Ölümcül bir silah olarak halk hareketleri

Münferit olaylar zinciriymiş gibi görünen tüm girişimler, büyük kalabalıkları harekete geçirmeye yönelik olarak kurgulanan sinsi bir planın adeta farklı yüzleri olarak karşımıza çıkıyor. Amaç ne?

Google Haberlere Abone ol

Bülent Kılınç*

Tarih boyunca sol ve sağ radikaller "halk hareketi-isyanı" mekanizmasını birçok kez harekete geçirmişlerdir. Son yıllarda özellikle Ortadoğu’da olmak üzere, ülkemizde de bunun örnekleri gözlerimizin önünde sergilenmektedir. Öfkeli insan kalabalıkları bir kere korunaklı sığınaklarından çıktığında, alışmış oldukları gündelik hayatın zincirlerini koparttığında, neticeye ulaşmadan geri döndükleri görülmemiştir. Bu kalabalıklar karşısına çıkan her şeyi önüne katıp acımasız bir dünyanın baş celladı olmaktan sakınmamıştır. Tarih bu kitle hareketleriyle defalarca yeniden yazılmıştır. Tarih boyunca bu halk kitleleri, kimi zaman krallar-imparatorlar devirmiş, diktatörleri ayağından asmış, kimi zaman da kılıcını azınlık grupların ensesinde bilemiştir. Yeter ki birileri onları harekete geçirsin, yeter ki birileri onlara hedef göstersin. Fransa’da kralı giyotine yollayan da bu halktır, Anadolu’da tahttan indirdiği padişahı öldürmeden önce ırzına geçen de bu halktır. Rusya’da Lenin’in arkasında tarihin en büyük devrimlerinden birini yapan da bu halktır, Hitler’in arkasında Avrupa’yı yerle bir eden de bu halktır.

Genel olarak siyasetin her düzeyinde faaliyet gösteren bütün politikacılar, ticarette ve sosyal hayatta en büyük kümenin sevgisine mazhar olmak ve onları yönlendirmek isteyen tüccarlar, vitrine oynayan sanatçı ve sözde aydınlar, bu çıkarcı, ilkel ve cahil halk kitlesini arkasına almadan hiçbir başarıya ulaşamazlar. Tehlike karşısında korkak, kazanç karşısında çıkarcı, genel olarak ikiyüzlü ve yalancı olan bu en büyük küme yeryüzünün en büyük acılarını da yaratandır, en büyük acılarını da çekendir. Ne zaman bir şeyler yıkılmak istense, ne zaman bir şeyler ileriye ya da geriye götürülmek istense bu devasa halk kitlesi zorla harekete geçirilir. Peki ama nasıl? Öncelikle bir korku salınır, korku bir hayalet gibi dolaşır ve zayıf ruhları esir alır. Korku bir çığ gibi büyür. Korkunun karşısında yaşama içgüdüsü ağır basar. İnsanlar yaşamak için birçok yaşamı söndürmeye hazır hale gelir. Yeter ki daha büyük ve daha güçlü halkanın içinde kalabilsinler. En büyük halkanın içinde kalabilmek için kendilerini ispatlama yarışına girerler. Cahil insanlar için iyiyi, doğruyu ve hakkaniyeti belirleyen tek şey, bu hareketi yönlendiren birkaç kötü niyetli adamın iki dudağının arasından çıkanlardır. Halk, yakıp yıkmak için, vurup öldürmek için hazır bir hale getirilir. İnsanlık tarihinin en acımasız ve en ölümcül silahı harekete geçmek için işaret fişeğini beklemektedir artık.

Son yıllarda yurdumuzda sinsice, kurnazca ve alçakça bir korku dalgası yayılmaktadır. Yurttaşların çoğunluğunu oluşturan çaresiz yığınlar ürkmüş ve hayalet gibi dolaşan bir korkunun esiri olmuşlardır. Korkmuş insanların seçtiği-seçmek zorunda kaldığı bir iktidarın zorbalığı hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeği haline gelmiştir. Tüm bunlar "ileri demokrasi" yutturmacası, "ülkenin bekası" ve daha "iyi bir ekonomi" retorikleri ile bizlere dayatılmaktadır. Uzun yıllardır bu siyasi iklimde yaşayan bizlerin psikolojik harp teknikleri, algı yönetimleri ve kışkırtmalar karşısında ruh sağlığını koruması, sağlıklı siyasi değerlendirmeler yapması gittikçe zorlaşmıştır. Tıp dilinde "mental distortion" yani zihinsel bozulma sonucunda bireyler kendisi ve toplum için neyin iyi, neyin doğru olduğunu bilemez duruma gelmişlerdir. Kendisi ve toplumu için iyiyi ve doğruyu seçemeyen halk, kışkırtmalar ve yönlendirmeler karşısında savunmasızdır ve ölümcül bir silah haline getirilmiştir. Artık görünüşte vatan için mi, millet için mi, yoksa bir parça ekmek için mi tozu dumana katacaktır bilinmez. Bir sebep her halükarda yaratılabilir. Faşizmin kitle ruhu buralarda aranmalıdır. Tek tek bireylerin maruz kaldığı baskı, bağımlılık ve zorbalık, doğal yaşama güdüleri ile birleştiğinde akıl dışı kişilikler yaratmakta ve bu bireyler bir çığ gibi büyüyerek faşizmin kitle psikolojisini oluşturmaktadır.

Kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, azınlık gruplarına yapılan tacizler, doğa ve hayvan katliamları çok şey anlatıyor bizlere. Yurdumuzun yakın geçmişinde defalarca sahneye konulan oyunun yeni versiyonları yeniden karşımıza çıkıyor. Kadınlara, LGBT bireylere, etnik ve mezhepsel azınlık gruplarına yapılan taciz, ya da ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi, diğer yandan aydınlara yönelik saldırılar bu ülkenin birliğini ve bütünlüğünü derinden sarsıyor. Münferit olaylar zinciriymiş gibi görünen tüm bu girişimler, büyük kalabalıkları harekete geçirmeye yönelik olarak kurgulanan sinsi bir planın adeta farklı yüzleri olarak karşımıza çıkıyor. Amaç ne? Amaç geniş halk kesimlerini harekete geçirmek, yurdumuzda yeni travmalar yaratmak. Ekonomik, sosyal ve siyasal çöküşü toplumsal hareketlerin gölgesinde kabul edilebilir hale getirmek.

Bu süreçte bizim payımıza düşen, hiç durmadan, usanmadan demokrasi karşıtlarını, yalandan, talandan ve zorbalıktan beslenenleri teşhir etmek ve bir hayalet gibi dolaşan korkunun esiri olmamaktır. Başka bir çaremiz de yok aslında! Aksi durumda kendimizi en güçlü gördüğümüz zorbaya ve en büyük toplumsal kümeye haklı–haksız demeden ispatlama yarışına gireriz ve insanlığımızı çöpe atarız. Bu ispat yarışı, sevgi ve barış dilini hakim kılmak isteyen aydınları, politikacıları linç etmeye çalışmaktır, her türlü azınlık kümelerinin başında bir cellat gibi beklemektir, ölü seviciliktir… Anadolu ve dünya tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Toplumu birbirine düşman eden; Menemen, Dersim, 6-7 Eylül olayları, Kırklareli ve Çanakkale olayları, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi Mahallesi olayları, siyasi parti liderlerine yapılan linç girişimleri asla unutulmamalı ve dersler çıkarılmalıdır.

Çağımız aydınlarının, entelektüellerinin ve dürüst politikacıların en büyük görevi görünenin ardındakini gözler önüne sermek, zalim ve zorbaları teşhir etmek, onların alçak planlarını, hilelerini açığa çıkartmaktır. Bu görevi yerine getirmek tarihsel bir zorunluluktur. Bu görev, insandan umut kesilmediğini bir kere daha korkmuş tüm yurttaşlarımıza gösterecektir. Sevgi ve barış dilini yurdumuzda hakim kılacaktır. Halk bir gün harekete geçtiğinde de bu hareket, yurdunu ve halkını karşılıksız sevenlere karşı değil, şarabını almak için insanları üzüm gibi ezip, kendini alkan içerisinde bırakanlara karşı olacaktır. İnsandan umudu kesmeyeceğiz.

*Hukukçu