Korona günlerinde özel sağlık hizmetleri

Başta Covid-19 nedeniyle tedavi görenlerin ücret ödemeleri olmak üzere özel sağlık hizmetleri alanında yıllardır yapılan uygulamalar sorgulanırken, 4 Nisan 2020 de Covid-19 tedavisinin fiyatlandırıldığı yeni bir Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Katılım ücreti alımları devam edince kamuoyunun baskısıyla 9 Nisan'da yeni bir genelgeyle tamamen ücretsiz hale gelmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Cegerğun Polat*

11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Covid-19 hastalığı için pandemi ilan etti. Tesadüf müdür bilinmez 11 Mart 2020’de ilk Covid-19 vakası da ülkemizde tespit edildi. Ancak Türkiye’deki vaka artış hızı aslında ilk vakanın Şubat 2020 ortalarından itibaren görüldüğü fikrini bu haliyle güçlendirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) "Bu pandeminin seyrini değiştirmek ülkelerin elinde” cümlesiyle başlayan pandemi ilanı açıklamasında insanlığı politikacıların insafına terk etmiş ve tavsiye veren pozisyonuna şu önerilerle devam etmiştir:

* Acil durum müdahale mekanizmalarınızı hazır hale getirin ve güçlendirin.

* Halkınızı riskler ve korunma yöntemleri konusunda bilgilendirin.

* Her bir Covid-19 vakasını tespit, izole, test ve tedavi edin. Temas ettiği herkesi inceleyin.

* Hastanelerinizi hazırlayın. Sağlık işçilerinizi koruyun ve eğitin. Birbirinize sahip çıkın.

* Sükunetle, doğru şeyleri yaparak dünya vatandaşlarını korumamız mümkün.

Biraz daha geriye gidersek; DSÖ 31 Ocak 2020’de korona virüsü salgını nedeniyle “uluslararası kamu sağlığı acil durumu" ilan etmişti. Çin’den gelen haberler ve Avrupa’da ilk vakaların görülmesiyle ortaya çıkan yeni durum dünyada günlük rutinin bozulmaması yönünde değerlendirilmiş, genel uyarılarla geçiştirilmişti. Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusu olmuş, konu akademik bir mesele muamelesi görmüştü. Salgının kıtalararası geçişi, vaka sayılarındaki artış ve dramatik ölüm sayıları ile beraber genel algı değişmeye başladı. Türkiye’de ise salgının bir halk sağlığı sorunu olduğu ve koruyucu hekimlik uygulamaları temel alınarak kontrol edilebileceği bilgisi dikkate alınmadan tedavi edici üniteler üzerinden bazı planlamalar yapıldı. Şubat sonuna doğru kamu hastaneleri için belirlenen 25 merkezde hazırlıklara başlandı. Başlangıçta tek merkezde laboratuvar koşulları oluşturuldu. İlk vakanın çıktı çıkıyor diye beklendiği zamanlarda konu ziyadesiyle hafife alınmaya devam edildi ve magazinsel olarak yüz kızartıcı olabilecek yorumların malzemesine dönüştürüldü.

Salgın kontrolünü sağlamak konusunda mevcut üretim ilişkilerine zeval vermeyecek şekilde hareket etmenin bedeli olarak salgının kontrol dışına çıkmasıyla artık tedavi edici ünitelerin merkezde olduğu bir döneme girilmiştir. Toplum ortalamasının viroloji bilgisinin sınandığı, gerekli gereksiz akademik bilgilerin havada uçuştuğu bir kavşak geçilmiştir. Özellikle İtalya ve İspanya’da çok sayıda ölümlerin olması ile ortaya çıkan gelişmeler salgın deneyimini Çin’den başka bir yere savurmuştur. Çin’de bir eyelatte sınırlandırılan salgın, neredeyse tüm Avrupa’da kontrol dışına çıkmıştır. Sağlık hizmetlerinin kamusal alanda güçlü olduğu Almanya gibi ülkeler hariç. Özel sağlık kuruluşlarının yoğun olduğu İtalya ve İspanya salgında kullanılmak üzere özel hastanelerin kamusal hizmete açılmasını sağlamış İspanya da kısmi kamulaştırma girişimlerini zorunlu kılmıştır. Türkiye'de ise kamu hastanelerinde yapılan sınırlı hazırlıklara ek, önemli yatak kapasitesine sahip olan özel sağlık hizmetlerinin düzenlenmesi düşünülmemiştir.

Sağlıkta özelleştirme, neoliberal politikaların bir devamı olarak hizmet alanını piyasalaştırmasının sonucu sistematik biçimde 90’lı yıllardan itibaren ülkemizde başlamıştır. Bu, sadece bir özelleştirme değil temelde sağlığın algılanma biçimini manipüle eden köklü bir paradigma değişikliğiydi. Koruyucu, önleyici, ücretsiz sağlık sunumu gereksinimi ortadan kaldırıldı. Tedavi edici hizmetlerin ağırlıkta rol aldığı, özel hastaneler aracılığıyla “katkı-katılım ücreti” adıyla sağlık sunumunun ücretlendirildiği bir sisteme kadar gelmiş durumdayız. Artık Türkiye’deki yoğun bakım yataklarının yüzde 42'si, yine toplam yatağın yüzde 40'ı özel hastanelerde bulunmaktadır. Aile sağlığı merkezleri ile, bulunduğu bölgenin değil de kayıtlı hastalarının sorumluluğunu alan ve neredeyse sahaya çıkılmayan bir birinci basamak hizmeti verilmektedir. Yani salgını karşılayacak ilk bariyer yıkık dökük hale getirilmiştir.

Covid-19 salgını ile beraber Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Bilim Kurulu” güncel gelişmelerle beraber günlük tedavi ve önlemlere ilişkin değişiklikleri değerlendirmekte ve duyurmaktadır. Şubat ayı ve mart ortasına kadar hazırlıkları yapılan yataklı ünitelerde özel hastaneler ne yazık ki düşünülmemiştir. Çünkü salgının boyutu öngörülememiştir. Burdaki sınırlılık ayrıca tartışmaya değer bir konudur. 20 Mart 2020'de yani ilk vakanın duyrulmasından 9 gün sonra pandemi hastaneleri listesi yayınlanmış ve başta belirlenen merkezlere kamu hastanelerinin ve özel hastanelerin bir kısmı daha eklenmiştir. Klinik mikrobiyolog, enfeksiyon hastalıkları, dahiliye ve göğüs hastalıkları uzmanı hekimlerden en az ikisini kadrosunda bulunduran, yoğun bakım koşulları olan özel hastaneler pandemi kapsamında hasta almakla yükümlü kılınmıştır. Bu tarihe kadar özel hastanelerde nasıl hasta bakılacağına ilişkin herhangi bir duyuru olmamıştır. Yataklı ünitelerin yaklaşık yarısına yakınının olduğu özel hastaneler ve çalışan sağlıkçılar bir belirsizliğin içinde bırakılmıştır. 20 Mart'la beraber vaka sayılarının artışının da eklendiği bir süreçte başta İstanbul olmak üzere özel hastaneler hasta kabulüne başlamıştır.

Başta Covid-19 nedeniyle tedavi görenlerin ücret ödemeleri olmak üzere özel sağlık hizmetleri alanında yıllardır yapılan uygulamalar sorgulanırken, 4 Nisan 2020 de Covid-19 tedavisinin fiyatlandırıldığı yeni bir Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Katılım ücreti alımları devam edince kamuoyunun baskısıyla 9 Nisan'da yeni bir genelgeyle tamamen ücretsiz hale gelmiştir. Konunun sınırlı bir kısmı olarak medyanın ilgisini çeken bu durum dışında özel hastanelerde çalışan sağlık çalışanlarının sağlığı, finansmanı, çalışma düzeni gibi konular geri planda kalmıştır. Covid-19 pandemisi tam da sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinin yeniden tartışılacağı bir viraja girmiş bulunmaktadır.

Bu tartışmayı bir kenara bırakmadan acil olabilecek bazı sorunları sıralamakta fayda var gibi. Uzun çalışma saatleri ile özel hastanelerde (Vakıf üniversiteleri hastaneleri dahil) sağlık çalışanlarının sağlığı ciddi risk altındadır. Kamudaki vardiya sistemi büyük oranda uygulanmamaktadır. Yeterli sayı ve nitelikte koruyucu ekipman bulunmamaktadır. Şu haliyle özel hastanelerde enfekte olan sağlık çalışanları sayısı önemli miktarlara ulaşmıştır. Özel hastanelerde özellikle hekimler esnek çalışma modelleri (şirket kurdurma, serbest meslek erbabı vs gibi modeler) ile iş güvencesinden ve sosyal haklardan mahrum bırakılmaktadır. Sağlık hizmetleri rutininin Covid-19 pandemisi nedeniyle bozulmasıyla beraber özel hastaneler gelir kayıplarını maaş ödemelerine yansıtarak hak kayıplarına yol açmaktadır. Bazı hastanelerde zorunlu izin uygulamaları ile finans problemi aşılmaya çalışılmaktadır. Bu haliyle özel sağlık hizmetleri ciddi bir sağlık sorunu olmaya aday görünmektedir.

DSÖ’nün şu doğru tespitini tekrar edelim: Hastanelerinizi hazırlayın, sağlık işçilerinizi koruyun ve eğitin, birbirinize sahip çıkın. Ancak DSÖ'nün “Bu pandeminin seyrini değiştirmek ülkelerin elinde” yaklaşımının şu aşamaya kadar boşa düştüğünü söylemek mümkün. Bu hastalığın seyrini dünyadaki dayanışma değiştirecek.

*Kardiyoloji Uzmanı