Dayanışma hayat kurtarır

Suriyeli mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamaların önüne geçmek için dayanışmak ve yan yana olmak zorundayız. Uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri olan “geri gönderme yasağını” bile hiçe sayan devlet, Suriyeli mültecileri kitlesel olarak -devam eden çatışma ortamına- sınır dışı etmeye başladı.

Google Haberlere Abone ol

Ceren Acer*

Mülteci, sığınmacı, göçmen, düzensiz göçmen, vatansız ve geçici koruma statüsüne sahip olanların hukuki durumlarına ilişkin uluslararası standartlar BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi (1951); BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi'ne Ek 1967 Protokolü; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950); İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) tarafından belirlenir. Türkiye mevzuatında söz konusu düzenlemeler, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (2013) ve Geçici Koruma Yönetmeliği (2014) ile gerçekleştirilir. Türkiye’nin imzaladığı 1951 BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’ne koyulan coğrafi çekince gereği Avrupa Konseyi ülkelerinden gelen sığınmacılar “mülteci” statüsünde kabul edildi. Suriye'deki iç savaş nedeniyle 2011 yılından itibaren kitlesel olarak Türkiye’ye gelen Suriyeli mülteciler için hukuki statü özelliği taşımayan “misafir” kelimesi kullanıldı ve ancak 22.10.2014 tarihinde “Geçici Koruma Yönetmeliğï’nin yürürlüğe girmesiyle beraber Suriyeli mülteciler için “Geçici Koruma” statüsü getirildi. Türkiye’de şu anda büyük çoğunluğu geçici koruma statüsüne sahip ama farklı statüsü de olan yaklaşık (kayıt dışı olanlar da düşünüldüğünde) 5 milyon göçmen bulunmakta. (Her ne kadar Suriye'den gelen kişiler için hukuki olarak mülteci statüsü kabul edilmese de bu yazıda özellikle Suriyeli mülteci ifadesini kullanmayı tercih ettim.) Mevzuat gereği kayıt işlemlerini tamamlayan ve geçici koruma kimlik belgesine sahip olan Suriyeli mülteciler kamu hizmetlerinden yararlanmaya başladı. Ancak en başta kayıt işlemleri olmak üzere tüm bu hizmetlere erişimde ve diğer ihtiyaçlarda çok ciddi aksaklıklar yaşandı. Birleşmiş Milletler raporuna göre dünyada en çok Suriyeli mültecinin bulunduğu ülke olan Türkiye'nin göç politikası birçok yönden eksik kaldı, göçmenlerin ihtiyaçlarına cevap veremedi. Suriyeli mültecilerin topluma uyum sağlamasında önemli bir yer tutan kamu hizmetlerinden yararlanma ve iş piyasasına erişim, Suriyeli mültecilerin en başlıca problemi haline geldi. Buna rağmen, Suriyeli mülteciler ile ilgili yapılan çalışmalarda (mültecilere destek sunan STK’lar dışında) Suriye'den gelen kişilerin karşılaştığı sorunların çözümü yerine genellikle Türkiyelilerin göç politikasına dair düşünceleri ele alındı ve Suriyeli mültecilerin ihtiyaçları görmezden gelindi.

Suriyeli mültecilerin en çok barındığı şehir, resmi verilere göre 547 bin 479 kişi ile İstanbul. Kayıtlı olmayanların sayısı ile birlikte bu sayının yaklaşık iki katı Suriyeli mülteci İstanbul'da yaşıyor. Nüfus yoğunluğunun önüne geçmek için Şubat 2018'de Suriyeli mültecilerin İstanbul'a kaydı durduruldu. Ancak bu uygulama fiiliyatta işe yaramadı. Çoğu mülteci kayıtlı olduğu şehirde iş bulamadığı için kaydını İstanbul’a taşıyamasa da İstanbul'da ikamet etmeye devam etti. Bu bir zorunluluktu çünkü İstanbul dışındaki şehirlerde ırkçılık ve ayrımcılık daha yoğundu ve çalışmak için yeterli iş imkanı yoktu. İstanbul’da yaşayan Suriyeli mültecilerin büyük bir çoğunluğu yıllarca, kayıt dışı ve asgari ücretin altında güvencesiz olarak çalıştı. Çalışma izninin işverence alınma yükümlülüğü, işçinin emeğini sömüren işverenin lehine getirilmiş bir uygulama oldu. Geçtiğimiz hafta bu duruma ilişkin İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada: “...Düzensiz göçle mücadele çalışmaları kapsamında ülkemize yasa dışı yollardan giren düzensiz göçmenlerin yakalanarak sınır dışı edilmelerine devam edilmektedir. Geçici koruma kapsamında olmakla birlikte, İstanbul ilinde kaydı olmayan (diğer illere kayıtlı) Suriye uyruklu yabancıların, kayıtlı bulundukları illere geri dönmeleri için 20 Ağustos 2019 tarihine kadar süre verilmiştir. Belirtilen süre sonunda geri dönmediği tespit edilenler, İçişleri Bakanlığımızın talimatı doğrultusunda kayıtlı oldukları illere sevk edileceklerdir...” ifadelerine yer verildi. Geçici koruma altındaki Suriye uyruklu kişiler için “misafir” kelimesinin yeniden kullanılması bir anda değişen politikayı da açıklıyordu. Yine çoğu Suriyeli mültecinin kayıtlı olmadığı halde çalışmak için İstanbul'da ikamet ettiği herkes tarafından bilinen bir gerçek olmasına rağmen kısa süre içinde Suriyeli mültecilerin kayıtlı olduğu şehirlere dönmeleri talep ediliyordu. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 31.03.2019 tarihinde 31 bin 185 Suriyeli mülteciye çalışma izni verildiğini açıklamıştı. Bu veri bile sayısı milyonları bulan Suriyeli mültecilerin kayıt dışı çalıştığını göstermekteydi. Kayıt dışı çalışan Suriyeli mültecilerin sayısının çalışma izni alan mültecilerden daha fazla olduğu bilindiği halde neden bir anda çalışma izninde ve kayıtlı olduğu yerde yaşama yükümlülüğünde denetlemeye gidildi?

Tüm bu açıklamalar, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında hükümetin politika değiştireceğini akıllara getirdi. Seçim zamanı sıkça gündeme gelen Suriyeli mülteciler seçimin kaybedilme nedeni olarak görüldü ve fatura mültecilere kesildi. Zaten her seçim zamanı araçsallaştırılan ve özellikle muhalefet partilerinin ırkçı propagandalarının (Örneğin; Suriyeliler yüzünden suç oranı arttı, işsizlik arttı vs.) öznesi olan Suriyeli mülteciler, varlıklarının tehdit altında olduğunu biliyor ve korkuyorlardı. Suriyeli işçilerin sayıca fazla olması -Türkiye gibi işsizliğin yüksek olduğu bir ülkede- işçiler arasında gerilim ve çatışma ortamını artırdı. Türkiyeli işçiler, ülkenin göç politikasına dair eleştirilerini ve yaşanan ekonomik krizin öfkesini Suriyeli işçilere yansıttı ve medya/sosyal medyada yer alan haberlerle birlikte nefret dili yaygınlaştı. Muhalefetin, iktidarın göç politikasını eleştirmesi ancak alternatif çözüm üretmemesi ve hükümetin yeterince bilgilendirme yapmaması toplumdaki kutuplaştırmayı artırdı. Basına yansıyan son anketlerde Suriyeli mültecilerin ülkemizden gitmesi yönünde eğilimin ne kadar yüksek olduğu görüldü. Toplumda gelişen derin ırkçılık ve ayrımcılık sonucu iktidar da göç politikasında değişikliğe giderek yukarıda sıraladığımız uluslararası sözleşmelere aykırı uygulamaların başlayacağı/artacağı uyarısında bulundu. Enformel sektörde çalışan mülteciler, derinleşen ekonomik krizin günah keçileri ilan edildi ve AB ile kirli pazarlıkların sinyallerini gösteren geri kabul anlaşmasına dair eş zamanlı açıklamalar geldi. Öte yandan açıklamalar öncesinde de "gönüllü geri dönüş" adı altında “gönüllü” olmadıkları halde Suriyeli mülteciler sınır dışı ediliyordu ve bunun yaygınlaşma endişesi her zaman vardı. Ancak ilk defa resmi bir açıklama yapılması ve kullanılan dilin değişmesi Suriyeli mültecilerin korkularını artırdı ve onları evden çıkmama noktasına getirdi.

Suriyeli mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamaların önüne geçmek için dayanışmak ve yan yana olmak zorundayız. Uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri olan “geri gönderme yasağını” bile hiçe sayan devlet, Suriyeli mültecileri kitlesel olarak -devam eden çatışma ortamına- sınır dışı etmeye başladı. Avrupa'da tırmandırılan faşizme karşı yükselen anti faşist mücadeleyi ve bu bağlamda geliştirilen dayanışma pratiğini önümüze koyduğumuzda; Türkiye sol hareketinin bile gündemine giremeyen mülteci hakları savunuculuğunda başarılı olamadığımız ortada. Göçmen karşıtlığı ile ırkçılığa karşı ortak eksende mücadele ağlarını örmek için yalnızca okumak ya da yazmak yetmez ancak temas ederek parçası olabiliriz.

*Avukat