Hafıza kırım

2015 sokağa çıkma yasaklarından sonra sadece Yüksekova’da değil birçok şehirde mezarlıkların tahrip edildiği haberlerini sürekli medyada okuduk. Saldırıların farklı tarihlerde ve birçok merkezde yapılması bu saldırıların sistematik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Peki bu saldıraları yapanlar neyi amaçlamaktadır?

Google Haberlere Abone ol

Veysi Eski*

2 Mayıs 2020 tarihli gazetelerde “Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Orman Mahallesi’nde bulunan mezarlık, 13 Mart 2016’da ilan edilen ve 79 gün süren sokağa çıkma yasağından bu yana yedinci kez saldırıya uğradı.” denilerek bir mezarlığa yönelik yedinci saldırıdan söz edilmekteydi. Söz konusu mezarlıkta çeşitli tarihlerde hayatını kaybeden PKK’liler ile İŞİD’in Suruç’ta yaptığı katliamda hayatını kaybeden Öğretmen Süleyman Aksu’nun mezarının da aralarında bulunduğu birçok mezar tahrip edilmişti.

2015 sokağa çıkma yasaklarından sonra sadece Yüksekova’da değil birçok şehirde mezarlıkların tahrip edildiği haberlerini sürekli medyada okuduk. Saldırıların farklı tarihlerde ve birçok merkezde yapılması bu saldırıların sistematik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Peki bu saldıraları yapanlar neyi amaçlamaktadır? Bir mezarlık taşı sadece bir taş mıdır? Evet fiziksel olarak sadece bir taş diyebiliriz belki ama antik zamanlardan bugüne insanlık tarihi içerisinde mezarlık taşlarının sadece bir taş olmadığını, insanların manevi varlığının bir parçası olduğunu açıkça görebiliyoruz. Hem o mezarda yatan ölünün manevi parçası hem de o ölünün yakınlarının ve içinde çıktığı toplumun manevi şahsiyetinin bir parçasıdır.

Toplumsal hafıza, yüzyıllar içinde bir toplumun bir arada yaşamışlığının kolektif bir bellek ile hatırlanması denilerek kabaca tarif edilebilir. Bu hatırlanma temel olarak sözlü aktarımlar ve yazılı aktarımlar ile yapıldığı gibi yine toplumun yaşadığı yere aidiyeti simgeleyen dini mabet, han, hamam, mezarlık gibi mimari eserler ile kendini ortaya koyar. “İnsan, bedeni ile doğanın bir parçası, tinsel yönü ile de tarihin içindedir.” (G.W.F, Hegel, Estetik, (Çev. Nejat Bozkurt), Say Yay., İstanbul 1982, s.42-43.) diyerek Hegel insanın tinsel yönünün tarihten yani toplumsal bellekten beslendiğini belirtmiştir. Mezarlıklar da bu toplumsal beleğin en önemli unsurlarındandır.

Mezarlık, Arapça ziyaret kökünden gelen “ziyaret mekânı” anlamındaki mezâr kelimesinden Türkçe ekle türetilmiş bir yer adıdır. Kabir ise gömülen yer anlamına gelmektedir. Yani gömülen yer kabir olarak değil de yaygın olarak ziyaret edilen yer mezarlık kelimesinin kullanılması esasen bu yapıların oluşmasında temel işlevinin yaşayanlar için geçmiş ile bağı kuran ziyaret fiilinin esas alınmasından gelmektedir.

Kuran’a göre ilk defin işlemi kardeşi Habil’i öldüren Kabil tarafından gerçekleştirilmiştir. İlk insan kökünü toprağa vermiştir böylece.

Mezar daha çok toprak üstünde kalan yapısıyla önem taşır ve ziyaret edilebilmesi için üzerinde yerini ve ait olduğu kimseyi belirleyen bir alâmetin bulunması gerekir; bu sebeple dayanıklılığından dolayı genellikle taş kullanılmıştır. Geleneğin ne zaman başladığı hakkında kesin bilgi yoktur. Eski Ahid’de Hz. Ya‘kūb’un, zevcesi Raşel’in kabri başına bir taş diktiğinden (Tekvîn, 35/20), aile kabirlerinden (Samuel, 17/23; I. Krallar, 13/22-30) ve türbelerden (Eyub, 21/32) söz edilir.

Geçmişten günümüze mezarlıklar toplumsal hafıza merkezi olarak işlev görmektedirler. Akrapolisler, Orhun Abideleri ve birçok tarihsel belgenin kaynakları mezar taşlarıdır.

Kadim Anadolu ve Mezopotamya topraklarında bu bölgelerde yaşamış birçok medeniyetin izleri barınmaktadır. Bu izlerin başında da mezarlıklar gelmektedir. Lidya mezarlıkları, birçok yerde bulunan çeşitli medeniyetlere ait kral mezarları bu bölgede yaşayan ve daha önce yaşamış olan tüm medeniyetlerin ortak hafızasının bir parçasını oluşturmaktadır.

1923 yılında kurulan Cumhuriyet ile birlkte özelikle antik medeniyetlere ilişkin birçok çalışma yapılmış ve bu medeniyetlere ilişkin birçok tarihi eser ve mezarlıklar gün yüzüne çıkarılmıştır. Tekçi ulus devlet antik medeniyetlere dair böyle çalışmalar yaparken bir taraftan da bu topraklarda yaşayan Ermeni, Rum, Süryani gibi halklara ait tüm izleri bu halklar ile birlikte silmek için sistematik bir çalışma yürütmüştür. Bu sistematik çalışmanın bir parçası da bu halklara ait mezarların yok edilmesidir. Çünkü mezarlık bir yerde kökün olması anlamına gelmektedir. Amaç kökten temizlemek olduğu için soykırımın bir parçası olarak mezarlıklar yok edilmiştir.

Ermenilerin, Rumların yaşadığı şehirlerde yaşayanlar bilir, eskiden burası Ermeni mezarlığıydı, Rum mezarlığıydı diye şehirlerin eski halini bilenler anlatır. Örneğin Bitlis’te dört Ermeni mezarlığının üçünün üzerinde devlet kurumları yapılmıştır. Bitlis News internet haber sitesine yazan Hişyar Barzan Şerefhanoğlu şöyle anlatıyor: “Kentteki dört Ermeni mezarlığından üçünün üstünde bugün çeşitli kurumların binaları yükselmekte. İnönü Mahallesi’ndeki mezarlığın üzerinde halk eğitim merkezi bulunurken, mezarlığa yakın bir yerde bulunan kilise uzun yıllar cezaevi olarak kullanıldıktan sonra yıkılarak yerine Dideban İlköğretim Okulu kurulmuş. Sapkor (Dsapkor, Sapırkor) Mahallesi’nde bulunan Ermeni mezarlığı da tamamen tahrip edilerek, üzerinde Bitlis İmam Hatip Lisesi olarak kullanılan bina inşa edilmiş. Yine İstanbul’un en önemli meydanı olan Taksim Meydanı bir Ermeni mezarlığının üzerinde inşa edilmiştir. Bu örnekleri aşağı yukarı Ermenilerin yaşadığı bütün şehirlerde görebiliyoruz. Yine 6/7 Eylül olaylarında linç güruhunun bir kısmı yağma ve diğer suçları işlerken bir grup da azınlık mezarlıklarını hedef alıyordu.

Bu hafızasızlaştırma çalışmaları Kürtlere yönelik olarak toptan sürdürülmese de Kürt direniş damarına karşı aynı politika tutarlı bir şekilde sürdürülmüştür. İdam edilen Şeyh Sait ve arkadaşlarının yine idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının nereye gömüldüğüne dair bugüne kadar hiçbir şekilde bilgi verilmemiştir. Direniş damarlarının bir hafızasının olmasına izin verilmemiştir. Bu isyanlarda yaşamını yitiren birçok insanın mezar taşları bulunmamaktadır. Çarpıcı bir örnek de, yaşadığı Isparta’dan son demlerini yaşamak için Kürdistan’a dönen ve Urfa’da vefat eden nurculuğun kurucusu Saidi Kurdi(Nursi)’nin naaşının gömülü olduğu Urfa Dergah Camisi’nin avlusundan devlet tarafından kaçırılıp bilinmeyen bir yere götürülüp gömülmesidir. Devlet, direnişi temsil edebilecek tek bir taşı bile bölgede bırakmak istememiştir.

Son birkaç yılda mezarlıklara yönelik saldırıları önceki direniş damarına yönelik saldırılardan bağımsız değerlendirmemek gerekiyor. İsviçreli psikiyatr ve analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung tarafından geliştirilen kolektif bilinçaltı kavramı, toplumlar için ne kadar gerçekse ulus devlet için de bir gerçekliktir. Bazı davranışlar yaratılıştan bu yana ortaklık arz eder. Aynı şekilde doğuştan gelen korkuların da kolektif bilinçaltıyla tetiklendiği söylenebilir.

29'uncu Kürt isyanı olarak tanımlanan son isyanda 40 binden fazla insan hayatını kaybetti ve bu insanların çoğu ailerinin yaşadığı şehirlerde defnedildi. Nurculuğun kurucusu olan bir Kürd’ün mezarına tahammül edemeyenler için kolay kabul edebilecekleri bir hafıza değildi.

Yapılan saldırılar kolektif korku ile harekete geçen İttihat ve Teraki’den günümüze devam eden hafıza kırım hareketinin bir parçasını oluşturmaktadır. Hedef sadece bir mezar taşı değil Kürt halkının tinsel varlığıdır. Kürt halkının kolektif bilinçaltı artık korkulardan değil direnişten besleniyor, tahammül edilmeyen de bu…

*Avukat