Vahşi kapitalizmin yeni bebeği popülizm

Popülizm karışımı otoriter rejimler dünyayı yavaş yavaş yeni felaketlere doğru sürüklüyor. Dünyada ekonomik gücü olmayanlara var olma hakkının artık açıktan tanınmadığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - Avrupa'nın üçüncü büyük ülkesi İtalya'da geçtiğimiz hafta seçimler yapıldı. Sağ popülistler oyların neredeyse dörtte birini alırken, sol popülist Beş Yıldız Hareketi buna karşın yüzde 33'lük bir oranla oy aldı.

Aşırı sağ popülist Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif Partisi) Almanya seçimlerinden ana muhalefet partisi olarak çıktı. Almanya'da aylar sonra kurulabilen Merkel liderliğindeki koalisyonun İçişleri Bakanı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinden Horst Seehofer göreve başlar başlamaz ilk açıklamasında, Almanya'ya iltica edenleri hedef aldı. Fransa'da sağ popülist parti en güçlü ikinci parti oldu. Başkan ise neoliberal Macron oldu. Fransa seçimlerinde insanlar veba ile kolera arasında seçim yapmak zorunda kaldılar. Hollanda'da sağ popülist parti hükümet kurmayı kıl payı kaçırdı. İngiltere'yi sağ muhafazakar lider Theresa May yönetiyor ve mülteci krizi bahanesiyle attığı ilk adım, milyonlarca Euro'ya mal olan Brexit kararı oldu. Eski Doğu Bloku ülkelerinden Macaristan ve Polonya'da da sağ popülist partiler yönetimdeler. Türkiye yıllardır AKP tarafından yönetiliyor.

Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olan Çin'de geçtiğimiz hafta devlet başkanlığı süresiyle ilgili sınırlama kaldırıldı: Çin Parlamentosu'nun aldığı kararla, Devlet Başkanı Xi Jinping, ömür boyu görevde kalabilecek. Çin'de sesi çok az çıkabilen muhalif kesimlerin de bu kararla tamamen sesi kesilmiş oldu.

Yine geçtiğimiz pazar Kolombiya devleti ile 52 yıllık süren çatışmaların ardından 2016'daki barış antlaşmasıyla siyasi partiye dönüşen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri'nin (FARC) sandıkta yarıştığı ilk seçimlerde en çok oyu, barış karşıtı parti aldı.

Ben bu satırları yazarken Rusya'da sonucunu şimdiden herkesin bildiği ve Putin'in yeniden başkan olacağı seçimler yapılıyor.

Dünyanın önemli bir diğer gücü ABD'yi de yine sağ popülist Donald Trump yönetiyor.

Tabii bu kadar birbirine benzeyen adam ve az sayıda kadın lider hemen hemen aynı gerekçelerle seçimleri kazanıyorlar. Bu ülkelerin neredeyse hiçbirinde güçlü bir alternatif aday çıkamıyor veya çıkartılmıyor. Hepsi birbirini daha az veya daha çok düşman ilan ederek, dış politikasını belirliyor. Eskisi gibi ne NATO'da ne AB'de ne de BM içerisinde hiçbir ülke birbiriyle ciddi müttefik değil. Tüm politikaları sadece ekonomi belirliyor.

Örneğin Trump'ın agresif söylemleri, bir önceki Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ı görevden alış biçimi vs. dış politikada tutarlılık sergileyemediği işaretini veriyor. Tehditkar tavrı Avrupalı partnerlerinin gözünde, ABD'yi güvenilir olmaktan çıkardı. Yine Trump'ın geçtiğimiz haftalarda 800 milyar dolara ulaşan ABD'nin dış ticaret açığını ve yerli üreticinin güvenliğini gerekçe göstererek, çelik ürünleri ithalatına yüzde 25, alüminyuma da yüzde 10 vergi getirmesi, başta Çin ve Almanya olmak üzere ABD ile ticaret yapan birçok ülkeyi sarstı. Trump'ın bu kararına karşı, diğer ülkeler de ABD'nin mallarına vergi uygulayacaklarını duyurunca, küresel ticaret daha da agresif bir sürece girdi... Ekonomi uzmanları 1930'lu yıllarda yaşanan Büyük Buhran'ın geri döneceği endişesi içerisindeler.

Dünyanın önemli ekonomi güçleri arasında ekonomik savaşlar kızışırken, gezegenimizin başka kısımlarında zaten sıcak savaşlar yaşanıyor. Bu sıcak savaşlara maruz kalan halkların ne kadar az ekonomik gücü varsa, sesleri o kadar cılız çıkıyor. Uğradıkları haksızlıklar, dünya kamuoyunun gözü önünde olsa bile kimseyi ilgilendirmiyor. Tıpkı Yemen'de insanlar Suudi güçleri ve müttefiklerince bombalandığında, koleradan kırıldığında en Müslüman ülkelerin dahi Yemen'de yaşananları yok sayması gibi veya Filistin halkının yıllardır verdiği mücadelede bir adım öteye gidememesi gibi. Afrika kıtasında yaşananları ise neredeyse duymuyoruz bile.

Almanya'nın Hannover kentinde cumartesi günü hem Newroz için hem de Türkiye'nin Afrin'deki askeri harekatını protesto etmek için binlerce Kürt, Türkiyeli demokratik kurumlar, Alman solu ve savaş karşıtı insan bir araya geldi. Yürüyüş esnasında polis, kimi sloganların uygun olmadığı gerekçesiyle, dondurucu soğukta neredeyse bir saat yaşlı, çocuk demeden kitleyi bekletti. Soğuktan ve de ara sıra yürüyüşün önünde polisle gençler arasında çıkan sürtüşmelerde polisin aşırı sert tepkisinden korkup ağlayan çocuklar gözlere takılan görüntülerdi. Kürtlerin yaşadığı ilk baskı değil bu tabii. Kürtler de yıllardır dünyada nerede yaşıyorsa orada sokaklarda, alanlarda, kadın, çocuk, yaşlı, genç sesini duyurmaya çalışan bir halk.

Dünyada her şeyi kapitalizmin gittikçe agresifleşen yıkıcı tarzı belirlerken bir taraftan da 'büyük çoğunluk', 'küçük çoğunluğu' gösteri yaptıkları esnada onların hayatlarını aksatmakla, o gün ekonomik yaşam birkaç saat yavaşladığından, o kente mali kayıplar yaşatmakla, bu kayıpların da kendilerinin ödedikleri vergilerle karşılandığından şikayet ederek, oyalanmaya devam ediyor. Ama asla bu insanların da çalıştığı, vergi ödediği, bu ödedikleri vergilerle insanca muamele görmedikleri, en doğal hakları olan gösteri ve toplanma haklarını kullanırken, hayatlarının cehenneme çevrildiği, bu insanların Almanya'da 40 yıldır çalıştıkları ve ödedikleri vergilerle üretilen ve satın alınan bombaların, Suriye'de, Irak'ta yaşayan akrabalarının, kendi halklarının başına yağdığını ve bunun da bu insanların içini kanattığı akıllarının ucundan bile geçmiyor. Ekonomiye katkısı olan sanki sadece kendileriymiş gibi davranıp, tüm kibirlilikleriyle her yerde konuşur, yazar ve vergilerden dem vurarak, gösteri hakkını kullananları eleştiriyorlar. Vergiyi bile nedense sadece 'haklı çoğunluk' ödüyor! Bu sadece Almanya'ya özgü bir durum değil elbette dünyanın hemen her yerinde hükümetler kendilerine bağlı ana akım medya üzerinden vergi ödeyenlerin, sadece onları seçenler olduğu algısını yaratarak aldıkları her sert önlemde, o çoğunluğun haklarını koruduklarına dair algı yaratıyorlar.

Popülizm karışımı otoriter rejimler dünyayı yavaş yavaş yeni felaketlere doğru sürüklüyor. Dünyada ekonomik gücü olmayanlara var olma hakkının artık açıktan tanınmadığı bir sürecin içinden geçiyoruz.