Halk isyanlarında üçüncü dalga: Rüzgar sola mı dönüyor? 

Çok farklı coğrafyaları kapsamakta olan bu eylemleri mercek altına aldığımızda Katalonya vb. gibi spesifik yanları olanlar bir yana, hemen tümünün benzer sorunlar ve talepler içerdiğini görmek olası. Tek adam rejimine karşıtlık…. Yolsuzluklar…. Hayat pahalılığı ve işsizlik… Üçüncü eylem dalgasının bu üç ana neden üzerinde yükseldiği görülüyor.

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

2008 Wall Street eylemlerinden sonra dünya kitlesel muhalefetler bakımından yeni bir döneme girmiş gibi. 2008 anlamlı bir tarih…. Çünkü en kuvvetli yansısını ABD'de bulan kapitalizmin yeni ve uzun küresel krizin başlangıç tarihi… Wall Street eylemleri çok büyük yankı uyandırdı ve üzerinde fazlaca tartışma yürütüldü. Bu eylemleri yeni dönemin yeni halk muhalefet modeli olarak gören ve sonraki eylemleri -bizdeki Gezi de dahil- bu yaklaşım üzerinden ele alan çok sayıda değerlendirme yapıldı. Eylemler bir süre sonra duruldu ama etki ve tartışmaları uzun süre varlığını korudu.

İkinci eylem dalgası ise 2011-2014 yıllarında yaşandı. Yunanistan, İspanya, Türkiye ve Arap Baharı ile bu ikinci dalga ilk dalgadan çok daha güçlü ve yaygın biçimde geldi. Bu eylemlerin de Wall Street eylemlerinin bir devamı olduğu ve temelde benzer özelliklere sahip olduğu söylenebilir. Ama içinde yeni ve bugünden baktığımızda önem taşıyan başka önemli nüveleri de barındırmaktaydı…

Bugünlerde ise 2018’de başlayan ve bu yıl içinde de şiddetlenerek devam eden üçüncü eylem dalgasıyla yüz yüzeyiz. Sudan, Nikaragua, Romanya, Macaristan, Tunus, Fransa, Sırbistan, Irak, Lübnan, Şili, Ekvador, Ermenistan, Azerbaycan, Katalonya, Haiti, Honduras, Endonezya, Porto Riko, Peru, Hong Kong, İngiltere vb. Arada unuttuklarım da olabilir… Ama bu kadarı bile bu eylem dalgasının ikincisinden daha derin ve yaygın olduğunu göstermeye yeter. Genelde Akdeniz havzasında yoğunlaşmış olmakla birlikte eylemlerin neredeyse dünyanın bütün kıtalarını kapsar yaygınlıkta olduğunu görüyoruz.

Yukarıda sıraladığımız ülkelerdeki bazı eylemler kitlesel gösteri niteliğinde, ama Macaristan, Sırbistan, Azerbeycan, Ermenistan, Arnavutluk, Karadağ vb. gibi yaşandığı ülkeler dikkate alındığında, hayli önemli. Zira bu ülkeler baskıcı tek adam rejimleri altında uzun süredir büyük bir suskunluğa gömülmüşlerdi. Bu ülkelerdeki eylemler dışında yaşanan kitlesel eylemler ise direniş ve başkaldırı çizgisi arasında bir yerde… Yani son derece önemli olaylar ve bu nedenle çoğunlukla “isyan” olarak nitelendiriliyorlar. Bu eylemlerde şu ana kadar yüzlerce insan hayatını kaybetti, binlerce yaralı, on binlerce gözaltı ve tutuklanma var. Tüm bunlara rağmen ısrarla devam ediyor oluşları, eylemlerin arkasında son derece güçlü dinamikler ve birikmiş bir halk öfkesi olduğunu ortaya koyar mahiyette.

GÖRÜNÜRDEKİ NEDENLER…

Çok farklı coğrafyaları kapsamakta olan bu eylemleri mercek altına aldığımızda Katalonya vb. gibi spesifik yanları olanlar bir yana, hemen tümünün benzer sorunlar ve talepler içerdiğini görmek olası.

Tek adam rejimine karşıtlık…. Yolsuzluklar…. Hayat pahalılığı ve işsizlik… Üçüncü eylem dalgasının bu üç ana neden üzerinde yükseldiği görülüyor. Eylemlerde bu faktörlerin en az ikisi ve çoğunlukla da üçü birden tetikleyici bir rol oynamış gibi. Bu ise iktidarların vermeyi kabul ettiği ve hatta verdiği bazı tavizlere karşın eylemlerin neden kesintiye uğramadan devam ettiği konusunda bir açıklama sunuyor. Zira eylemlerin kökü derinlerde, çok güçlü ve temel nedenlere dayalı… Talepler görüntüde basit gibi gözükseler de yapısal sorunlara yönelik, kısmi tavizlerle çözülemeyecek, radikal değişikleri davet eder bir nitelikteler.

HALKLAR KAPİTALİST KÜRESELLEŞMEYE VE NEO LİBERAL EKONOMİ POLİTİKALARA İSYAN EDİYOR

Yukarıda belirttiğimiz eylem nedenleri ile kapitalist küreselleşme ve neo liberal ekonomi politikalar arasında oldukça dolaysız bir nedensellik ilişkisi var. Karşı çıkılan olumsuzluklar düzeyleri değişen ama her yerde giderek daha da derinleşen biçimde bütün dünyayı sarmış sistemik hastalıklar. Dünyanın pek çok ülkesinde neo liberal otoriter rejimlerden açık faşizme doğru evrilen bir süreç yaşanıyor. Liberal temsili demokrasinin krizi, sağ popülizmin yükselişi, ırkçı ya da dinci tek adam rejimlerinin iktidara gelişi vb. denilen süreç bunu anlatıyor. Ve giderek bu otoriterleşme süreçleri bütün coğrafyalarda vakayı adiyeden bir hale dönüşmekte. Neo liberal ekonomi politikalar en başından itibaren yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik konusunda olumsuz sonuçlar üretmekteydi ve/fakat 2008 krizinden sonra iyice dayanılmaz boyutlara ulaşmaya başladı. Yolsuzluk ise tipik bir sistem hastalığıdır ama özellikle kriz koşullarında çok daha boyutlanır ve pervasızlaşır. Sistem ciddi bir vites değişikliği yapmadan bu sorunların değil çözülmesi, hafiflemesi bile artık çok zor. Sistemin en önemli ekonomi merkezlerinden yapılan uyarılara rağmen sistemin asıl karar merkezlerinin hiç vites değiştirmeye niyeti yok. Ezcümle yaşanan halk isyanlarının arkasındaki temel neden dolaysız biçimde kapitalist küreselleşme süreçleri ve neo liberal ekonomi politikalarla bağlantılı. Ve bu nedenle tek adamlar iktidardan düşürülse de hükümetler istifa etse de bazı ekonomik tavizler verilse de isyanlar süreğen niteliğini koruyor.

İSYANLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ…

Hareketler tek tek ülkelerde ekonomik ya da demokratik/siyasal nedenlerin tetikleyiciliğinde başlasalar da hızla ekonomik taleplerle siyasal demokratik taleplerin birleştiğini görüyoruz. Sudan’da ekmek isyanı, Lübnan’da iletişim zamları, Şili’de elektrik ve ulaşım zamları eylemlerin başlatıcı ana nedeniydi ama hareketler çok kısa sürede bu talepleri demokratik siyasal taleplerle birleştirdiler. Ya da tersinden Cezayir’de, Azerbaycan’da. Ermenistan’da, Arnavutluk, Macaristan ve Sırbistan’da tek adam rejimine karşıtlık temelinde başlayan hareketler hızla hayat pahalılığı, işsizlik vb. konuları da kapsama alanına aldılar. Oysa genelde eylemler iktisadi taleplerden siyasi taleplere ya geçemezler ya da epeyce bir zaman alır. Bu durum eylemlerin radikal değişiklikleri gündeme getirebilecek güçlü dinamiklere sahip olduğunu ortaya koyan bir başka özelliktir.

HAREKETLER YAYGIN VE KENT MERKEZLİ…

İsyanların esasta kent merkezli olmakla birlikte hem coğrafya hem de farklı toplumsal kesimler bakımından yaygın bir karaktere sahip olduğunu görüyoruz. Bu, hareketlerin hem nicel hem de nitel bakımdan gücünü artıran bir özellik. Eylemlerin hızla demokratik içerikli bir politikleşme yaşamasını kolaylaştıran en temel faktörlerden biri de hem kent merkezli ve hem de bu iki anlamda yaygın bir karaktere sahip olmasıdır.

YOKSUL AĞIRLIĞI ARTIYOR…

Hareketlerin tabanındaki bu yaygınlığın en önemli yanlarından biri de eylemlerin içindeki kent yoksullarının ağırlığının giderek daha görünür hale gelmesidir. Bu durum üçüncü dalga eylemlerinin sınıfsal karakterini daha belirgin kılarken aynı zamanda hareketin direngenliğini de artıran çok önemli bir etkendir. Gezi Direnişi’nde Gazi ve Tuzluçayır gibi mahallelerde çok daha direngen ve ısrarlı bir tablonun ortaya çıktığını hatırlarsak, anlatmak istediğimiz daha kolay anlaşılır…

İŞÇİ SINIFI SAHNEYE ÇIKMAYA BAŞLADI…

İşçi sınıfında son on yılda bir kıpırdanış görmekteydik. Ama 30 yıldır işçi sınıfının toplumsal hareketler içindeki rolü yine de çok zayıf bir düzeydeydi. Üçüncü dalga eylemlerde 30 yıllık bir suskunluktan sonra işçi sınıfının da yeniden ve daha görünür biçimde hareketlendiğini görüyoruz. Son yıllarda işçi sınıfı Yunanistan, İtalya, Türkiye, Meksika, Hindistan vb. gibi ülkelerde önemli direnişler sergilemiş ve toplumsal hareketlerde de kendi sınıfsal kimliğini ve örgütlerini öne çıkaran biçimde rol almaya başlamıştı. Son halk eylemleri dalgasında ise Sudan, Hindistan, Meksika, Fransa, İtalya, Şili, Lübnan, Honduras, Macaristan gibi ülkelerde bu görünürlüğün daha da belirginleştiğine şahit oluyoruz. Henüz işçi sınıfı kendini yeniden bir özne olarak ortaya koymaya başladı diyemeyiz ama bunun emarelerinin görülmeye başladığını rahatlıkla ifade edebiliriz.

KİMLİKSEL AYIRIMLAR VE MÜLTECİLİK SORUNU…

Bu dalgada kimliksel sorunların hareketi bölen değil güç ve zenginlik katan bir faktör olması da önemli bir özellik. Lübnan gibi tarihinde hem karanlık dinsel ve mezhepsel çatışmaların oldu hem de büyük bir mülteci nüfusun bulunduğu bir coğrafya da siyasetin bu ayrımları sürekli kaşımasına karşın, tüm din ve mezheplerden insanlarla, önemli bir göçmen kitlesinin eylemlerde omuz omuza olması, diğer ülkelerde de eylemlerde ne etnik ve dinsel kimliklerin ne de göçmen karşıtlığının öne çıkmıyor oluşu bu eylemlerin bir başka önemli özelliğidir. Ortak yurttaşlık kimliği ile sınıfsal kimlik eylemlerde daha öne çıkmış görünüyor.

ÖRGÜTLENME VE ÖNDERLİK…

Üçüncü dalga halk eylemlerinde altı çizilmesi gereken bir başka öge ise örgütlenme ve önderlik alanındaki arayışlarının ve girişimlerinin öne çıkmakta oluşu… Geçmiş dalgalar ile bu son dalga arasındaki en önemli farklardan biri de bu alandadır diyebiliriz. Geçmiş dalgalarda kimileri hareketlerin örgütsüzlüğünü ve öndersizliğini yenilginin ya da eylemlerin süreğen hal alamamasının en önemli nedeni olarak görürken hâkim eğilim ise örgütsüzlük ve öndersizliğin övülmesi ve bunların yeni dönem hareketlerin en önemli ve en olumlu özelliği olduğunun düşünülmesiydi. Sanırım son eylem dalgası bu konuda da yeni bir aşamayı simgelemekte. Zira bu eylemlerde hem geleneksel örgüt ve önderlik biçimlerinin ve fakat hem de yeni döneme ait eylem ve karar mekanizmalarının birlikte ve uyum içinde kullanılmaya başlandığına şahit oluyoruz. Sudan’da Komünist Parti ve bağlı sendika ve meslek odaları, diğer ülkelerde sendikalar önemli örgüt ve önderlik işlevi gösterdiği gibi aynı zamanda sosyal medya üzerinden bir önderlik ve katılımcı karar mekanizmalarının inşa edilmeye çalışıldığına sıklıkla şahit oluyoruz

BAŞARILI OLUYORLAR…

Eylemlerin sonuç aldığı ve bu sonuçlarla yetinmeyip daha ileri kazanımlara yöneldiği görülüyor. Örneğin Sudan, Cezayir, Ermenistan’da tek adam rejimleri geriletildi; bu ülkede başkanlar istifa etti, Sudan’da El Beşir cezaevine gönderildi. Ekonomik ve sendikal, sosyal haklar alanında hükümetler taviz sözü verdiler; kitlelerin talepleri doğrultusunda yeni reform paketleri hazırlayacaklarını açıkladılar. Şili’de başbakan “Kitlelerin mesajını aldık” dedi ve hükümeti istifaya çağırdı. Lübnan’da da göstericilere bazı reform vaatlerinde bulunuldu vb. Ama öyle görünüyor ki bunlar eylemleri durdurmaya yetmiyor.

HAREKETLERİN YÜZÜ SOLA DOĞRU…

Aslında Avrupa’da da rüzgârın değişebileceğine dair emareler giderek artmakta ama bugün itibariyle öne çıkan eğilimin faşizan bir yükseliş olduğu yadsınamaz. Fakat üçüncü halk eylem dalgasıyla ilgili anlattıklarımız açık biçimde göstermiş olmalı ki; özellikle Akdeniz havzasında yoğunlaşan ama dünyanın her kıtasını da kapsayan yeni bir sol dalganın eşiğinde bulunmaktayız. Son isyan dalgasının yüzünün sola dönük olduğunu söylemek yalnızca basit bir gerçeği dillendirmek olacaktır.

SONUÇ YERİNE BİR SAPTAMA, BİR ÖNGÖRÜ…

2008’de başlayan birinci dalga ve 2001-2014 arasında yaşanan ikinci dalganın en önemli sonucunun kapitalist küreselleşmenin/neo liberalizmin ve post modern iddiaların çöküşü olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en somut simgesi ise neo liberalizmin ve post modernizmin peygamberi Fukuyama’nın “Piyasa ekonomisinin ve liberal demokrasinin kesin zaferi konusunda ben yanıldım ve kapitalizmin sürekli kriz ve istikrarsızlık üreten bir sistem olduğu konusunda Marx haklı çıktı” itirafıydı.

İkinci dalgada emareleri gözüken üçüncü dalgada ise daha görünür hale gelen sınıfsallık, örgüt ve önderlik alanındaki gelişmeler ise öyle umuyorum ki post modernizmin/ burjuva liberalizminin sol versiyonu “neo” ve “post” teorilerin çok yakında “çöpe atılacaklarına” dair bir işarettir ve bu eylemler tarihe bu gelişmenin simgesi olarak kaydedilecektir.