemesi ve dinlenen binlerce telefon konuşmalarından birkaçı konulmuş. Bunlardan biri editörümle yaptığım konuşma, diğeri katılamadığım bir çalıştay daveti.

'784 GÜN BOYUNCA TELEFON GÖRÜŞMELERİM DİNLENMİŞ'

Son duruşmada da gördüğümüz kadarıyla savcılık hazırladığı iddianamede DTK yöneticileriyle yaptığınız görüşmeleri ve röportajları gerekçe göstererek, 'silahlı örgüte üye olmak' iddiasında ısrarlı. Bu iddia hakkında ne düşünüyorsunuz?

İddia makamı tarafından dosyaya sunulan delillerin tamamının hukuka aykırı ve yasak delil olduğu, FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle ihraç edilmiş hâkim ve savcılar tarafından manipüle edilmiş deliller olduğu, yargılamaya esas alınamayacağı, lehe delillerin toplanmadığı ve bu durumun masumiyet karinesi ve adil yargılama ilkeleri bağlamında kabul edilemezliği avukatlarım tarafından her duruşmada belirtildi. Bir şekilde 2010-2012 yılları arasında 112 kez birer haftalık izin alınarak yani genel toplamda resmi olarak 784 gün boyunca usulsüz bir şekilde telefon görüşmelerim dinlenmiş olup teknik ve fiziki izleme de yapılmış. Bunu yaptıran DTK ana soruşturma dosyasının savcısı ve bazı hakimlerin FETÖ operasyonları kapsamında ihraç edilmiş bulunduğu ve bu usulsüz delillere dayanarak soruşturma yapılamayacağı da dikkate alınmamış.

'ÇÖZÜM SÜRECİNİN BİTİMİNE DENK GELMESİ TESADÜF DEĞİL'

Bir başka dikkat çekici nokta da şu; 2010-2012 yılları arasında elde edildiği söylenen bu ortam ve telefon dinlemeleri yaklaşık olarak 5-6 sene bekletildikten sonra soruşturma ve dava konusu ediliyor. Bu da çözüm sürecinin bitimine denk geliyor. Yargılayanlar da DTK’nin bir silahlı örgüt olmadığını, Kürt meselesine diyalog yoluyla çözüm arayışının resmi düzeyde sürdürüldüğü bir dönemde farklı sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, siyasi partiler, sanatçılar, avukatlar, doktorlar, akademisyenler ve siyasetçiler tarafından kurulmuş legal bir örgütlenme olduğunu ve TBMM düzeyinde kabul görmüş, muhatap alınmış, görüşlerine başvurulmuş bir kurum olduğunu biliyorlar ama nedense bu davalar sürüyor. Bunun da çözüm sürecinin bitimine denk gelmesi tesadüf değil tabii ki.

'SAVCILIK GAZETECİLİK FAALİYETLERİMİ BAŞKA BİR ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMEK İSTİYOR'

 Yine mahkemede en çok konuşulan konulardan biri de tapeler. Avukatlarınız, “Tapeler müvekkilimizin DTK üyesi olmadığını kanıtlıyor” dedi. Ancak mahkeme heyeti avukatların tapelerin istenmesi talebini reddetti. Bu tapelerde hangi konuşmalar yer alıyor?

Hem başka iddianamelerde gıyabımda yapılan konuşmalar hem benim iddianamem zaten bunu ortaya koyuyor ama buna rağmen ısrarlı bir şekilde savcılık imc tv’de çalıştığım dönemdeki gazetecilik faaliyetlerimi başka bir şekilde değerlendirmek istiyor. Dün de bugün de gazetecilik yaptım, yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Şayet DTK üyesi olarak faaliyet yürütmüş olsaydım, 6 Haziran 2014’te Adalet ve Kalkınma Partisi ARGE Bölümü tarafından Diyarbakır’da düzenlenen, dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dan İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya kadar pek çok bakan ve milletvekilinin katıldığı 'Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi Çözüm Süreci Çalıştayı'na imc tv program koordinatörü olarak davet edilmezdim. Aynı çalıştayda DTK Genel Sekreteri de resmi olarak davet edilmişti. O zaman 'terör örgütü' olmayan bizzat çözüm süreci görüşmelerinin parçası olan DTK, bugün neden ve nasıl bir illegal örgüt oldu ya da o zaman gazeteci olan ben, bugün neden örgüt üyeliği gibi bir suçlamayla cezalandırılmak isteniyorum?

AVUKAT AKTAR: BU GENEL BİR POLİTİKA

Doğan'ın avukatı Mehmet Emin Aktar, bu tür davalarda iki yönlü bakmak gerektiğini söyledi: “Bu davaya baktığımızda şunu sormak gerekiyor: Ceza yargılamasında ceza istendiğinde eylemin ceza kanununda tanımlanan bir suç tipini ihlal ediyor mu etmiyor mu? Yani ceza kanunundaki suç tipi tarif edilir, kişi eylemiyle o suç tipini oluşturup oluşturmadığına bakılır. Ama bu dönem farklı bir dönem. Bu dönem farklı olan, muhalif olan herkese normal zamanda olağan olan davranışlar bugün bir cezalandırma gerekçesi sayılabiliyor. Söylediğimiz sözler, katıldığımız toplantılar, yaptığımız telefon görüşmeleri, seyahatlerimiz, görüntü verdiğimiz kişiler, içine girdiğimiz bina gibi... Bunların tümü bir cezalandırma gerekçesi olarak görülebiliyor. Bu bize artık savcılar da mahkemeler de kanundaki tarif edilen suç tipiyle bağlı hissetmiyor. Yargılama yaparken de bunun gereğini duymuyorlar. Bu açıdan baktığımız zaman bu genel bir politika, bu politika uyarınca da uygulama yapılıyor.”