Tünelin ucundaki ışık yerelde siyaset mi?

Macaristan ve Türkiye’de son yerel seçimlerde yaşananlar bize bir alternatif sunuyor mu? Bu iki popülist otoriter ülkede olanlar genel olarak sağ popülizmin yükselişine karşı bir umut kaynağı olabilir mi?

Google Haberlere Abone ol

M. Utku Güngör*

13 Ekim günü Macaristan’da yapılan yerel seçimde iktidar partisi ve Başbakan Viktor Orban beklenmedik bir yenilgi aldı. İktidarın en büyük kaybı Budapeşte’nin ve en büyük birkaç şehrin muhalefetin oluşturduğu blokun eline geçmesi oldu. Macaristan’da muhalefette olan beş parti bir araya gelerek yerel seçimlerde iktidarın karşısına her seçim bölgesinde tek adayla çıkmayı başardı. Önceki seçimlerde ağır yenilgilerden sonra bu zafer hem oy verenler hem de muhalefet partileri için umut verici oldu. Sonuçlar İngilizce konuşan dünyanın da ilgisini çekti ve bir kesimde sevinçle karşılandı. Sonuçta illiberal politikalarıyla tepki çeken fakat seçimlerden de başarıyla çıkan Fidesz’in yenilmez olmadığı anlaşıldı. Budapeşte’nin yeni Belediye Başkanı Gergely Karacsony de bu başarının yüzü oldu.

Karacsony’nin Budapeşte için vaatlerini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini zaman gösterecek. Macaristan 2022’deki genel seçime kadar tekrar sandığa gitmeyecek gibi görünüyor. Bu tarihe kadar Fidesz’in parlamentodaki ezici çoğunluğu devam edecek. Çoğunluk iktidar partisine anayasal değişikliklerle yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlamasına imkân sağlıyor. Ayrıca Macaristan medyasının da neredeyse tamamı Orban’a yakın isimlerin kontrolünde. Ancak muhalefet bloku da Budapeşte’de hem kent konseyinde çoğunluğu hem de belediye başkanlığını almış durumda. Budapeşte ülkenin nüfusunun beşte birini barındırıyor ve ekonomisinin üçte birini oluşturuyor. Sadece bu sebeple bile Macaristan siyaseti için çok önemli bir konumda. Dolayısıyla muhalefet şehri elinde tutmaya çalışırken iktidarın da tüm gücüyle geri almaya çalışacağını tahmin etmek güç değil.

Seçim sürecinde yaşananlar, iktidarın ve muhalefetin taktikleri ve seçimlerin sonucu Macaristan ve Türkiye’deki siyasi gelişmeleri takip edenler için enteresan benzerlikler taşıyor. Macaristan ve Türkiye sağ popülizm tartışmalarında ilk adı anılan ülkelerden. İki ülkenin hükümetleri de benzer dünya görüşlerine ve siyaset yapma anlayışlarına sahipler. Medyanın ve sivil toplumun baskı altına alınması, seçimlerde elde edilen başarılar, muhafazakarlık ve yolsuzluk suçlamaları iki ülkenin iktidarlarının benzerliklerinden sadece bazıları. Hem Erdoğan hem de Orban tekrar tekrar birbirlerine karşı olan muhabbeti dile getirmekten ve hem uluslararası arenada hem de ekonomik konularda birbirlerini desteklemekten geri kalmıyorlar. 2019’da iki ülkede yapılan yerel seçimler ve sonuçları paralellikler listesine bir madde daha ekledi.

Bir tarafta uzun zamandır ezici bir çoğunlukla medyadan sivil topluma tüm muhalif sesleri kısmaya çalışan iktidarlar, diğer tarafta ise parçalanmış farklı taktikler denemelerine rağmen sonuç alamayan muhalefet grupları ciddi bir çekişme içinde. Her iki iktidar da güçlerini ve oy tabanlarını koruyabilmek adına devletin sağladığı siyasi ve ekonomik araçları kullanmaktan çekinmiyor. Bu araçlara yerel seçimler sırasında oy verecek olanları muhalefetin belediyeleri alması durumunda işlerin iyi gitmeyeceği, kaynak akışında sıkıntılar olabileceği, merkez ve yerel yönetimler arasındaki uyumsuzlukların hizmetleri zorlaştıracağı tehditlerini eklemek de mümkün.

Karacsony aday olduktan bir süre sonra İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında da Türkiye’deki kampanyayı örnek aldıklarını ve muhalefetin Türkiye’deki zaferinin Macaristan muhalefetine de örnek olduğunu söylemişti. Benzerlikler ve örnek alma sadece seçim öncesi süreçte değil seçim sonrasında da hem iktidar hem muhalefet tarafında açıkça gözlemlenebiliyor. Seçimler üzerinden bir hafta geçmesine rağmen, özellikle Budapeşte belediyelerinin bazılarında hâlâ devir teslim yapılamadı. İktidar partisine mensup eski belediye başkanları çeşitli bahanelerle süreci uzatıyor. Bu gecikme daha çok kaybı hiç beklenmeyen bölgelerde görülüyor. Örneğin Budapeşte’de Kale Bölgesi olarak bilinen Birinci Bölge uzun süredir muhafazakâr adayların kazandığı bir yer. Bu durum Fidesz’in yükselmesiyle de devam etti. Ancak son seçimde ipi yeşil “Macaristan için Diyalog” partisi adayı göğüsledi. Bu hiç beklenmeyen değişiklik ve gecikmiş devir teslim süreci kaçırılan evraklar dedikodularıyla daha da ilginç bir hal aldı. Ferenc Gelencser’in belediyenin önünde gece gündüz nöbet tutmasıyla belediyeden bir gece yarısı çıkarılan kamyon dolusu kolinin varlığından haberdar olduk. Gelencser muhalefet blokunun bir başka üyesi olan Momentum hareketinden geliyor.

Şüphe çeken ve iktidar üyelerinin paniklerini gösteren bu olayların arasında iktidar partisi yönetimi de kuyruğu dik tutma derdinde. Başbakan Orban seçim sonrasında Budapeşte’nin önemli bir bölümünde kazandıklarını ve hatta oylarını da küçük bir miktarda da olsa arttırdıklarını söyledi. Ayrıca hükümet sözcüsü Zoltan Kovacs Fidesz’in tüm oyların yüzde 50’sinden fazlasını aldığını dolayısıyla hâlâ Macaristan’ın en büyük siyasi aktörü olduğunu belirtti. Ancak kaybedilen belediyeler de yadsınamayacak bir ekonomik güce sahip. Uzun zamandır iktidar partisinin aracı olarak kullanılan belediyelerin bir kısmının elinden gitmesi Macaristan siyasetinde neleri değiştirecek önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Peki tüm bu benzerlikler bize genel siyaset açısından bize ne anlatıyor? İki ülkede de seçim sonuçları muhalefetin uzun zamandır iktidarda olan partilerden kurtulmak için bir araya gelmesiyle şekillenmiş gibi görünüyor. Beş benzemez muhalefet partilerinin ortak bir kaygı etrafında bir araya gelebilmeleri iki ülkede de zor zamanlar yaşayan demokrasi için iyiye işaret sayılabilir, elbette. İki ülkede de bu başarıların yerel seçimlerde gelmesi tesadüf gibi görünmüyor. Ülke genelinde siyaset yapmanın yolları ne kadar kapatılmaya çalışsa da yerelden gelen baskı yeniden siyaset yapma imkanının önünü açıyor.

Popülist ve otoriter tarz ülke çapında siyaseti kısırlaştırıp kontrol almayı milliyetçi ve dini söylemlerle başarabiliyor. Türkiye ümmetin umudu ve AK Parti ülkenin düşmanlarının kâbusu olurken, Macaristan Hristiyanlığın ve Avrupa medeniyetinin bekçisi ve Fidesz Macar milletinin tek çaresi rolünü üstleniyor. Aşırı milliyetçilik ise hamasetin motor gücü işlevini görüyor. Ulus devlet örgütlenmesi altında ulusal politikalar konuşulurken bu siyaset tarzı pekâlâ oy verenleri cezbedebiliyor. Macaristan ve Türkiye’de son yerel seçimlerde yaşananlar bize bir alternatif sunuyor mu? Bu iki popülist otoriter ülkede olanlar genel olarak sağ popülizmin yükselişine karşı bir umut kaynağı olabilir mi?

Yalnızca seçim sonuçlarına bakarak bu sorulara cevap vermek için çok erken. Seçim sevinci geçtikten sonra siyasetçilere düşen ciddi bir sorumluluk var. Oy verenlerin umutları üzerinde yükseldikten sonra sert bir şekilde düşmemeyi ve vaat ettikleri siyaseti işletmeleri gerekiyor. Örneğin Türkiye’de yerel seçimlerin ardından çok olumlu bir hava esse de militarist milliyetçi söylemlerle iktidar şimdilik bu havayı dağıtmayı başarmış gibi görünüyor. Türkiye’de muhalefetin en önemli ayaklarından biri olan HDP maalesef diğer partiler tarafından yalnız bırakıldı. Hele de kayyum atamalarının neredeyse görmezden gelinmesi ve son olarak Selçuk Mızraklı’nın tutuklanması ardından muhalefetin diğer üyelerinden neredeyse cılız bir ses dahi çıkmaması Türkiye’de partiler düzeyinde ayrılığın yakın gelecekte çözülmesinin zor olduğunu gösteriyor. Macaristan’da ise şimdiden muhalefet blokunda görev paylaşımları ve muhalefet ortaklarının yolsuzlukları ile mücadele konularında endişeler baş gösterdi. Her iki ülkede de iktidarların muhalefet blokunu dağıtmak için yeteri kadar zamanı var. Türkiye örneği de sadece iktidarı elinde bulunduran partinin seçimlerde yenilmesi odaklı stratejinin uzun ömürlü olmayabileceği işaretini veriyor. Ancak unutmamak gerekiyor ki son yıllarda iki ülkede de otoriter iktidarlara karşı alınabilen en kayda değer başarılardan biri yerel seçimlerde alınan sonuçlar oldu. Belki de bu sebeple bir mücadele sahası bulunduğu ancak mücadelenin geleceği konusunda hâlâ kat edilmesi gereken uzun bir yol olduğunu söyleyebiliriz.

*Doktora Adayı, Central European University