Sonra diyenler sonra olmayacak…

Son yerel seçimlerde bir muhalefet bloku oluşturulduğu için seçim kazanıldı. Bu siyasi olarak çok değerli bir kazanım ve çokça kıymetini bilelim. CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi arasında demokrasi ve hukuk temelinde güçlü bir siyasi işbirliği ancak AKP-MHP iktidar blokunu geriletebilir. Son seçimler bunu bize gösterdi ve başkaca da bir siyasi seçenek bulunmuyor. Demokrasiyi kazanmak ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzen için bu muhalefet ittifakını tahkim etmek gerekiyor. Buna da şimdi bugün ihtiyaç var.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Paçal

Kaz Dağları’nın altın madencilerinin saldırısına uğraması, İzmir yanarken Orman Bakanı'nın seyirci kalması, Davutoğlu’nun 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 tarihleri arasında yaşananlara karşı “terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” açıklaması, İdlip’te gözlem noktalarına sürekli taciz atışı yapılıyor olması, seçilmiş dört belediye başkanının bir sabah aniden darbe yaparcasına görevden alınması, ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarının yan etkisi olarak gecenin köründe dolar kurunun 6.50 seviyelerine fırlaması ve son olarak Emine Bulut’un çocuğa önünde bıçaklanarak “ölmek istemiyorum” diye diye öldürülmesi olaylarını iç içe yaşadık.

Bakıldığında birbirleriyle ilgisi yokmuş gibi duran bu olayları puzzle parçaları gibi bir araya getirdiğimizde her yanıyla istikrarsız, güvensiz ve kırılgan bir ülke resmi çıkarıyor karşımıza…

Bu olaylara tek tek veya topluca bakıldığında ise buna neden olan faktörlerin başında kötü, hukuksuz ve anti-demokratik bir yönetim sorunu ile karşılaşıyoruz.

Öyle, çünkü “balık baştan kokar” misali ülkeyi yönetenler haktan ve hukuktan çıkmış ve hatta anayasa ve yasalara dahi uymayan bir otoriter yönetim benimsemişlerse başımıza ve herkesin başına nerede ne zaman ne geleceği belli olmaz. Kuralsızlık ve yasa tanımazlık bir ülkede yönetim şekli durumuna getirilmişse o vakit, o ülkede herkes kendi orman kanunlarına göre davranır.

Bunun sonucunda ise haklı olan haksız duruma düşürülür.

Aklı başında insanların Türkiye için şurası da doğru gidiyor dediği hiçbir yanı kalmadı.

Başlayalım…

Davutoğlu “insan yüzüne çıkamazlar” dediği (bence “insan içine” olacak sözün doğrusu) 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 tarihleri arasında neler yaşandı ve ne olaylar oldu?

Bence yakın zaman tarihi içinde en kanlı olayların yaşandığı bir kara dönem oldu ve yüzlerce insan savunmasız bir şekilde atılan bombalar altında çoluk çocuk demeden can verdi.

Davutoğlu bu açıklamayla cini şişeden çıkarmış oldu.

O dönem bu katliamların yapılmasına karar veren ve uygulayanların kim veya kimler olduğunu açıklaması, ölen yüzlerce insanın katillerinin açığa çıkarılmasının sorumluluğu artık Davutoğlu’nun omuzlarındadır.

Davutoğlu başbakan iken geride bıraktığı günahlarında bir nebze olsun arınmak ve yeniden siyaset sahnesinde yer almak istiyorsa bu ancak, bu karanlık dönemi aydınlatacak itiraflarla olabilir.

Yok, bu açıklamayı Erdoğan’a gözdağı vermek ve üzerine gelmesini caydırmak için yaptıysa Erdoğan buna pabuç bırakmaz, demeye kalmadı hakkında “anayasayı ihlalden” suç duyurusu yapıldı bile…

Davutoğlu ya bu dönemi aydınlatılması ve suçlularının ortaya çıkarılmasına karar verecek ya da bu suçlular onun geleceğini karartacak.

Karar kendisinin artık…

Çünkü AKP, 7 Haziran seçimlerinde kurulduğu günden beri ilk kez meclis çoğunluğunu kaybetti. Sonraki beş aydaki iktidarın yeniden elde edilmesi sürecinde de memleket kan gölüne döndü.

Dönemin başbakanı Davutoğlu’nun “terör olayları oyumuzu arttırıyor.” demesi terör ve şiddetle sindirilen bir ülkede iktidarın güçlenmesi kaçınılmaz olur tespitini doğruluyor.

Bu gün ülke hukuksuzluk ve zorbalık altında inliyorsa bunun siyasi ve idari temelleri o dönem atıldı.

Bu nedenle 7 Haziran-1 Kasım dönemi aydınlanırsa o günden bu güne tüm olaylar çorap söküğü gibi ortaya çıkar.

Mesela çözüm süreci bu dönemde bitirildi ve müzakere masasına tekme atıldı. AB Türkiye ilişkileri bu dönemde donduruldu ve hâlâ ne olacağı belli değil devamla 17-25 Aralık yolsuzluk haftası bu dönemin ardında ortaya çıktı. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla 15 Temmuz darbe girişimi ve sonunda Cumhurbaşkanlığı hükümet modeli ve 24 Haziran seçimleriyle süreç bugüne getirildi.

Bugünkü baskı rejimi adım adım örüldü.

Bugün Selahattin Demirtaş ve HDP yöneticilerinin hepsi hapiste, kayyım uygulamalarının Diyarbakır, Mardin ve Van’dan başlayarak ucunun nereye kadar gideceği belli değil…

Ahmet Altan ve pek çok gazeteci haksız yere hapiste tutuluyor.

Osman Kavala gibi sivil toplumcu aktivistler yok yere çile çekiyorlar.

Tüm bu süreçler işte o kapkaranlık dönemin içinde alınan kararlar uygulandı.

Bugün Suriye’ye karşı Suriye Kürtlerine karşı sürdürülen savaş siyaseti de bu dönemin bir başka ürünü, içeride savaş siyasetini araçsallaştırarak hukuksuzluk ve zorbalık yapmayı maskelemek ve her önüne geleni terörist ve terör örgütü ile ilişkilendirmek ve bunu sıradanlaştırmak, günlük rutinlerimizin biri durumuna getirildi.

Diğer yandan AB ilişkilerinin dondurulması içinde azami gayret gösterildi.

AKP için AB sürecinin 2015’ten sonra en rahatsız ettiği nokta demokratikleşme ve yeni anayasa sorunuydu. Ancak diğer yandan ise ekonomik ilişkileri korumak istiyorlardı. Bu durum AB içindeki Türkiye karşıtlarıyla, Türkiye içindeki AB karşıtlarının tam istediği bir ilişki biçimiydi ve nitekim de böyle oldu. AB için bugün Türkiye, ticaret ortaklığı yaptığı, parayla göçü önlemeye çalışan bir devletten farkı kalmayan ülke durumunda bulunuyor.

Rusya ve Çin ile yakınlaşmak daha işlerine geliyor. Demokrasi, özgürlük falan isteyen yok aksine daha fazla otoriterliği teşvik eden bir çıkar ilişkileri yumağı var.

Şimdi…

Son yerel seçimlerde bir muhalefet bloku oluşturulduğu için seçim kazanıldı.

Bu siyasi olarak çok değerli bir kazanım ve çokça kıymetini bilelim.

CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi arasında demokrasi ve hukuk temelinde güçlü bir siyasi işbirliği ancak AKP-MHP iktidar blokunu geriletebilir.

Son seçimler bunu bize gösterdi ve başkaca da bir siyasi seçenek bulunmuyor.

Demokrasiyi kazanmak ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzen için bu muhalefet ittifakını tahkim etmek gerekiyor.

Buna da şimdi bugün ihtiyaç var.

Kayyım darbelerini önlemek ve yeni bir siyasi dönemin kapılarını açmak için bugün güçlü ve mücadeleci bir muhalefet yapmak gerekiyor.

Çünkü bu işin sonrası yok, sonra bakarız diyenler sonra olmayacaklar…

Bitirirken…

Kaz Dağları talanı ve İzmir ormanlarının yanması sırasında aklıma gelmişti.

Hem yerli ve milli olup hem de kendi toprağına, kendi ormanına ranttan gözü dönmüş gibi bakan bir hükümet varsa, Kanada’dan gelen bir şirket çevre katliamı yapar.

Ve Emine Bulut “ölmek istemiyorum” diye diye öldü, hem de “ölme anne” diyen kız çocuğunun gözleri önünde…

Balık baştan kokarmış dedik ya başlarken…

Bu hukuksuzluk ve zorbalık katillere de örnek oluyor.