Lübnan'da 160 yıldır her nesil travma yaşıyor

Lübnan'da son 160 yıl içerisinde yaşayan her nesil travma yaşadı ve her yenidoğan eski yaraların izlerini taşıyordu. Uzun trajediler listesi boyunca, salı günkü patlamadan 1860’lara kadar her bir önemli olayı birbirine bağlayan ortak bir nokta var: En tepede, yaygın yolsuzluk iddialarıyla hüküm süren suçlular.

Google Haberlere Abone ol

Antoun Issa

Lübnanlı olmak, trajedilerle dolu bir hayata katlanmak demektir. Coşkulu gece hayatı ve lezzetli mutfağı ile turistlere hitap eden bu ülke, aynı zamanda sakinleri için sürekli bir ızdırap kaynağıdır. Ve halkı, boğulmakta olan bir çocuğun nefes nefese kalışına tanık olurcasına, sevgili memleketlerine kederlenerek yıllarını geçirir.

Salı günkü yıkıcı patlama, Lübnan halkına acı vermiş uzun bir trajedi listesinde yer alan bir diğer olaydan başka bir şey değil. Bu o kadar uzun bir liste ki başlangıcı bile belirsiz. Sahi, Lübnan’ın acısı nerede başlıyordu? 1860’larda, geride 10 binden fazla ölü bırakan iç savaş mı? 1. Dünya Savaşı’nda Lübnan nüfusunun üçte birini yok eden Büyük Kıtlık mı? 150 bin Lübnanlının öldüğü ve çoğunun hâlâ yeri bilinmeyen toplu mezarlarda yattığı 1975-1990 arasındaki iç savaş mı?

160 YILDIR HER NESİL BİR TRAVMA YAŞADI

Lübnan, iki şey haricinde çok az şey üreten küçük ve dağlık bir ülke: Yıkım ve göçmenler. Son 160 yıl içerisinde yaşayan her Lübnanlı nesil travma yaşadı ve her yenidoğan eski yaraların izlerini taşıyordu. Ve aynı zaman dilimi içerisinde, ülkenin iyimserliği, her şeyden üstün tuttukları anavatanlarını lekeleyen sefaletten kaçıyordu. Lübnan kökenli 10 milyondan fazla insan, nüfusu 5 milyon olan ülkenin dışında yaşıyor ve bu durum Lübnan’ı, halkının çoğunluğu yurtdışında yaşayan az sayıdaki ülkeden biri haline getiriyor.

Diasporaya gelince; bizler, az sayıda insanın sonu gelmez açgözlülüğü ve nesiller boyunca yarattıkları kaosun neden olduğu bir sürgün hayatı yaşıyoruz. Büyük büyükbabalarımdan biri, 19'uncu yüzyılın ortalarında yıkımı ardında bırakarak yeni bir fırsat yakalama arayışında ABD'ye göç etti. Bundan bir asır sonra, babam da aynı kararı verdi ve bu kez Avustralya’ya göç etti. Anneannem, hayatının iç savaşta neredeyse tamamen yok olduğunu gördükten sonra aynı yolu izledi; kocası, iç savaş sırasında ölürken onu yedi çocuklu bekâr bir anne olarak bir başına bırakmıştı ve bu çocuklardan birisi annemdi.

Neredeyse her Lübnanlı ailenin bu türden hikâyeleri vardır. Geçmiş günümüze musallat olmuyor, bizim bugünümüz de böyle. Göçmen ailemin tek çocuğu olarak 2011-2015 arasında Beyrut’a döndüm. Ailem, onlara bu denli acı veren yere döndüğüm için deli olduğumu düşündü. Belki de Lübnan’da eve bir sahip olmamın ihtimal dahilinde olduğunu düşünmeme neden olan şey, gençliğin verdiği saflık ya da kibirli bir yenilmezlik duygusuydu.

MOLOZLARA GÖMÜLEN BİR ÜLKE

Geçmişte yaşadığım daire büyük ihtimalle yıkıldı. Tanıdığım mahalleler moloz yığınına döndü. Arkadaşlarım evsiz kaldı. Yıllarca süren çaba ve birikimler, geçmişte anne-babalarımızın ve atalarımızın yapamadığı bir yuva haline getirmek için bir meydan okumaya dönüşen Lübnan’ın çabalarının içini boşalttı. Beyrut’ta 15 yıl süren iç savaşın yarattığı fiziksel zararın tamamı yalnızca birkaç dakika içinde gerçekleşti.

Videolardaki molozlarla ve tozla örtülmüş cesetlere bakıyorum ve ailemin 1970’lerle ilgili hikâyelerini hatırlıyorum. Enkazları da görmüşlerdi. Ailemin büyükanne ve büyükbabalarının Büyük Kıtlık hakkında anlattıkları hikâyeleri hatırlıyorum. Onlar da sokaklarda yığılıp kalmış cesetler görmüşler. Ve onların büyükanne ve büyükbabalarının 1860’larla hikâyeleri… Trajedi asla bitmiyor.

Uzun trajediler listesi boyunca, salı günü yaşanan patlamadan 1860’lara kadar her bir önemli olayı birbirine bağlayan ortak bir nokta söz konusu: En tepede, yaygın yolsuzluk iddialarıyla hüküm süren suçlular. Lübnan bugün bir asır önceki Büyük Kıtlık’tan beri görülen en kötü ekonomik krizi yaşıyor. Dünyanın en borçlu üçüncü ülkesi. Para birimi, bu yıl değerinin yüzde 80’ini kaybetti. Hiperenflasyon, enflasyon oranını haziran ayında yüzde 90’a yükseltti. Lübnan’ın yarısı şu anda yoksulluk içinde yaşıyor ve aşırı yoksul olanlar açlıkla karşı karşıya.

KITLIK TEHLİKESİ SÖZ KONUSU

Para birimindeki serbest düşüş ve zirvedeki enflasyon nedeniyle, birçok Lübnanlı, büyük kısmı ithal edilen temel gıdalara zar zor ulaşabiliyor. Bu ithalat faaliyeti, salı günü atomik patlamanın yaşandığı Beyrut limanında yürütülüyor. Lübnan’daki sefaleti daha karmaşık bir hale getiren biçimde, patlamalar, en önemli buğday silolarıyla birlikte Lübnan’da kıtlık sınırına daha yakın olan bölgeleri de yok etti. Arkadaşlarımınkiler de dahil olmak üzere binlerce ev yıkıldı.

Lübnan’ın hasarı nasıl onarabileceğine ilişkin açık bir çözüm mevcut değil. İktidardaki seçkinler aylardan beri umutsuzca ihtiyaç duyulan kredilere erişmek amacıyla IMF ile durdurulan müzakerelere kilitlenmiş durumda. IMF ise seçkin kesimin direndiği reformlarda ısrar ediyor. Buna karşın, Lübnan’da patlamadan sonra yıkılan mahalleleri onaracak kaynak bulunmuyor ve bu da çaresiz Lübnanlılara barınak ve yiyecek sağlamak için uluslararası yardımı şart kılıyor. Diğer yandan, uluslararası bağışçılar ve sıradan Lübnanlılar, bağış paralarının ihtiyacı olanlara ulaşacağına ilişkin aynı şüpheleri paylaşıyor.

Patlama, son bir yıldır düzenlenen protestolar ve ekonomik kargaşa nedeniyle tükenen Lübnanlılar arasındaki öfkeyi yeniden alevlendirdi. Yerel Lübnanlıları ve diasporayı harmanlayan WhatsApp grupları, ülke liderlerine karşı tabandan gelen eylem çağrıları arasında öfkeyle dolup taşıyor. Hükümetin patlamanın nedenini belirlemek için şeffaf bir soruşturma yürütebileceğine dair güven çok az. Bununla birlikte, birçok Lübnanlı açısından bir soruşturma yürütülmesi de gerekli değil. Beyrut’un merkezindeki hayati öneme sahip tesislerin yanı başında 2 bin 700 ton amonyum nitratın tutulması, Lübnan’ı elektrik ve çöp toplama gibi temel hizmetlerden mahrum bırakan bir ihmaldi. Bu, ülkenin her yerini saran çürümüş bir odağın neden olduğu küflenmenin yalnızca küçük bir parçası. Bu, uzun zamandır Lübnan’daki hayatın dokusuna yerleşmiş olan çürümüş bir odak.

Ve yurtdışındaki bizler de, hiç bitmeyecek gibi görünen bu trajedi tarafından yıkılmış bir halde, bizden önceki nesiller gibi ağlıyoruz.

Makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)