Mauritius’taki petrol felaketi doğayı nasıl etkileyecek?

Hint Okyanusu'ndaki Mauritius adasında karaya oturan MV Wakashio gemisinin sızdırdığı yüzlerce ton petrol, yabanıl hayatın yanı sıra insan sağlığına da zarar verebilir. Bu zararla mücadele etmek uzun yıllar sürecek.

Google Haberlere Abone ol

Sivajyodee Sannassy Pilly, John Turner, Ronan Roche

Bazen kötü şeyler olabilecek en kötü yerlerde meydana gelir; tıpkı 25 Temmuz günü Mauritius’un güneydoğu kıyısındaki sığ resiflerde karaya oturan MV Wakashio gemisinde olduğu gibi. Dökme yük taşıyan geminin enkazı, Blue Bay adlı bir deniz parkından birkaç kilometre uzaklıkta bulunan ve uluslararası açıdan önem taşıyan bir sulak alana (Pointe d’Esny Ramsar sitesi) yakın bir doğal rezerv adasının (Ile aux Aigrettes) yanında petrol sızdırmaya başladı.

MV Wakashio, 2010 yılında Deepwater Horizon felaketinde denize sızan 400 bin ton petrolle kıyaslanamayacak şekilde 4 bin ton petrol taşıyordu. Buna karşın, geminin Mauritius’taki küresel üne sahip ekosistem grubuna yakınlığı, bu sızıntının uzun süreli sonuçlar doğurabileceği anlamına geliyordu.

Mauritius, biyolojik çeşitlilik için sıcak noktalardan biri (ing. Hotspot/ç.n.) ve adanın eşsiz yaban hayatının büyük kısmı resifler, lagünler, deniz çayırları ve mangrovlar arasındaki karmaşık bağlantılarla ilişkilidir; bu yüzden, yaşam alanında yaşanan bir kirlenme, yıkıcı bir dalgalanma etkisi yaratabilir.

Peki, bunu göz önünde bulundurduğumuzda, son petrol sızıntısı burada çevre için ne anlama gelir?

BİR PETROL SIZINTISINDA NELER OLUR?

Petrol okyanusa akar akmaz yakıttaki daha hafif bileşikler buharlaşır ve çevredeki hava yabanıl hayat için zehirli bir hale gelebilir ve hatta insan sağlığı açısından da zararlı olabilir. Deniz yüzeyinde petrol tabakaları oluşur ve sızıntı alanından uzağa taşınır.

Yakınlarda resifler ve diğer yaşam alanları varken, bu erken aşama hasarı önlemek için en önemli zaman dilimidir. Dökülen petrolü yüzer setlerle durdurmak veya henüz petrol yüzeydeyken deniz süpürücüleriyle toplamak, yayılmasını durdurmaya yardımcı olabilir.

Petrolün daha hafif bileşenleri buharlaştıkça, ağır bir çamur oluşur ve gelgit tarafından kıyı şeridine doğru taşınabilir. Karaya vurduğundaysa mercanlar, balıklar ve deniz kuşları da dahil olmak üzere, toksik bileşikler canlıların dokularında birikirken dokunduğu herhangi bir organizmayı boğar. En nihayetinde mikroplar kalan petrolü parçalar ama bu süreç uzun yıllar alabilir.

KIYI EKOSİSTEMLERİNDEKİ BAĞLANTILAR

Geminin, karaya otururken 500 metreden uzun bir mercan kayalığını tahrip ettiği düşünülüyor ama bu sadece başlangıç.

Petrol deniz dibine battıkça, resifin daha fazlasını kaplayabilir. Mercanlar hayatta kalabilmek için güneş ışığına bağımlıdırlar; bununla birlikte ‘zooplankton’ adı verilen yüzen mikroorganizmaları da yerler. Petrol kirliliğinin suyu bulandırmasının ve güneş ışığını azaltmanın yanı sıra zooplanktonları öldürdüğü, ham petroldeki zehirli kimyasalların ise mercanların fotosentez yeteneğini zayıflattığı biliniyor. Ayrıca, derin su mercanları petrolle kaplandığında doku şişmesi ve yırtılmalar yaşıyorlar.

Petrol sızıntısını izleyen yıllarda büyüme ve üreme azalır ve resiflerde daha az canlı mercan kalır. Buna karşın, Panama kıyılarında 1986 yılında yaşanan bir petrol sızıntısının ardından yapılan uzun vadeli araştırmanın gösterdiği üzere, mercan resifleri dayanıklı ekosistemlerdir ve birkaç on yıl içinde felaket öncesi koşullara geri dönebilirler.

Bu iyileşmenin anahtarı, yerel türlerin gösterdiği çabalardır. Örneğin, papağan balıkları, Mauritius’un güneydoğu kıyısında bulunan resiflere, aksi takdirde kirlilik sebebiyle zayıf düştüğünde mercanları boğup yok edebilecek deniz yosunlarını yiyerek önemli bir hizmet sunar. Ne var ki, hayatlarının tamamını bunu yaparak geçirmezler, yakınlarda bulunan mangrovlarda ve deniz otlarında doğup büyürler.

Mangrov ormanları, tuzlu suda yetişen ağaçların yoğun bir karışımından oluşan kıyı sulak alanlarıdır. Onların karmaşık kökleri papağan balıkları, deniz kaplumbağaları, istavritler, baraküdalar ve hatta köpekbalıkları için yetişme alanları sunan, neredeyse aşılması imkansız labirentler oluşturur. Burada, genç resif balıkları daha büyük yırtıcıların ulaşamayacağı kadar güvenli bir şekilde büyüyebilirler.

Deniz çayırları, çiçekli bitkilerden su altı ovaları oluşturur. Onlar okyanus yaşamı için başka bir tür kreş alanıdır; ancak onlar da tıpkı mangrovlar gibi petrol kirliliğinden kurtulmak için mücadele ederler. Her iki habitat da dalgaların ve gelgitlerin yumuşak olduğu yerlerde gelişme eğilimindedir. Tortular ve petrol çamuru bunların çevresinde birikir.

Mangrovlar ve deniz çayırları, mercan resifi balıklarının gelecek nesillerini yetiştirmenin yanı sıra, resiflerin üzerinde bulunan kıyı sularını daha berrak hale getirerek karadan denize akan tortuları tutar. Buna karşılık olarak, resifler açık okyanustan gelen dalgaların enerjisini emer, mangrovları ve kıyıları erozyondan korur.

Mauritius gibi yerlerdeki deniz yaşamı, bu üç ekosisteme birden sırtını dayar ve türler genellikle birinde yaşarken diğerinde beslenirler. Bu, aralarında sürekli bir besin akışı sağlar. Mangrovlarda yuva kurarak yerleşen deniz kuşları deniz çayırlarıyla beslenirler ve organik atıkları resiflerde beslenen organizmalara taşınır.

Bu bağlantılar, bir ekosistem zarar gördüğünde diğerlerinin de etkilendiği anlamına gelir. Bu durum, petrol sızıntılarının olumsuz etkilerinin genellikle ilk anda görülenden daha şiddetli olmasına yol açar. Yine de bu ekosistemlerin her birini izleyerek ve koruyarak bölgede uzun vadeli bir iyileşme umudu olabilir.


Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)