Dayanışma mevcuda karşı bir davettir

Herkesin yapabileceği bir şeyler var. Aynı gemide değiliz ve kaybeden sınıfların ortak üyeleriyiz. Kaybetmek bizi bize bağlayan, emanet eden, mecbur eden en sahici yanımızdır.

Google Haberlere Abone ol

Umut Kocagöz

Pandemiden çıkışın temeli dayanışma. Nasıl bir dayanışma?

Egemenlerin, orta ölçek idarecilerin veya ezilenlerin dayanışması farklıdır. Herkes kendi durduğu yerden altını doldurur. Hizmet, destek ve dayanışma çoğu zaman birbirinin yerine kullanılır. Ezilenlerin dayanışması, hizmet ve destekten farklı olarak, eşit özneler arasında bir ilişkidir. Halihazırda yoktur; bizlerin harekete geçirmesi gerekir.

Pandemi, eve kapanmaya zorunda bıraktığı kadar, içinde yaşadığımız gezegenin, toplumların ve toplulukların gerçek ve sahte yüzlerini görme fırsatı sundu. Çok basit ve gündelik şeylerin hayatlarımızdaki kıymetini fark ettik belki de. Bireysel hayatlarımızın başka insanların hayatlarıyla ne kadar müşterek yanları olduğunu gördük. Onca insan bir sürü mecrada yazılar yazıyor, sosyal medya duygularını paylaşan insanları çeşitli başlıklarda ortaklaştırıyor.

İnsanlar mevcut dünyanın kötü bir yer olduğunu daha fazla konuşuyor. İnsanlar mutsuzluklarını daha fazla konuşuyor. Mutsuzluğun dünyevi olduğu açığa çıktıkça, bizi mutsuz eden şeyleri keşfetme şansımız artıyor. Büyük şirketler ve küçük işletmeler dünyasına dönmüş, siyasal-toplumsal hayatımız bunun merkezinde. Bu dünyanın ruhu, iktisadi, sosyal ve siyasal ranttır. İktisadi kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, siyasi partileri, fraksiyonları ve meslek örgütleriyle iç içe geçmiş bu dünyada siyaset bir sektöre dönüşmüş durumda. Sorunun kaynağı çözüm olmayacak.

Dayanışmayı harekete geçirme konusunda birtakım sorunlarımız var (challange). Kendi hayatlarımızı yönetme çabası olarak siyaset, sektör tarafından işgal edilmiş durumda. Bu sektör, her siyasi teşebbüsü bir işletmeye, dükkana, cemaate çeviriyor. Yönetilmesi bu dünyanın mantığına uyum gösteren bu örgütlenme biçimlerinden başka yollar icat etmemiz gerekir. Bizim, bu mevcut düzeni sürdürmeye değil, gerçek bir siyasi krize ihtiyacımız var.

Yerel yönetimlerin bu süreçte aktif rol aldığını görüyoruz. Mevcut yerel yönetim ideolojisi hizmet olgusuna dayanıyor. Katılım ve birlikte tasarlamak yerine sorunları merkezi olarak tespit etmek ve halkın ortak kaynaklarını yönetmek bu dönemin ruhu. Bu klasik bakış açısından uzak durmak, kendimizi ve eşitlerimizi eşitlikçi ilişkilerde buluşturmak elzem. Hizmetin temel kodu muhtaç bırakmaktır. Oysa biz özgüçlenmeyi hedefleyen somut pratikleri bulmak zorundayız.

Benzer bir olgu parti fanatizmini sürekli olarak besleyen aktivizmde de mevcut. Belediye başkanlarının kendi isimleriyle hizmet kolisi dağıtması ile sol partilerin parti önlükleriyle destek kolisi dağıtması aynı mesajı içeriyor. Kurtuluşu beraber tasarlamak ve örgütlemek yerine, yapısal eşitsizliği sürdüren bir çalışma tarzı, insanları nesneleştirir. Kendimizden daha dezavantajlı kesimlerle gerçek ilişkiler kurmanın yollarını aramalıyız. Bunun için kendimizden soyunmalı, beraber ortaklıklar üretmeliyiz. Beraber bir şeyler üretmek, ancak temasla mümkün. Böylesi acil durumlarda “yardım” hususu elzemdir; ancak yardım, bir vicdani incelik olarak değil, dayanışma olarak örgütlendiğinde hakiki olur. Bir yardım yapmak istiyorsanız, bunu o insanlarla beraber tasarlamak daha eşitlikçi bir yöntemdir.

Küçük arkadaş grupları, mevcut örgütlü yapılar, topluluklar, bir şeyleri başlatmak için hızlı araçlar olabilir. Ancak, içe kapanma, bir işletmeye veya cemaate dönüşme riskini akılda tutalım. Bu risk, yapılan çalışmanın mevcut düzene entegre olması ve heba olması riskidir. Tanıdığımız, bildiğimiz, sevdiğimiz insanlarla mevcutta örmüş olduğumuz kapalı toplulukların ötesine geçmeliyiz. Kapalı topluluklarımızdaki (psikolojik) güvence ortamının yarattığı illüzyondan ve tatminden vazgeçmeliyiz. Bu küçük toplulukların dışındaki milyonlarca insanla kaderimizi ortaklaştırmanın yollarını bulmalıyız. İnsanları kurtarmak değil, beraber kurtulmanın yollarını aramalıyız. Bunun için somut sorunları beraber tespit etmek, somut çözüm araçları üretmek daha sahici bir yol olabilir.

Birbirine üstten bakan, güvenmeyen, inanmayan sosyal ilişkilerde, başkalarını muhatap almak da pek mümkün değil. Bunu tersine çevirmek için şunu söylemek gerekir. Başkalarına güvenmek için önceden bir sebep yoktur. Güven ancak ilişkide oluşur. Birbirine inanmamız ve güvenmemiz pratikte örülen bir şeydir. Bu da başkalarıyla temas etme, tasarlama ve eylemeyi gerekli kılar. Başkalarını özne olarak görmektir. Başkalarını özne olarak görmek için de kendimizi özne olarak görmek gerekir. Özne olmak kişisel gelişim değil, hayatlarımıza sahip çıkmak ve var olmaktır, eylemektir. Kişiselliği öne çıkaran, kendine yatırım yapmayı öğütleyen açık veya örtük yaşam tarzları ve ideolojilerinden kaçınmak gerekir. Bizler koyun değilsek kendi bacaklarımızdan da asılmayacağız. Hayat, yaşam tarzlarından daha büyük ve sahici. Bu sahicilikte ısrar etmenin yollarını bulmalıyız.

Dayanışmayı örmek ve yaşatmak için birtakım şeyler yapmaya başlayabiliriz. Dayanışma, mevcuda karşı bir davettir. Biraz somutlaştırmaya çalışalım.

Belki herkes kendi yaşadığı, çalıştığı yerde faaliyet yürütmek (örgütlenmek, aktivizm) yapmak istemez. Hayat gerçekten dayanışma içinde anlam ve mana kazanıyor ise, mevcut yaşamlarımızı sorgulamanın ve değiştirme yolları aramanın tam zamanı. Bunu bir gösterge olarak ele almak mümkün. Mevcut yaşamların mutsuzluğu, sistemin sunduğu hayat idealarını sorgulamayı beraberinde getirebilir. Bu da bizleri kendi sosyal-sınıfsal gerçekliklerimize daha çok yaklaştırıp, daha mütevazi, mutlu ve sahici hayatlar kurmamıza vesile olabilir. Bunun için mevcut toplumsallıktan kaçmak değil, onun daha fazla içine çekilmek iyi bir fikir olabilir. Geriye kalan hayatımız distopya filmi olabilir, ama yaşanacak bir hayata sahip çıkabiliriz.

Herkesin yapabileceği bir şeyler var. Aynı gemide değiliz ve kaybeden sınıfların ortak üyeleriyiz. Kaybetmek bizi bize bağlayan, emanet eden, mecbur eden en sahici yanımızdır.

Dolayısıyla, “herkes” sorusuna herkes kendi durduğu yerden cevap vermeli. Bunun halihazırda bir cevabı yok. Diyelim ki spesifik bir mesleğe sahipsiniz. O meslek grubundaki insanlarla birlikte örgütlenerek işe başlayabilirsiniz. Diyelim ki, bir mahallede oturuyorsunuz; ilişkileriniz de fena sayılmaz. Muhtarı, komşularınızı sizinle birlikte bir ağ oluşturmaya ikna edebilirsiniz. Bugün değilse ne zaman? Kimseyi tanımıyorsanız bu süreçte tanımaya başlayabilirsiniz. Ve evet, bu en zor şey, çünkü yöneticisi ayrı dert, sizi ev sahibine şikayet eden komşunuz ayrı dert, bunlarla nasıl olacak da bir araya geleceksiniz? Belki önce diğer komşuya gitmek, yahut diğer apartmanda hayvansever teyzeyi, kedilere bakan abiyi, vegan genç kadını, transı bulmak daha kolaydır.

Mahallelerde iletişimleri güçlendirip, bilgi, iletişim ve dayanışma ağları kurabiliriz. Bunun için en yakınlarımızdan başlayıp; birbirimizi bir takım zorunlulukları paylaşan insanların ötesinde, özne olarak da görebiliriz. Dayanışmayı beraber örgütleyebiliriz.

Örgütlenme işini kolay sanma konforuna yıllardır düşmüş olabiliriz. Ama açılan her sis perdesinden gözümüze çarpan; farklılıklarımızla birbirimize tahammül etme, gezegeni, mahalleyi, iş yerini paylaşma zorunluluğumuz. Dayanışma ve örgütlenme, hizmet ve destek değil, beraber eylemektir. Gezi’de de böyle olmuştu. Bunu yapabilmenin tek yolu ortak olanı bulmaktır. Bu yazıyı okuyan herkesin ortak olanı bulmaya aday birer aktivist olabileceği varsayılmaktadır. Ve evet, üstelik de öyledir. Çünkü, ya hep beraber ya hiç birimiz.