Güven, itimat ve Çiftlik Bank

Güven duymanın önemli ölçütlerinden biri akla yatkın olması, toplumsal olarak kabul edilmiş ve göze alınabilecek bir risk taşımasıdır. İtimat ise akla yakın olmayacak kadar büyük bir teslimiyettir. Bu teslimiyet sonunda bir beklenti içine girmesi birey için normaldir ancak beklenti karşılığını vermediği an öfke duygusu oluşmamaktadır. Birey itimat ettiğine öfke duymazken güvendiği ve beklentisini karşılamayan insana veya kuruma öfke duyabilir. Yani Çiftlik Bank’a parasını yatıran insanlar kuruma itimat etmediler, güvendiler.

Google Haberlere Abone ol

Ali Eren Demir

Güven ve itimat kavramlarının günlük yaşamdaki kullanımları birbirine oldukça yakındır. Türk Dil Kurumu itimadı “güven, güvenç, emniyet”; güveni ise “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak tanımlanıyor. Birbirine yakın anlamları olan bu sözcükleri sosyolojik açıdan değerlendirdiğimiz zaman ise biraz farklılık ortaya çıkıyor. Bugünlerde ülke gündeminde oldukça geniş yer kaplayan Çiftlik Bank olayında mağdur olan insanlar, bu olaydan önce Çiftlik Bank’a oldukça fazla “itimat” ettiklerini söylüyorlar ancak şu an oldukça öfkeliler. Peki, modern zamanlarda kimseye itimat edilir mi?

İtimat edilse bile beklentisinin karşılığını alamayınca bir öfke ortaya çıkar mı? Tam bu noktada itimadın modern zamanlardaki hali olarak, güven kavramı çıkıyor karşımıza. Yani itimat artık “kuşku duymadan bağlanma” değil, riskleri göz önünde bulundurarak güven duymaya bırakıyor yerini.

BİREY NEYE İTİMAT EDER, NEYE GÜVENİR?

Modern zaman öncesi süreçte insan kendinden büyük bir gücün toplumsal yaşamı kontrol ettiğini varsayıyordu. Bu varsayım altında hayatı sürdürmek kişinin kendi dışındaki bir gücün-güçlerin kontrolünde yaşamasını kabul etmesi anlamına gelmekteydi. Bu koşullar altında varoluşsal kaygı yaratan durumları bertaraf etmeyi ve böylece kişinin temel güvenlik sisteminin gereği olan “itimat” durumunu gerçekleştirmeyi sağlayan çeşitli dinamikler vardı. Ne yaparsa yapsın birey o üstün “güce” karşı koyamayacaktı ve o gücün çizdiği yola itimat etmek zorundaydı. Bu itimat durumunu gerçekleştirmeyi amaçlayan dinamiklerden biri kader olgusudur. Bu nedenle kader olgusu genel itibariyle güvenden ziyade doğrudan teslimiyet anlamına gelen itimat ile ilişkili olarak değerlendirilmektedir. Bir insan etkinliği olarak itimat, temelde olanlar veya olacaklara karşı olumsuz ihtimaller veya riskler karşısında geliştirilen bir tutum değildir. Tam aksine sorgusuz edilgen bir kendini teslim etme eylemidir. İşte tam olarak modern zamanlara geçerken bu noktada güven ve itimat arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. İtimat duygusal ve düşünmeden –zorunda olarak- bağlanma ve sadakat anlamına gelirken, güven ise modern toplumlardaki risk ve tehlikeleri göz önüne alarak inanmaktır. Rasyonel aklın Weber’in deyimi ile “amaçsal eylem” olarak gördüğü bir eylemdir güvenmek. Weber’in tanımıyla amaçsal eylem; belli bir amaç (para kazanmak) için en iyi yolun (kısa yoldan) seçilip

ona (Çiftlik Bank) yönelmektir. Bu bağlamda güven tanımının çekinme duymadan değil belli riskleri göz önüne alarak inanma ve bağlama duygusu olarak tanımlayabiliriz. Giddens güven durumunun risk koşullarına göre değiştiğini ancak itimatta bunun olmadığını ifade eder. İtimat benzer şeylerin aynı kalacağı şeklindeki neredeyse sorgusuz sualsiz benimsenen bir tutumu anlatır. (Giddens, 1998, s. 35). Kişilere duyulan güven her zaman sistemlere ve kurumlara duyulan inançla kuşkusuz bir dereceye kadar ilişkilidir ama bu güven sistemlerin ne şekilde çalıştıklarında çok düzgün işleyip işlemedikleri ile ilgilidir (Giddens, 1998, s. 39). Güven duymanın önemli ölçütlerinden biri akla yatkın olması, toplumsal olarak kabul edilmiş ve göze alınabilecek bir risk taşımasıdır. İtimat ise akla yakın olmayacak kadar büyük bir teslimiyettir. Bu teslimiyet sonunda bir beklenti içine girmesi birey için normaldir ancak beklenti karşılığını vermediği an öfke duygusu oluşmamaktadır. Birey itimat ettiğine öfke duymazken güvendiği (amaç için risk aldığı) ve beklentisini karşılamayan insana veya kuruma öfke duyabilir. Yani Çiftlik Bank’a parasını yatıran insanlar kuruma itimat etmediler, güvendiler.

ÇİFTLİK BANK'A NEDEN GÜVENİLDİ?

Çiftlik Bank mağdurlarının genel olarak söylemlerini incelediğimiz zaman, sistemin yıllarca sorunsuz işlendiğini ve öyle devam edeceğine inandıklarını söylemektedirler. Temel olarak oluşturulan güvenin birinci ayağı tarihsellik ve tutarlılık olarak göze çarpmaktadır. Giddens’a göre güven hem bireysel ilişkilerde hem de kurumsal boyutta, güvenilecek olanın tutarlılığı ve kendini kanıtlamış olması gerektiğini savunur (Giddens, 1998, s. 85). Bu tutarlılık ile Çiftlik Bank kendini yaklaşık 80 bine güvendirmiştir.

Çiftlik Bank uygulamasının daha önce farklı kurumlar tarafından farklı isimlerle uygulanmış ve başarıya ulaşmış olması oluşturulan güvenin ikinci ayağıdır. Diğer uygulamaların yabancı kaynaklar kullanarak geliştirilmiş olması ve Çiftlik Bank’ın yerel bir söylem kullanarak reklamını yapması Türkiye’de daha fazla tutunmasını sağlamıştır. Açılış törenlerinde kullanılan “ecdat” ve “din” vurgusu yerel değerlere oldukça fazla önem veren bir şirket izlenimi kazandırmıştır. Bu yerelleşen söylem ile bazı yerlerin resmi kurum ve yöneticilerinin desteğini toplamıştır. Oluşturulan “güvenin” önemli bir üçüncü ayağı da böylece oluşturulmuştur. Böylece tanınmış yerel iş adamlarının ekonomik katkısını alması küçük ve orta çapta bu uygulamaya para yatıran insanların güvenini kazanmasını sağlamıştır. Uygulamaya dışarıdan para yatıran küçük ve orta çaptaki 77 bin 843 kişiden Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) raporuna göre 2016-2017 arasında 511,7 milyon TL toplanılmıştır. (Hürriyet, 2018)

İnsanların kurumsallık ve yerelden bulduğu destek ile Çiftlik Bank’a güvenmesinin dışında bir de bir yıl içinde 80 bini bulan üye sayısı da faktör olmuştur. Çiftlik Bank’a parasını yatırdığını söyleyen bir mağdur verdiği röportajda: “Bu kadar insanın yanılacağını düşünmedik” demesi aslında Çiftlik Bank’a güvenirken risklerin tam olarak değerlendirilmediğini göstermektedir. Toplumsal bağlamlarda birey eylemini oluştururken nesnel durumların seyrine ilişkin öngörüye ve bu öngörünün gerçekleşeceğine güven duygusuna gerek duyar. Çiftlik Bank’a duyulan güvenin bir yanı tam burada karşımıza çıkıyor ki o da; bilgi eksikliği. Giddens güveni ortaya çıkaran koşul olarak bilgi eksikliğine değinir: “Bütünüyle bilinen, enine boyuna her yönüyle şeffaf bir durum güven duygusunu gerektirmez. Bu bağlamda güven, nasıl olacağı tam olarak kestirilemeyen durumlar karşısında geliştirilen bir tutumdur.” (Giddens, 1998)

Para kazanmak gibi bir durumun rahat bir şekilde Çiftlik Bank ile karşımıza çıkması "kaz gelecek yerden tavuk esirgememek" gibi bir atasözü ile temellendirilmiş görülüyor. Güven ve itimat gibi kavramların modern zamanlarda bir belirsizliğe gömülmesi toplumsal bir aşınmaya yol açmakta. İnsanlar “güvendiğinden” beklentisini alamayınca kendisinden başka herkesi suçlu bulmaktadır. İtimat edilen yani beklentimizin karşılığını alamadığımızda yine kendimize dönüp eksiklik aradığımız durumlar gittikçe azalmaktadır. Bu durum risk olgusunu beraberinde getirmektedir. Giddens’ın ifadesiyle modernitenin içinde yaşamakta olduğumuz döneminde risk hayata öylesinegirmiştir ki; riskin kurumsallaştığı -Çiftlik Bank gibi- biçimler ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak böylesine kurumsallaşan risk ve güven duygusu insani duygulara ait olan her şeyi

aşındıracaktır; her ne kadar hukuksal yaptırımlar kimi durumlarda uygulansa da.

Başvurular

Giddens, A. (1998). Modernliğin Sonuçları. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Hürriyet. (2018, 01 02). hurriyet.com.tr. http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/paralari-nereye-kacirdiklari-belli-oldu-40696720 adresinden alındı