Kibritçi kızlardan Flormar kadınlarına

Bir süredir kamuoyunda yankı bulan ve çoğunluğunu kadınların oluşturduğu Flormar direnişi vesilesiyle hatırladığım Kibritçi Kızlar Grevi’nin başarısı, Flormar direnişine de nasip olur mu bilinmez ama işçilerin yaydıkları enerji, algıları olumlu etkiliyor.

Google Haberlere Abone ol

Serkan Küçük

Kibritçi Kızlar için her şey o dönemin liberal aktivistlerinden Annie Beasant’ın Link gazetesinde yazdığı Beyaz Kölelik başlıklı bir makale sonrasında başladı. Sosyalizmden, teolojiye uzanan geniş bir alanda at koşturmuş Beasant, Byrant and May kibrit fabrikasında çalışan kadınlar için, "Onlar sefalet içinde doğmuş, henüz çocukken çalışmaya başlamış, besinsizlikten gelişememiş, çaresizlik içinde ezilmiş, çalışma güçleri tükenince bir kenara atılmışlardır. Byrant and May hissedarları yüzde 23 hisselerini alabildikleri ve Mr. Byrant heykeller dikip parklar satın alabildiği sürece, onların ölmeleri ya da sokağa düşmeleri kimsenin umurunda değildir" diyen Beasant, çalışma saatlerinin günde 10-11 saati bulduğunu, ücretlerin düşük, işçilerden kesilen para cezalarının yüksek olduğunu ve kibrit yapımında kullanılan fosfor nedeniyle kadınların çene kemiği çürümesine maruz kaldığını yazıyordu (i) ve takvimler 1883’ü gösteriyordu.

Makale küçük çaplı bir sansasyona sebep oldu ve fabrika müfettişleri incelemeleri sonucu çalışma koşullarında iyileştirme ve işçilerden kesilen cezaların kaldırılması gibi taleplerde bulundular. İşverenin tavrı ise bize çok tanıdık geleceği üzere Beasant’la konuştuğunu ileri sürdükleri üç kadını işten çıkarmak oldu. Dördüncü kadını da işten çıkardıklarında artık ok da yaydan çıkmıştı ve İngiltere işçi sınıfı tarihinde kadınlar ilk defa başkaldırarak 700’ü birden greve çıktılar.

Kimsenin başarı şansı tanımadığı bu grev, çoğunlukla vasıfsız işçilerden oluşan kadınların herkesi şaşırtan başarısıyla sonuçlandı. Artık İngiltere işçi sınıfı tarihinde yeni bir sayfa açılmış ve kadınlar da mücadelenin ön saflarında yerlerini almışlardı.

Bir süredir kamuoyunda yankı bulan ve çoğunluğunu kadınların oluşturduğu Flormar direnişi vesilesiyle hatırladığım Kibritçi Kızlar Grevi’nin başarısı, Flormar direnişine de nasip olur mu bilinmez ama işçilerin yaydıkları enerji, algıları olumlu etkiliyor. Gerçi Flormar direnişinde sadece kadınlar yok ama görüldüğü kadarıyla ön safları bir hayli sıklaştırmış vaziyetteler.

Çeşitli platformlarda daha önce pek çok kez dile getirildiği gibi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) alanı sendikaların dört elle sarılmaları gereken bir alan. Gerek sendikalaşma oranının arttırılmasında, gerek mevcut sendikal faaliyetlerin işçiler nezdinde kabul görmesinde gerekse de sağlıklı ve güvenlik kültürü gelişmiş toplum yaratma çabalarında İşçi Sağlığı ve Güvenliği’nin kaldıraç rolü ıskalanmamalıdır.

Bu açıdan bakıldığında kozmetik üretiminin işçinin sağlığı ve işyerinin güvenliği açısından risk profili yüksek bir iş olduğunu hatırlatmakta fayda var. Zira Flormar’da çalışan işçilerin beyanlarından, toza maruziyet konusunda sıkıntılar olduğu anlaşılıyor.

Kozmetik üretimi aslen kimya sektörünün bir bileşeni olarak sınıflandırılır. Allığından deodorantına, ojesinden maskarasına, rujundan temizlik solüsyonlarına kadar tüm ürünler kimyasal içeriklidir. Hal böyle olunca hem üreten hem uygulayan hem de tüketen için olumsuz bir sağlık etkilenme potansiyelinden bahsetmek mümkün. Aynı durum temizlik kimyasalları için de geçerli elbet.

Bu ürünleri üretenler için en önemli sorun elbette kimyasallara maruz kalmak. Üretim ortamlarında bu maruziyet soluma, cilt teması ve sindirim yani yeme, içme şeklinde olur. Bazı kaynaklara göre gözden emilim ve zorla alım diğer maruziyet türleridir. Her ülkenin mevzuatında soluma yoluyla maruz kalınabilecek kimyasalların günlük dozlarını belirleyen sınırlamalar mevcuttur ve bunlara genel olarak ‘İşyeri Maruziyet Sınır Değerleri’ adı verilir.

İşyerlerinde periyodik olarak yapılan ölçümler sonucunda işçilerin maruziyet dozları belirlenir ve doz aşımlarında teknik ve sağlık kökenli önlemler alınmaya başlar. Elbet bu anlattığım teorik bir çerçevedir. Ancak öyle ya da böyle ülkemizde KOBİ ve üstü düzeyindeki kurumsal işyerlerinde bu uygulama yıllardır yapılmaktadır. Küçük işletmeler içinse aynı şeyi söylemek maalesef mümkün değil.

Burada asıl sorun bu sınır değerlerin sağlıklı erkek fizyonomisi dikkate alınarak tespit edilmiş olmasıdır. Flormar örneğindeki gibi kadın işçilerin yoğunlukta olduğu işyerleri için ortam havasında yaptırdığınız toz ve kimyasal buharlarına maruziyet ölçümleri sınırlar içinde kalsa bile, kadın fizyonomisi için zarar verecek mertebede olabilir. Bu yöntemin dezavantajı maalesef bilim dünyasında da görülmekte ama kadınlar için ayrı değerler yayınlanmamaktadır.

Öte yandan yağlı dokusu nedeniyle kimyasalların kadın vücudunda birikme potansiyelinin daha yüksek olduğunu da hatırlamakta fayda var. İşyerlerinde kimyasala maruz kalan kadın ile erkeğin çalışma koşullarının aynı olmaması gerekir. Yani lafı uzatmadan söylemek gerekirse sendikal mücadelenin bu alanı gündemine alarak ilerlemesi yeni bir hat oluşturacak denli örgütlenme potansiyeli barındırıyor.

Konu kozmetikle bağlantılı olunca ağırlıklı kadınları etkileyen iki başlığa daha değinmemek olmaz. Birincisi ‘güzellik endüstrisi’ diye anılan sektörde çalışan ve yoğun kimyasala maruz kalan kadınlar ki dünyada bu kadınların çoğunluğu Asyalılardan oluşuyor. İkincisi de bizatihi kozmetik ürünlerini tüketen kitle ki ağırlıklı yine kadınlardan oluşuyor. Üretim ve hizmet sektöründe maruz kalınan kimyasalların riskleri ve kontrol önlemleri, çerçevesi bilinen bir alana tekabül ediyor. Örneğin Flormar işçisi kadınların aktarımlarında yer alan toz sorunu teknik kökenli önlemler ile çözülebilir ve sağlıklı bir işyeri ortam havası oluşturulabilir. Bununla birlikte kozmetik ürünlerini tüketenler için kimyasal maruziyeti koskoca bir bilinmezlik alanı. Kim hangi sıklıkta, ne miktarda kimyasala maruz kalıyor bilmek ve takip etmek mümkün değil. İşte bu soruna dikkat çekmek, farkındalık yaratmak amacıyla 2007 yılında çığır açan ‘The Story of Stuff’ belgeseli bir projeye dönüşerek dikkatleri üzerine çekiyor. Kozmetik ve temizlik ürünlerinin risklerini oldukça sade ve anlaşılır bir şekilde anlatan bu proje benzeri çalışmaların STK, meslek odaları, tüketici dernekleri vb. yapılar tarafından ülkemizde de yaygınlaştırılması yerinde bir girişim olacaktır. Söz konusu projenin bilgilendirici videosuna https://storyofstuff.org/about/ adresinden erişiliyor. Buna iyi bir örnek olarak Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin ‘Evimizdeki Tehlikeli Kimyasallar’ başlıklı broşürünü sayabiliriz.

Broşür http://www.kmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=2920 adresinden indirelebilir vaziyette.

Uzun lafın kısası konu kozmetik ve kimyasallar olunca üretimde çalışan işçiden, ‘güzellik endüstrisi’nde çalışana oradan da kozmetik ürünlerini kullananlara kadar bir maruziyet haritası çıkıyor.

Belki Flormar aracılığıyla üretim ilişkilerinde parlayan kıvılcım, kimyasal maruziyeti eksenine saparak alazlanabilir. Kim bilir? Benden hatırlatması…

(i) Kibritçi Kızlar Grevi. Şule Nişancıoğlu. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. Cilt II. Sayfa 395. İletişim Yayınları