'Dünyanın obruğu'nda demokrasinin çarkı gıcırdıyor

Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni dünyanın bir yerinde çökme sonrası oluşan bir obruğa benzetmek yanlış olmasa gerek. Buna rağmen kimse seçim propagandasında birbirine karşı Demirci Kawa’nın gürzünü kullanmıyor. Medya organları sergiledikleri performansla, oluşabilecek en ufak usulsüzlüğü deşifre edeceğini hem halka, hem yönetim tabakasına kanıtlamış durumda.

Google Haberlere Abone ol

Rawîn Stêrk

Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde, bütün Ortadoğu tarafından görmezden gelinen, dolayısıyla da kendi sınırları dışında kalan yerler açısından sessiz sedasız bir seçime gidiliyor şu sıralar. 30 Eylül’de, 3 milyon civarında nüfusu bulunan, hem yönetim hem başka bazı kriterler açısından da dünyanın en enteresan yerlerinden biri olan bu küçücük, kuşatılmış bölge seçimleri yaşayacak. Bir milyonu aşkın kişi 6 bin 412 oy kullanma merkezinde oy kullanacak.

Evvela bu bir seçim güzelleme yazısı değildir. Demokrasi havariciliği de hiç değildir. Şahsen hiçbir toplu seçime inanmam ve sağlıklı bir geleceğe çıkacağı konusunda da zerre kadar güven duymam. Hayatım boyunca da hiçbir seçimde oy kullanmadım, (Ki bu yaklaşık 15 seçime denk geliyor) kullanmayı da düşünmüyorum belirsiz bir süre. Olur da dünyanın herhangi bir kasabasında, bağlı bulunduğu ülkeden, şehirden ayrılmak üzere bir sandık kurulur ve oy hakkım olursa, bunun için kullanabilirim. Dolayısıyla da her türlü genel ve yerel seçimin sandıklısından tutun elektroniğine kadar, toplumlar açısından zehirli birer iğne olması dışında bir getirisi olmadığı konusunda hiçbir soru işaretim yok. Liberaller ve bilumum sol cenah hop zıplayıp şerh kıtaları salacak olsalar da, seçimlerin faşizmin nota akordu olduğunun sağlamasını yapmak için onlara bir ayna yönüne doğru ilerlemelerini salık verebiliriz. Dolayısıyla seçim güzellemesi suçlamasını bertaraf etmiş olalım.

Gelelim yazının gerekçesine o halde… Malumunuz çok kısa bir süre önce bir gürz seçim geçirdik Türkiye'de. Kimisi tekrarlandı, "şaibeli", "eşit olmayan koşullarda yapılıyor" dendi. Süreç bazen ittifaklarla bazen dışlamalarla geçti vs. Hele son birkaç seçim sürecini düşünecek olursak, her seçim süresince toplum olarak zannedersiniz şu lunaparklardaki rüzgar gülüne benzeyen sky trip denen aletlere bindik. Propaganda süreleri romatizma sancısı gibi başlayan giderek dalağı, böbrekleri sıktıkça sıkan bir burgaç gibi nihayetinde de her seferinde yeni bir savaştan ama aynı yerden çıkmış gibi olduk hep birlikte. Her seçim sonrasında da bir tarafımızdakiler birer Ulubatlı Hasan, diğer tarafımızdakiler ise birer yenilmiş ama teslim olmamış çilekeş Yusuf birer devrimci ve demirci Kawa tribine girdi durmadan. Televizyonları her açışımızda, suratımıza çarpan adamlar, ertesi gün bizi gördükleri yerde anamızı ağlatacaklarmış gibi çemkirmiyor muydu? Kampanya süreçleri bu demokrasiyle yönetilen ülkede nedense her türlü düşmanlığa rağmen tarlayı birlikte ekip, hasat zamanı da birbirlerinin anasını ağlatacakları üzere vedalaşan hasım aşiretlerin sürtüşmesi gibi geçti durmadan. Türkiye’yi diğer bütün Ortadoğu ülkeleriyle kıyasladığımızda ise, en ileri düzeyde demokrasiye sahip olduğunu söylemek haksızlık olmaz kanımca. En azından izlediğim birkaç ülkenin seçimleri bildiğin bizim köyün muhtarlık seçiminden daha cafcaflıydı.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (ki Irak Anayasası böyle der, ısrarla o yüzden resmisini yazıyorum) parlamento seçimlerine azıcık göz atalım. Hem çalıştığım medya kuruluşu üzerinden anlık enformasyonun akışı içindeyim, hem de özel ilgi alanı olması hasebiyle, devam eden propaganda sürecini yakinen izliyorum. Bunca dünyadan bihaber şekilde geçiyor olmasına rağmen Kürdistan’da tam anlamıyla demokrasi kavramının geçer halini kıskandıracak bir seçim süreci yaşanıyor. Bağımsızlık referandumu ile birlikte ‘dost Türkiye’ ve ‘dost Türkiye’deki dost halklar, dost sosyalistler, dost komünistler, dost liberterler, dost ve hatta kardeş Kürtler’ sırtını dönmekle kalmayıp, adeta böyle bir ‘dostu’ hiç tanımamışlar pozisyonuna geçtiği için, sanırsınız Şemdinli sınırından Nûsaybin’e kadar gökyüzüne kadar uzanan kalın bir duvar örülmüş gibi. O yüzden de bu atmosfer bu taraftakilerin tümünün sırtlarından geri kendi içine dönüyor. Yüksek Seçim Kurulu, daha önce bütün partilere verdiği maddi katkıyı, son birkaç yıldaki gelişmeler nedeniyle bu kez veremedi. Partiler de olabildiğince kendi kaynaklarıyla seçim kampanyası yürütüyor. Elbet büyük partilerin kendi kaynakları açısında buradan eşit olmayan bir rekabet olduğu söylenebilir. Ancak bu kimse tarafından örgütlenmiş bir haksızlık olarak görülmüyor. Yüksek Seçim Kurulu’nda ise bütün partilerin üyeleri yer alıyor. Yani bu kurul bağımsız kişilerle birlikte, bizzat partiler tarafından atanan üyelerden oluşuyor. Karar alma süreçlerinde bütün parti adaylarının oyu belirleyici bir etkiye sahip ve her partinin de bir üyesi var. Ayrıca bunun için partinin parlamentoda bulunması gibi bir zorunluluk da yok.

Propaganda süresi aynı buradaki gibi YSK tarafından belirleniyor ve medya da bu konuda ciddi bir sınav veriyor. Kürdistan’daki hemen her partinin birer ikişer televizyon kanalı olmasıyla birlikte, amiral gemi konumundaki Rudaw Medya Grubu ve diğer organlar, bütün partilerin sesini olanca özgürlükte verme konusunda adeta yarışıyor. Öyle ki, buradaki medya gibi, en büyük partinin en büyük temsilcisini misafir etmekle değil, en az oy alan, hatta bağımsız seçime gireni ekrana getirmeyi kendileri açısından daha önemli bir marifet sayıyorlar. Kendince ulaşılmayana ulaşılmış gibi kabul ediyorlar bunu da. Örneğin kendi çalıştığım kurum, her gün bir partiden bir vekil adayını çağırıp, bir haber bültenini ona sunduruyor. Yapılan programlarda her partiden, eşit statü ve beceriden adaylar davet edilip, eşit haklar tanınıyor. Bölgenin hiçbir ülkesinde doğru düzgün uygulanmayan yüzde 30 mecburi kadın kotası bulunuyor. Ayrıca milletvekilliği bir anlamda ülke vekili olarak geçiyor yasal olarak. Yani Akrê’deki bir seçmen, Duhok’taki bir adaya oy verebiliyor. Vekiller birer numaraya sahip ve isteyen kişi yaşadığı yerden o rakama göre istediği yerdeki vekil adayına oy verebiliyor. Parlamento dağılımı ise Avrupa kriterlerinin öyle hiç gerisinde falan değil, hatta bazı yerlerde ilerisinde. Nasıl mı? Parlamentodaki sandalye sayısı 111. Bunun 11'i otomatik olarak kotaya ayrılıyor. Yani 11 sandalye Asurî, Süryani, Keldanî ve Ermeni seçmene ayrılmış durumda. 5 sandalye Kürdistan’da yaşayan Türkmenlere, 5'er sandalye Asuri, Suryani ve Keldanilere,  1 sandalye de Ermenilere. Hatta bu azınlıklar sadece kendi yaşadıkları yerle sınırla kalacak şekilde de seçime katılabiliyor. Diyelim ki Xaneqîn’de yoğunlukta Keldaniler yaşıyorsa onlar kotasını buradan gösterip, bölgenin tümünden de bu sandalyeye oy verebiliyor. Geri kalan 100 sandalye ise bölge itibariyle seçime giren parti ve parti dışı koalisyonlara kalıyor.

Öte yandan her parti de kendi bünyesinde Kakei, Mendei, Sahabi ve Êzdî adaylarla seçime katılıyor. Çok sayıda engelli aday da seçim rekabetine katılmış durumda ve parlamentoya gitmeleri de bekleniyor. Parlamentoda şimdiye kadar 8 ayrı partinin vekilleri bulunuyor. KDP, YNK, Goran iki adet İslami Parti, Komünist Parti, Sosyalist Parti ve bağımsız. Özellikle mürekkep yalamış kesimin, sosyalist ve bir kısım Kürdün de buradan tu kaka ettiği ve edeceği bütün bu atmosfer, çok kısa bir süre önce dünyanın en barbar saldırısını püskürtmüş, büyük bir savaşın içinden çıkmış, üzerine görkemli bir bağımsızlık referandumu yaşayarak, Kerkük, Şengal, Xurmatû gibi yerleri kaybetmiş ve komşularınca da ağır bir ambargoyla cezalandırılarak adeta, ‘açlıkla terbiye’ edilen 3 milyonluk bu obrukta yaşanıyor. Evet Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni dünyanın bir yerinde çökme sonrası oluşan bir obruğa benzetmek bu açıdan yanlış olmasa gerek. Buna rağmen kimse seçim propagandasında birbirine karşı Demirci Kawa’nın gürzünü kullanmıyor. Medya organları sergiledikleri performansla, oluşabilecek en ufak usulsüzlüğü deşifre edeceğini hem halka, hem yönetim tabakasına kanıtlamış durumda. Zira gidilen yol, hedefin netliği konusunda belirleyici etken. Örneğin Rudaw Medya Grubu’nun biri muhabir, biri spiker olmak üzere iki çalışanı da istifa edip vekil adayı oldular. Diğer tüm rakip medya kuruluşları en çok bunları veriyor. Seçim meydanlarındaki konuşmalarda, parti sorumluları kalkınma, daha fazla demokrasi, bütçe gibi konulara vurgu yaparken Kürdistan’da yaşayan herkesin huzuru konusunda hemfikirler. Hiçbir partinin seçim propagandası engellenmiyor, kimsenin ofisi yakılmıyor ve herkes kendi seçmeni içinde dileğince, panayır havasında bir seçim süreci yaşıyor.

Gelelim bölgesel yönetimin en tepesindeki isim, Mesud Barzani’nin de katıldığı büyük final mitingine. Barzani her ne kadar bir partiden geliyor olsa da, bölgede artık bütün partilerin, (YNK buna çok dahil edilmeyebilir) ortak değeri konumunda. Mitingde yaptığı konuşmanın satır başlarına baktığımızda ise, demokrasiyle günümüzü gün ettiğimiz bu ülkedeki hiçbir siyasetçinin ağzından asla duyamayacağımız şeyler geçiyor. Mesud Bey en çok, Kürdistan’ın Kürdistan’da yaşayan bütün herkesin kardeşçe bir arada yaşıyor olabilmesinin en büyük zafer olduğunu söylüyor. Türkmen, Ezdî, Asuri, Arap, Kürt ve diğer tüm grupların kardeşçe bir arada yaşamasının devamlılığının bir partinin en büyük seçim vaadi ve başarısı olabileceğini söylüyor. Türkiye’deki en değme sosyalistten tutun, en radikal Kürd'e kadar herkesin aşiret reisi ve ilkel milliyetçi olarak sözüm ona aşağıladığı Barzani, Türkiye’nin hayatı boyunca görmediği ve göremeyeceği bir cumhurbaşkanı profiliyle dahil oluyor seçim kampanyasına. Büyük miting dışında kampanyaya katılmaktan da imtina ediyor, KDP’nin genel başkanı sıfatı da taşımasına rağmen.

Geçtiğimiz 12 Mayıs'ta gerçekleşen Irak seçimleri ve sonrasında yaşanan usulsüzlükler, elektronik oy verme sisteminin patlaması gibi gerekçeler dikkate alınarak, elektronik sistemin kullanılmamasına karar verilmişti. Bu yüzden oylar elle ve bütün parti temsilcilerinin bulunduğu YSK tarafından seçilecek. Oy verme işlemi bittikten bir saat sonra sonuçların gelmeye başlayacağı planlanan seçilerin, oy sayımının da 72 saat içerisinde bitirileceği öngörülmüş. 600’ün üzerinde adayın yarıştığı parlamento seçimlerinden önceki bu atmosfer, 10-12 partinin seçime girmesi olasılığıyla pazar günü sona erecek. Partisi olmadan vekil listeleriyle seçime giren bir iki koalisyonun da meclise girmesine kesin gözüyle bakılıyor. Öngörülere göre PDK’nin meclisin çoğunluğunu sağlaması bekleniyor. Özellikle Kerkük’teki tavrı ‘ihanet’ olarak değerlendirilen YNK ve iki İslami partinin ise önemli miktarda oy kaybedeceği konuşuluyor. Bu durumda bağımsızlık referandumunda bağımsızlık karşıtı, yanlış duymadınız, Kürdistan’da, Kürdistan Bağımsızlık Referandumu karşıtı kampanya başlatan, sahip olduğu TV kanallarında bunun dahi propagandasını uzun süre yapan Şasiwar Adulwahid öncülüğündeki koalisyonun da birkaç milletvekiliyle parlamentoya girmesi bekleniyor.

Bu tablonun oluşabilmesindeki en önemli pay kuşkusuz medyanın sahip olduğu manevra alanıyla ilgili. “Hayır efendim falanca ajansın muhabiri tutuklu, filanca gazetenin muhabiri daha iki yıl önce öldürüldü” eleştirilerini duyar gibiyim. Kuşkusuz ki bunların bir kısmı oranın sahip olduğu anayasayı ihlal eden şiddet olaylarıyla ilgili, bir kısmı da ne yazık ki geçmişte yaşanan faili meçhullerle ilgili. Geldiğimiz nokta itibariyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden yayın yapan büyük küçük 20’ye yakın televizyon kanalı, gazeteler ve sosyal medya, sahip olduğu manevra alanının genişliği sayesinde tam anlamıyla bir dördüncü kuvvet rolünde. Partilerin bütçeleriyle kurulan televizyonlar, dünyanın en önemli medya ortaklıklarıyla çalışıyor. Örneğin Rudaw Medya Grubu, ENEKS üyesidir ve bu kuruluş aynı zamanda bir denetçidir. Türkiye’deki medyanın iktidarıyla muhalefetiyle, düzeyiyle kıyasladığımızda, her iki taraftaki toplumların nasıl bir sosyolojik karaktere ve gidişata sahip olabileceğini de anlamak zor olmasa gerek.

Efendim gerek Türkiye akademisinde, gerek buradan sürgüne çıkmış, gerekse de Batı akademilerindeki Ortadoğulu, özelde Türk ve Kürt hiçbir aydının, izleyebildiğim geniş periferideki enformasyon mecralarında, dünyanın obruğundaki seçimler ve demokrasisiyle ilgili bir gündemleri yok. İşin enteresanı Türkiye’deki Kürtlerin de gündeminde yok. Ne tuhaftır ki hepimiz hep bir adım batısını merak edip Edirne’de kaç sandık, kaç vekil, kaç müftü, kaç sakatatçı olduğunu biliyoruz ama azıcık dibimizde bulunan bu obruğun atmosferiyle ilgilenmiyoruz. Biliyoruz ki özellikle barış bildirisi mevzusu için Avrupa’ya göçen yüzlerce sosyal bilimci, siyasal bilimci, toplum bilimci ve yoğunlaştığı yer özelde demokrasi olan akademisyen var. Ancak hiçbirinin iki gününü Erbil’e, Süleymaniye’ye, Zaho’ya ayırarak gitme zahmetine girmediğini biliyoruz. Malum çoğu da yarı öbür gün Ortadoğu uzmanı olarak kenarı köşeyi süsleyecekler. Öbür yandan medyaya bakıyorsunuz, elbette A Haber’den beklemiyoruz ama en kötü ihtimalle bir Özgür Gündem geleneğinden, bir Artı TV’den, olmadı Evrensel, Birgün ve Gazete Duvar’dan kardeş halklar hikayesi hatırına buraya eğilmesi beklenebilirdi. Ama elbette ki bağımsızlık referandumu sonrasında ülkenin reisi cumhuru, "sizi açlıkla terbiye edeceğiz" dediğinde, hiç olmasa HDP’li bir Kürt aileden bir kaşık fazladan yemek yaparız sesini duyamayacağınız bir düzlemin medyası, akademisi, liberali, sosyalisti ve imanlısından da böyle bir merakı beklemek haksızlık olurdu.

En baştaki demokrasi mevzusuna dair kişisel yaklaşımı hatırlatarak, sevgili arkadaşlar Kürdistan’da bir demokrasi şöleni yaşanıyor ve getireceğiz diye bir tek kulağımızı bıraktığınız o kavram var ya hani, bir saatlik uçak yolculuğu mesafede sokaklara çıkmış durumda. Biliyorum ki bu yazıdaki anekdotlara dahi burnunuzun üzerinden bakacak, kiminiz şahsımı, "Bu sefer de Barzanici olmuş" diyerek, kiminiz ilkel milliyetçiliğe kaymış olarak ve kiminiz başka hangi yerden isterseniz oradan kategorize edeceksiniz. Diliniz de, aklınız da zeval görmesin de, dünyanın obruğunda demokrasinin çarkı gıcırdıyor. Hani oradaki üniversitelerin bilim insanına, hastanelerin ihtisas yapmış doktora, sanat akademilerinin sanatçıya, yüksek kıymet, yüksek maaş ve manevra alanı karşılığında seçenek olma hali var, aşağı mı gitsek ne?

Üstünlerin elbette ki değil ama, ezgin ve keskinlerin bu duyarlılığı kesinlikle ki hayra alamet, zira barışmışlık sürecinin cicim aylarında güneyli, doğulu, Anadolulu bölgemizde her taşın altından türeyen aktivizmin ve akademi sömürgeciliğinin bıraktığı izlerin nereye çıktığını böğrümüzde çizik gibi görür gibiyiz…