Soldan bakıldığında 31 Mart: Riskler ve olanaklar

Önümüzdeki süreçte ekonomik krizin daha da derinleşeceğini ve bunun da egemen bloktaki siyasi ve ideolojik zafiyeti daha da artıracağını herkes öngörebilmektedir. Solun seçim sonuçlarını, bu sonuçların yarattığı imkanları bu gerçek üzerinden okuması ve hazırlık yapması gerekir. Bugünden tezi yok bütün dikkat ve gayretler bağımsız bir sol seçeneğin oluşturulması noktasına odaklanmalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

En genel anlamdaki sol kavramından kalkarak 31 Mart yerel seçimlerine baktığımızda (HDP, TKP ve bazı bağımsız adaylar dışta bırakılırsa) seçimlerde yarışan tüm partilerin genel anlamda sağ kavramı içinde yer aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette CHP ve DSP’de bu sağ tanımına dahil… Gelinen yerde terminolojik sadakat gösterilecekse bu iki partiye “düzen solu” anlamında bile sol demek olanaksız.

Bu koşullarda 31 Mart yerel seçimlerinde eğer adını hak eden nicelik ve nitelikte bir sol olsaydı, o soldan beklenen doğal olarak iki cepheden birini desteklemesi değil, kendi bağımsız programı ve adaylarıyla seçim sahnesine katılması olurdu. Sorun şu ki; nitelik ve nicelik faktörlerinin toplamı üzerinden baktığımızda, bugün siyaseten etkili bir sol seçeneğin varlığından söz edemiyoruz. Sonuçta solun belli kesimleri, ilkesel bakımdan anlamlı ama bugünün politik dengeleri açısından bir karşılığı olmayan bir tutumla kendi bağımsız kimlikleriyle seçim sahnesinde yer aldılar. Önemli bir bölüm ise politik bakımdan daha anlamlı ama ilkesel bakımdan hayli sorunlu bir tutumla muhalefet blokunu aktif ya da dolaylı biçimde desteklediler. HDP ise etkili ve/fakat özel gündemli bir parti olarak, kendi gündemi açısından doğru bir stratejik hamle yaptı. Bu konuya daha önce Gazete Duvar’da yer alan bir yazımda değinmiştim.

Denilebilir ki, ortada bir faşizan hareket bir de nispeten demokratik iki cephe var; bu koşullarda muhalefet cephesini desteklemek doğru değil midir? Bu mümkündür ama eğer ortada gerçekten nispeten demokratik bir cephenin varlığı koşullarında ve eğer siz bir güçseniz, yani bu blokun kaderini belirleyebilme şansınız varsa… Ama hem böyle bir güç söz konusu değil ve hem de çok gürültülü kampanyaların ve toplum içine nüfuz etmiş güçlü kutuplaşmaların ötesine geçip gerçekliğe baktığımızda, iktidar bloku ve muhalefet bloku arasında var olan ayrım çizgileri sanılandan çok daha ince. Bu iddiamızı daha anlaşılır kılmak için iki temel unsura bakmamız yeterlidir.

Birincisi; muhalefet bloku gerek genel ekonomi politikalar alanında gerekse yerel ekonomi politikalar alanında iktidar blokundan farklı bir programa ve pratiğe sahip midir? İkincisi; muhalefet bloku gerek genel gerek yerel alanda farklı bir demokratikleşme programına ve eyleme sahip midir? Bırakalım kapsamlı bir ekonomik ve siyasal demokratikleşme programına sahip olabilmeyi, bizler epeyce bir süredir muhalefet blokundan bu konularda kısmi olarak anlamlı sayılabilecek bir yaklaşım bile duyamadık. Hatta yürütmenin güçlendirildiği yeni sistemden eski-parlamenter sisteme geçileceğine dair açıklamaların bile uzun süredir seslendirilmemeye başlandığını biliyoruz. Gerçek şu ki, muhalefet bloku da iktidar bloku da ekonomik ve siyasal anlamda aynı neo liberal eksen üzerinde durmaya devam ediyorlar. Uluslararası sermaye ile yerli patronların çizdiği ekonomik ve siyasal güzergahtan çıkmaya niyetli değiller. O zaman hem neo liberal ekonomi programına hem de bu programın siyasal bir türevi olan güçlü yürütme anlayışına sadakat kaçınılmaz oluyor.

Uluslararası ve yerli büyük sermaye çevreleri bir müddettir “Erdoğansız bir AKP” formülünden yeniden “Erdoğanlı bir AKP formülüne” dönmüş gözüküyorlar. Ama zayıflatılmış bir Erdoğan istiyorlar… Muhalefete tanımlanan en önemli rol de bu, yani Erdoğan’ı zayıflatmak… Muhalefete bunu başarın diyorlar ama bunu yaparken muhalefete bölüşümcü ekonomi politikalardan ve yeniden parlamenter sisteme geçiş taleplerinden uzak durmak gibi kırmızı çizgiler de çekilmiş durumda… Üstelik kriz ortamında bu sınırlar çok daha kalınlaştırılmış durumda. Bu yüzdendir ki muhalefet sınıfsal eksenli talepleri başa alan politika, demokrasinin genişletilmesi ve yerel yönetimlerde farklı ve toplumcu bir yerel yönetim modeli ile seçmenlerin karşısına çıkma konularında anlamlı bir suskunluk içinde. Muhalefet dışarıdan bakıldığında anlaşılmaz biçimde, AKP’yi asıl gerileteceği bu alanlarda çok cılız bir muhalefet sergiliyor. Ve dahası ironik biçimde bizzat CHP yönetimi eliyle muhalefet her geçen gün daha da sağcı bir çizgiye yerleşiyor.

Peki bu koşullarda muhalefeti desteklemek sol açısından yanlış mıydı? Eğer iktidar ve muhalefet bloku arasındaki ikilemler, faşizm ve anti faşizm, diktatörlük ve demokrasi, emek ve sermaye ikilemleri üzerinden tanımlanır ve muhalefet blokunun ikincileri temsil ettiği iddia edilerek sol güçlerce desteklenirse, elbette ve tartışmasız biçimde bu destek politikası yanlıştır. Ama eğer bağımsız politikayı realize edecek sol bir gücün olmadığı bu koşullarda, 31 Mart seçiminin düzen içi dengeleri değiştirebileceği, düzen içi seçeneklerin krizini artıracağı ve bunun da bağımsız bir sol seçeneğin inşası açısından çok daha elverişli koşullar yaratacağı saptaması üzerinden muhalefet bloku desteklenmişse, bu tutumun ilkesel ve politik bakımdan doğruluk marjı vardır.

Bu ikisi arasındaki fark sol ile muhalefet bloku arasındaki ilişki ve çelişkilerin doğru tanımlanması farkıdır ki, bu fark sol güçlerin yakın gelecekteki politik tutumlarının birbirinin tam tersi yönde şekillenmesi sonucunu doğurabilecek önemdedir. Ne yazık ki sol güçlerin muhalefet blokuna destek politikaları genel olarak bu ilk ve yanlış temel üzerinde yükselmiştir. Bu oluşumların önümüzdeki süreçte giderek daha da sağcılaşan muhalefet blokuna eklemlenme ve böylece muhalefet blokunca daha sağ bir konuma çekilme riskleri hiç de az değildir.

Oysa seçimler büyük ölçüde sola alan açılmasını kolaylaştıracak bir sonuçla neticelenmiştir. Bugünden sonra solun yapması gereken, egemen blokta giderek büyüyeceği görülen iç hesaplaşma ve parçalanmalardan, artan yönetme zafiyetinden bağımsız bir sol odak inşa etmek doğrultusunda azami ölçüde yararlanmaya çalışmaktır. Muhalefet blokuna her eklemlenme bu amaçtan uzaklaşmak, egemen bloktaki zayıflamayı fırsata çevirme olanaklarını heba etmek demektir.

Önümüzdeki süreçte ekonomik krizin daha da derinleşeceğini ve bunun da egemen bloktaki siyasi ve ideolojik zafiyeti daha da artıracağını herkes öngörebilmektedir. Solun seçim sonuçlarını, bu sonuçların yarattığı imkanları bu gerçek üzerinden okuması ve hazırlık yapması gerekir. Bugünden tezi yok bütün dikkat ve gayretler bağımsız bir sol seçeneğin oluşturulması noktasına odaklanmalıdır.

Bu doğrultuda yapılması gerekenlerin ilki ve en temel olanı, kriz koşullarında yükselmesi çok muhtemel olan sınıf muhalefetiyle ve demokratik muhalefetle birleşmeyi önceleyen bir siyasal önceliğe sahip olmaktır.

İkincisi de, en geniş sol birlikteliği bugünden sağlayacak yöntemler, formasyonlar üretmektir. Bu adım CHP’nin tabanından, ilerici sendikalara, sosyalistlere, sol Kemalistlere, anti kapitalist Müslümanlara ve tabii ki demokratik/devrimci Alevi hareketiyle demokratik/devrimci Kürt hareketine kadar bütün sol potansiyelin birlikte hareketini sağlayacak mekanizmaların oluşturulmasıyla taçlandırılmalıdır.

Dersim'de Kürt muhalefetiyle birlikte hareket olanaklarının artması bu açıdan özel ve teşvik edici bir örnek olacaktır. Dahası Dersim’de gönlü soldan yana atan tüm CHP tabanı da bu bileşenin parçası yapılmalıdır. Aynı birliktelik meclis içinde de oluşturulabilir ve yukarıdaki kriterlere uygun farklı partilerden milletvekillerinin gayri resmi de olsa bir “Emek, Özgürlük ve Eşitlik Gurubu” vb. isimler altında birlikte hareketi sağlanabilirse, yine aynı perspektifle ve aynı ya da benzer bir isimle bir aydın inisiyatifi (üyesi olduğum Mülkiyeliler camiasının bu konuda öncü olmasını çok isterdim) ve bir işçi muhalefet platformu oluşturulabilirse vb. sol, seçimin yarattığı olanakları bir fırsata ve güce dönüştürebilecektir.